Dervişler diyarı: Dersim (3)

"Dersim inancı da Alevilikteki diğer sürekler gibi erkekleştirilmekten kurtulamadı. Bugün erkek adlarıyla anılan birçok ziyaret dâhil Dersim’de çok sayıda kadın adıyla tanınan irili ufaklı ziyaretler olduğunu biliyoruz"

Dersim’in (Tunceli) kutsal mekânlarını anlattığımız yazı dizimizin üçüncü ve son bölümünde, ilk söz ‘Sır İçinde Sır Olanlar’ ve ‘Yol Kadındır’ kitaplarının yazarı Gülfer Akkaya’da. Aleviliğin, kadim ve kadıncıl bir inanç olduğunun altını çizen araştırmacılardan olan Akkaya, “Dersim inancını da kapsayan Aleviliğin gerek velileri arasında kadın ve erkeklerin birlikte var olmasına, gerek tarihsel olarak Yol’u kadın erkek beraber kurmalarına, gerek Kırklar Meclisi gibi metinlerde yine kadın ve erkeklerin birlikte ve eşitçe anılmasına tanıklık ediyoruz” diyor ve devam ediyor:

“Doğanın içinde var olan ve o doğanın parçalarıyla arasında duygusal bağ kuran, kendi varlığı ve nesnelerin varlığının birbiri ile ilişkisini fark edip bu diyalektik bağ üzerinden kendisini de tanımlayan bir Aleviliktir Dersim kadim inancı. Onu kadim yapan da bu yanıdır. Erkek tek tanrılı dinlere dönüşmemesi, aksine erkek tek tanrılı dinlere karşı varlığını yüzyıllardan bu yana bedel ödeyerek bugünlere taşımasının da nedeni yine bu özgün, kadıncıl, kadim yanıdır. Alevilikte yaratılış yoktur, var eden vardır ve var eden Fatma Ana’dır. O, kandildeki nurdur. Işıktır. Yani var eden kadındır. Ocaklardan, ziyaretlere, deyişlere her yerde mutlaka çokça kadın adına rastlamamız bundandır. Fıtratında eşitlik olmayan İslam inancının Aleviliği kendisine “tehlikeli” görüp asimile etmeye çalışmasının başat unsurlarından biri Aleviliğin eşitliği savunan, kadıncıl bir inanç olması yatar.”

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Akkaya, ziyaretlerin Dersim Alevi inancındaki yerini ise şu sözlerle anlatıyor:

“Dersimli birini çevirin ve ona Alevilikle ilgili aklına gelen ilk üç şey nedir diye sorun. Çok yüksek oranda ilk üçe girecek kelimelerden biri ziyaret olacaktır. Ziyaret yoksa Dersim Aleviliği olamaz. Ziyaret bu inancın havası ve suyu gibidir, yaşamsaldır. Dersim inancında her köyün ayrı ayrı, civar köylerin ortak ziyaretleri vardır ve bu ziyaretler de kendi aralarında küçük, büyük diye ayrılır. En büyük ziyaretler en yüksekte olur. Düzgün Baba en yüksektedir. Ziyaretin olması, adınızın olması gibidir. Adınız olmadan olur mu? Ayrıca ziyaret, Aleviliği diğer inançlardan ayıran en temel unsurlardan biridir. İslam inancında ziyaret yoktur. Onlar açısından Munzur gözeleri su kaynağıdır. Oysa ziyaret Aleviliği var eden, onun erkek egemen inançlardan farkını açıkça ifade eden temel unsurlardan biridir.”

