Vizyonda bu hafta: Bir paradoksun içindekiler...

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı

Melih Cevdet Anday’ın 1965 yılında kaleme aldığı, uzun yıllar tiyatrolarda sahnelenen ve Hüseyin Karabey tarafından sinemaya uyarlanan “İçerdekiler” filminden bir kare

Gerek siyasi, gerek fikirsel olarak toplumsal çeşitliliği sağlayan insanların bir arada olduğu ne güzel bir ülkede yaşıyoruz. Çağdaş uygarlık düzeyine erişmek için çok büyük bir zenginlik bu. Bir de bu zenginliği özgürlük ve bağımsızlık hakkıyla taçlandırmayı başarabilsek en uygar ve en refaha kavuşmuş ülke olarak anılmamıza ne içerden, ne de dışardan bence hiçbir güç mani olamaz.

Ama hayalini kurduğum bu ideal çerçevesinde karnemiz imrenilir bir halde mi, elbette hayır. Ülkemizin dinamikleri bu ideali gerçekleştirmeye elverişli olsa da aksine "bir şiir" okuduğu ya da "çocuklar ölmesin" dediği veya "her şey çok güzel olacak" yazan bir pankart açarak fikir, duygu ve düşüncelerini beyan ettiği için "terör örgütü propagandası yapmak" suçundan insanların gözaltına alınması an meselesi.

Elbette eden hak ettiğini bulur, adalet bir gün herkese lazım olur. Ancak tümden yargılama huyundan bir vazgeçilse, herkes rahat bir nefes alsa, duygular, düşünceler özgür kalsa gerçekten her şey çok daha güzel olmaz mı? 

İçerdekiler: Bir paradoksun içindekiler

Yönetmen: Hüseyin Karabey | Oyuncular: Caner Cindoruk, Gizem Erman Soysaldı, Settar Tanrıöğen | 116 dakika


25. Adana Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nün sahibi olan, 38. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümünde yer alan İçerdekiler filmini gösterime girdiği bu hafta kadraja almakta fayda var. Melih Cevdet Anday’ın 1965 yılında kaleme aldığı, uzun yıllar tiyatrolarda sahnelenen eseri “İçerdekiler” Hüseyin Karabey tarafından sinemaya uyarlandı. Yönetmenin daha aklında henüz sinemanın olmadığı yıllarda okuduğu, yaklaşık yedi yıllık bir hazırlık sürecinden sonra sinemaya aynı isimle uyarladığı eser “olay polisin tevkif kararı olmadan herhangi bir kişiyi süresiz olarak tutuklu bulundurabileceği bir ülkede geçer” genellemesiyle başlıyor. Fakat düşünce suçu kavramına dair paradoksal bakışıyla günümüz Türkiye’sindeki mevcut davaların ve iddiaların bir yansıması olduğunu düşünmemek için hiçbir neden yok.
 


Tek mekanda çekilen film polis müdürlüğünde, siyasi kısım başkomiserinin odasında, üç kişi arasında geçiyor. Darbe döneminde mevcut iktidarın söylemine karşı bir bildiri dağıttığı gerekçesiyle gözaltına alınan bir öğretmen, tutuklama kararı olmaksızın siyasi şube başkomiseri tarafından 185 gün boyunca baskı altında sorgulanır.  
 


Ortada suç olarak değerlendirilen, devletin tehdit ya da tehlike olarak gördüğü bir belge üzerinden kolluk kuvvetinin suçluyu bulmak adına suçsuz bir insana suç yükleme çabası ortadır. İşlenmeyen bir suçu kabul ettirmek için canını dişine takan ancak bu yolda herhangi bir ilerleme kaydedemeyen komiser hükümsüz olarak gözaltında tuttuğu öğretmeni konuşturabilmek için yeni bir çözüm arar. Mahkumu odasına çağırır ve açık görüş yasağı olmasına karşın onu karısıyla buluşturacağını söyler. Başta buna inanmayan tutuklu, sürekli komiserin bu iyiliği neden yaptığını sorgular.
 


Her gün tekrarı gerçekleşen sorgulamalardan bir tanesi olduğunu düşündüren bu durum için komiser kendi tabiriyle insafa geldiğini söylerken bu jestine