Dersim’de kadın adlı çok sayıda ziyaret olduğunu biliyoruz ancak Gülfer Akkaya, Munzur’un en ünlü kadın adlı kutsal mekân olduğunu öne sürüyor ve bunu Nuri Dersimi’ye dayandırıyor:

“Dersim inancı da Alevilikteki diğer sürekler gibi erkekleştirilmekten kurtulamadı. Bugün erkek adlarıyla anılan birçok ziyaret dâhil Dersim’de çok sayıda kadın adıyla tanınan irili ufaklı ziyaretler olduğunu biliyoruz. Ana Fatma’yı, Heskar’ı biliyoruz. Ve daha nicelerini. Ama bence Dersim’de kadın adıyla bilinen yahut bilinmeyen mi desem en ünlü kutsal mekân Munzur nehridir. Nuri Dersimi var oluşunu ve adını mitolojik bir anlatıya dayandırarak Munzur nehrinin adının kadın adı olduğunu aktarır. Bunun herkesçe bilinmesinin ve oraya Munzur Ana denmesinin yaratacağı etkiyi düşünmek bile insanı heyecanlandırıyor. Bu mekânların en çok sahip çıkanları, ziyaret edenleri, ritüelleri sürdürenleri bugüne dek kadınlardı. İnanç toplumların dili gibidir. Ve şu anda Alevi kadınların dili serbest değildir. İşte bu mekânlar geçmişin kadıncıl sözcükleridir her ne kadar adları değiştirilip erkekleştirilse de.”

 

Akkaya, bu kutsal mekânların yani ziyaretlerin günümüzdeki etkisine dair sorumuzu ise şöyle yanıtlıyor:

“Alevi toplumuna ait olup, inançlı olan ya da olmayan insanların çok önemli kısmı ziyaretlere saygı duymaya devam ediyor. İnanan biriyse eğer, inançsal ritüellerini de sürdürüyor. İnanmayan biriyse yine de o ziyaretlerle arasında duygusal bir bağı hep oluyor. Ya çocukluğu bu mekânda geçmiştir, anılarında bu mekânlar önemli yer alır ya da o mekanlar mesela köyünün ya da şehrinin o kadar merkezi ve temel bir yanıdır ki zaten yaşam onun çevresinde dönüyordur. Tıpkı Munzur nehri gibi.”

İsviçre’de yaşayan Dersimli yazar Haydar Karataş, Dersim’de insanın tanrısıyla bağ kurmak için doğaya gittiğini söyleyerek başlıyor sözlerine ve devam ediyor: “Tanrısıyla iletişimi böyle oluyor. Dersimlilere göre bir inanç mekânı insan eliyle yapılmışsa kutsal değildir. Eskiden Dersimlinin evinin önündeki ağaçtaydı Tanrı, sudaydı, dağdaydı, güneşteydi. Ama biz inancı hep ideoloji üzerinden tartıştığımız için bunu göremedik.”

 

Dersim inancının sadece kış aylarında kutlanan Aşure, Gağan, Hızır, Heftemal ve Beri bayramlarında yoğun olarak yaşandığını anlatan Karataş sırayla bu bayramların içeriklerini anlatıyor:

“Aşure, Eski Mısır’ın Ra kabilesinden beri devam eden bir bayramdır, hatta Berlin Müzesi’nde Mezopotamya’nın Uruk şehrinde aşure kazanlarının kaynadığına dair tasvirler vardır. Dersim’de de bin yıllardır kutlanır. İkinci bayram Gağan’dır. Batıdaki noele çok benzer ve Gağan’da üç tanrıya yakarılır, o yüzden ekmeğin içine üç tane çubuk konur. Kime hangi gelirse, o tanrının dileklerini kabul edileceğine inanılır. Bu bayramın artık sadece eğlence tarafı kalmıştır. Üçüncüsü Hızır bayramıdır ve Valentine Günü’ne benzer. Hazır ayında da sevgi, aşk, çoğalmak temaları öndedir. Dersim’de kuşların çiftleşme mevsimi o günlerde başlar. Bir adı da Güzelleşme Bayramı’dır. Dersim’de en büyük tanrı Hızır’dır. Her şeye hakaret edilir ancak Hızır’a ve ziyaretle asla hakaret edilmez. Dördüncüsü Heftemal’dır. En büyük tanrı olan Hızır, kışı taşıyamaz ve yedi hamal gelir kışı sırtına alır. Son bayram ise Beri’dir. Aynı zamanda Zazacada Thüye kuşu olarak bilinen İshak Kuşu’nun adıdır. Beri, Thüye adlı kuşun hikâyesiyle başlar. Thüye aslında denizlerin kurtarıcısı İlyas’tan Hızır’ın insanlarına yaz geldi haberi getiren kuştur. Bu kuşun gelmesiyle kış son bulur, Dersimliler tencere tavalarını alıp ziyaretlere giderler ve Beri’yi kutlarlar. Araştırmalarıma göre en son 1968’de kutlanmış.”

 

Dersim’de pek çok inancın kentleşme ile yok olduğunu, birçok Dersimlinin insan eliyle yapıldığı için cemevlerine de gitmediğini, zaten cemevlerinin de karakteri olmayan yerler olduğunu söyleyen Karataş sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Dersimlilerde cemevi yoktur. Cem herhangi geniş bir evde bağlanabilir. O mekânların kutsal bir yanları yoktur, ancak ziyaretler kutsal mabetlerdir. Herkesin bir ziyareti olmak zorundadır. Bunlar dağ, su pınarları, bazen bir tepedeki ağaç ya da belli taşlardır. Dersimliler bu inançlarını büyük şehirlerde de gizliden gizliye yaşatırlar. Çevrenizdeki Dersimlilere sorun özellikle bayanlar ve yaşlı kadınlar… Neredeyse hepsi ceplerine, çantalarının bir gözüne ziyaretlerden aldıkları bu taşlardan koyarlar. Ya da evlerinde bu kutsal mekânlardan aldıkları taş, toprak, ot ya da o ziyaretin çiçeğini saklarlar. O cisimlerle güçlü duygusal bağları vardır. 7 yıl sonra hapiste ziyaretime gelen annem o küçük çakıl taşını getirmişti.”

 

Dersimlilerin yaz aylarında kutladıkları bir bayram olmadığını, bütün bayramların kışın başlangıcı ile bitişi arasına sığdığını söyleyen Karataş, Dersim inancının göçmen bir inanç olmadığını, tamamen coğrafyaya özgü olduğunu dile getiriyor ve “Ve bu doğa boşaltıldığı için kendi kültürel devamlılığını taşıyamıyor ve kentleşirken çocuklarına bunu veremiyor” diyor.

Dersim coğrafyasının tespit edilen 850 ziyaret ya da Haydar Karataş’ın tabiriyle her köyün ziyaretleri çok daha büyük bir bellek araştırmasının konusu elbette.

Ana Fatma

Dersim’de varlığını hala sürdüren kadın ziyaretleri de var ve bunların en önemlisi Ana Fatma’dır. Dersim-Ovacık yolu üzerinde yer alan Ana Fatma Ziyaretgâhı, esasen bir su kaynağıdır. Daha sonra üzerine bir türbe yapılmış ve her yıl binlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor.

 

Rivayete göre; Cebrail bir gün dünyaya gönderilir. İki gidişinde de dünyada bir şey göremez ve Hak onu dünyaya bir kez daha gönderir. Cebrail hiçbir şey göremeyeceğinin ümitsizliği ile yine etrafına bakınırken bir ışık görür, akabinde bir koku duyar ki o konu onu mest eder. Sonra ise başında kırmızı taç, kulağında kırmızı küpe ve boynunda yeşil madalyon olan bir kadının ağladığını görür. Cebrail bunun manasını Hak’ka sorar. Hak anlatır; gördüğü ışık ümitsizlik anında kendi nurunun ortaya çıkmasıdır ve o ışık Fatma Ana’dır. Koku ise onun kudretinin kokusudur. Kırmızı taç Ali’dir, yeşil madalyon Hasan’dır ve kırmızı küpe ise Hüseyin’dir. Fatma Ana bu sebeple ağlamaktadır. Alevi inanç merkezlerinde, ziyaret ve cemevlerinde yakılan mum veya yağlı bezlerin hepsinin “Ana Fatma nuru” olduğu söylenmesinin nedeni bu anlatıdır.

Anadolu tasavvufunun önemli ozanlarından Meluli; Fatma Ana’nın yüceliğini yaratılışa kadar bağlar dizelerinde ve şöyle der: “Kurup yoğuran ben idim / Hiç yokken Âdem nesli /

Âdem’i doğuran ben idim / Yeşil kandil nuru benim / Cennetteki huri benim /

Âdem ata yâri benim / Şit’i doğuran benim / Geçen peygamber bir, bir /

Hep benden aldı feyz-i- nur / Musa’ya dahi dağ-ı Tur  / İsa’yı doğuran ben idim / Ta ezelden nur-u kandil / Fatıma anamızdır bil  / O yuttu iki gonca gül / Hüseyni doğuran ben idim.”

 

Anadolu tasavvufunda baştan sona tüm anlatımların özeti olan Muhammed ile Ali’nin muhabbeti, onları cevher olarak içinde taşıyan iki nur olan Fatıma’dadır. Tasavvufa göre, Fatıma nübüvvet ile velâyetin buluştuğu nokta, iki nuru mayalayan ‘Muhammed Ali’nin Zehra’sı olan çoban yıldızıdır. Fatıma ‘çoban’lara yol gösterirken aynı zamanda ‘yol’un kendisidir. 

Ana Fatma; Dersimli kadınlar için inancın en önemli figürlerinden biridir. Dersimli anneler her sabah güneş doğarken “Ya Ana Fatma’nın ışığı, sen himmetini çocuklarımızdan, evlatlarımızdan, masumlarımızdan eksik eyleme” diye dua ederler. Ana Fatma, bazen güneş, bazen ay gibidir Dersimli için.

 

İnanca göre Kerbelâ hâdisesinde Muhammed Peygamberin Fatma’dan olan torunlarının öldürülmesi bir Çarşamba günü Fatma’ya âyân olmuştur; dolayısıyla Dersim bölgesinde Çarşamba gününe “Kara Çarşamba” denir ve o güne dair pek çok alışkanlık vardır. Örneğin; Kerbelâ haberini aldığı esnada su kaynatan Fatma Ana, suyu devirdiği için Çarşamba günü banyo yapılmaz. Yine Muharrem orucundan bir gün önce Ana Fatma Orucu tutulur.  Bu orucun kökeninde Fatma’nın daha evlatları olmadan önce Cebrail ile cennete gitmesi ve orada yeşil ve kırmızı başlı iki erkek çocuğu görmesine dayanır. Cebrail’e bu çocukların kim olduğunu sorar ve ileride doğuracağı çocuklarının olduğunu öğrenir. Başlarındaki renk farkının ise sebebi şudur; “Yeşilbaşlı olan oğlun Hasan, zehirlenerek öldürülecek. Kırmızı başlı olan oğlun Hüseyin Kerbelâ’da katledilecek.” Anlatıya göre Cennet’ten çıktıktan sonra Ana Fatma henüz doğmamış çocukları için yas tutmaya başlar.

 

Dersim’de Ana Fatma yeminlere dahi girmiştir, mesela bir yemin “Ana Fatma’nın dişi ağrımasın” şeklindedir. Bu yemin her şeyin Ana Fatma’ya ayan olduğuna duyulan inançla ilgilidir ve insanların bazı durumlarda eksik davrandıklarında ettikleri bir yemindir.

Bereketin de sembolüdür Ana Fatma; hamur teknesi, hamurun kendisi, sac, oklava ve bunun gibi ekmek yapmak için kullanılan tüm malzemelere onun adı verilir, onunla anılır. Buralarda pişen ekmekler/lokmalar ise ‘Ana Fatma lokması’ olarak nitelenir.

Dersim’de yalnız bu dünyada değil, diğer bir dünya düşüncesinde de Fatma Ana kültü varlığını sürdürür. Bu sebeple bir kadın öldüğü zaman onun gözleri saçları ile kapatılıp beyaz örtü ile bağlanır ki sorgu melekleri geldiklerinde kadın korkmasın ve melekler bilsinler ki bu ölen kişi bir kadındır ve Fatma Ana şefaatine kadirdir.

 

Beyaz Ağaç Ziyareti-Jiare Dara Sıpiye

Dersim’in bir başka kadın ziyaretlerinden biri de Jiare Dara Sıpiye olarak bilinen ağaçlık alandır ve Hozat’ın Şakak köyündedir. Koye Sıpi olarak bilinen Beyaz Dağ’ın eteklerindeki bu alan, İslamiyet öncesi bir ritüelin izlerini taşır, çünkü burada ana tanrıçaya yakarılır, niyaz edilir.

Alevi araştırmacı Turabi Saltık bu ziyaretin hikâyesini şöyle anlatıyor:

“Derler ki; her perşembe günü Dersim'in tüm kuşları toplanır bu alandaki ana tanrıça kayasının dibinde çıkan buz gibi soğuk suyun başına gelirler. Kuşlar suyunu içtikten sonra kuşdiliyle ana tanrıçaya yakarırlar. Bu soğuk suyun çıktığı kayaların yanı başında yüz yıllara meydan okuyan On Beyaz Ağaç (Des Dara Sıpi) vardır. Bu ağaçlara Jiara Dara Sıpi denir. Kim ki bir kabahat kusur işler veya bir kuşun kanadına zarar verirse, ya da bir dal odun keserse, yani doğaya zarar verirse Jiara Dara Sıpi, onu cezalandırır.”

Saltık, mekâna ilişkin bir başka anlatıyı ise şu şekilde aktarıyor:

“Derler ki, bir gün yaşlı bir kadın ve iki çocuğu, keçilerini alıp Beyaz Dağ’a gider. Gün biter, köye dönmeyince, köylüler onları aramaya çıkar ve sabaha karşı onları On Beyaz Ağaç’ın altında kayaya dönüşmüş olarak bulurlar. Ondan sonra oraya Jiara Dara Sıpiye adı verilir.”

 

Baba Mansur Ziyareti

Derler ki, Baba Mansur ve Kureyş Baba Dersim yakınlarındaki Bağın Kalesi’ne yerleşmek ister. Alâeddin Keykubad onları tanımadığını, kim olduklarını bilmediklerini söyler. Baba

Mansur Evlâd-ı Resul olduklarını söyleyince, Alâeddin Keykubad onlardan keramet göstermelerini ister. İstediği iki kerameti yerine getirir ama ikna olmaz. Üçüncü keramet olarak iki pirin fırına atılmasını emreder. Aradan üç gün geçer, üç gün sonra fırının kapısını açtıklarında Baba Mansur ile Kureyş Baba’nın sakalının buz tuttuğunu, onlarla birlikte giden padişahın yaverinin ise küle bulandığını görürler. Yaver, padişaha fırının kapısı kapanır kapanmaz bir gülistana dönüştüğünü anlatır. Alâeddin Keykubad en sonunda onların kerametli olduğuna ikna olur ve orada yerleşmelerine izin verir.”

 

Baba Mansur ile ilgili anlatılan en ünlü menkıbelerden biri de duvarı yürütmesidir. O duvar hala Mazgirt’in eski adıyla Muxundu yeni adıyla Darıkent nahiyesinde muhafaza ediliyor. Birkaç defa yıktırılan duvar, ocağa mensup aileler tarafından tekrar bir araya getirilerek muhafaza edilmiş, çevresine ev örülmüştür. Tek katlı bir binadan oluşan bu ev aynı zamanda cem salonu olarak da kullanılıyor. Söz konusu olan yürütülen duvar ise yeşil örtülere sarılarak korunuyor. Yüzyıllardır Baba Mansur Ocağı talipleri bu duvarı ziyaret ederler, dilek dilerler, adak adarlar. Birçok talip, Mansur Baba Ocağı’nın hastaları iyileştirme gücü olduğuna inanarak şifa bulmaya gelir. Gözelerde mumlar yakılır, dilekler için ağaçlara bezler bağlanır. Gözelerde gözlemlenen bir başka ritüel davranış ise kayalara taş yapıştırmadır. Dileğinin gerçek olmasını isteyen kişi yerden aldığı bir taşı Baba Mansur Gözelerindeki kayaya yapıştırmaya çalışır, eğer taş yapışırsa dileğin gerçek olacağına inanılır.

Turabi Saltık’ın anlattığına göre Baba Mansur, 1180'lerde bugünkü Muxundu'ya yerleşir. Ocağını oraya kurur. Baba Mansur bir gün, Kureş Babayla Muxundu’da Gözeler denilen yerde karşılaşır. Bir birbirlerine ikrar verirler. Bir başka rivayete göre rüya görür ve Kureş Baba’ya “Rave mın xun di” ‘Ben rüya gördüm’ der. Muxundu adının da oradan geldiğine inanılır.

Baba Mansur’un Muxundu’da üç tane mekânı vardır. Bunlar yürütülen duvarın olduğu yer ki aynı zamanda ocağın merkezidir, ikincisi Mansur Tepesi ve Mansur Gözeleri’dir. Bir rivayete göre Baba Mansur, adını taşıyan tepede talipleriyle oturup sohbet ederken talipleri demiş ki “pirim sen ev kurdun bizi buraya getirdin, ama suyumuz yok”. Baba Mansur bunu duyunca büyük kayanın önünde durmuş, elini koymuş ve su akmış.

 

Kureyş Baba Ziyareti

Ziyaret ve Ocak, Dersim’in Nazımiye ilçesinin Bostanlı (Zeve) köyündedir. Kureyşan aşireti/ocağı mensupları, kendilerinin peygamber soyundan geldiklerine inanırlar. Çünkü onlara göre, ataları olan Seyyid Mahmud Hayrani, (ki Düzgün Baba olarak sır olan Şah Haydar’ın da babasıdır), 7. İmam Musa-i Kazım aracılığı ile Ehl-i Beyt soyuna dayanmaktadır. Selçuklu döneminde seyyitlikleri kabul edilmiş ve şecere sahibi olmuşlardır.

Nitekim Osmanlı hükümdarları zamanında da şecereye mühür basma geleneği devam etmiştir. Şecereye eklenen sonraki asırlara ait yazılardan, Orhan Gazi'den I. Mahmud'a kadar pek çok padişahın bu şecereyi gördüğü anlaşılmaktadır

Pek çok kaynakta Kureyşan Ocağı’nın, Anadolu'da ki ocaklar arasında en eski ve en köklü olan olduğu belirtiliyor. Kureyş Aşireti, sözlü kaynaklara göre, Kirmanşah ya da Horasan'da

yerleşik iken, Moğol Devleti'nin kurulması sonrası başlayan tehlikeli süreçte, yurtlarından kalkıp 13. asrın başlarında Dersim yöresine gelmiştir. Aşiretin bir kısmı Anadolu’ya yayılırken, bir kısmı da Nazımiye yöresine yerleştikten sonra evlenen Kureyş’in, 7 oğlu, 2 kızı (isimleri Haskar ve Zel) olur. Bunlardan Haydar (Düzgün Baba) ismindeki oğlu genç yaşta sır olur. Soyu diğer 6 oğlundan devam eder. Kureyş isimli dervişten devam eden bir kol da, Gaziantep’in Yavuzeli ilçesinde bulunan Yukarı Kayabaşı Köyü’ne dayanmaktadır. Bunun sebebi de, Kureyş’in 13. Asrın ortasında çok sayıda talibi ile Dersim’den Gaziantep’e yerleşmesidir.

 

Bugün Nazimiye’de Nazımiye/Zeve’de Kureyş’in yaşadığı e bulunurken, defnedildiği yer ise Gaziantep’tedir. Dersim’de Kureyş’in mekânının olduğu yere Deu Kureyş (Kureyş’in Köyü) denir. Dersim’de başta Kureyşan aşireti olmak üzere Bahtiyarlar, Sisanlar, Erzincan’ın Cibice Boğazı’ndaki Balabanlar, Kuziçan’daki Çarekanlılar, Haydaran, Demenan, Yusufan, Karsan, Alan, Lolan aşiretleri bu ocağın talipleridir. Kureyş Baba’nın evi, halk tarafından ruh hastalıklarına şifa bulmak amacıyla ziyaret ediliyor.

Dersim coğrafyasında bunun dışında Hozat’taki Masum u Pak ziyareti, Pülümür’deki Heniyo Pil (Büyük Çeşme), Mazgirt’teki Turabi Baba Dergâhı gibi ziyaretgahlar da bulunuyor.

DAHA FAZLA HABER OKU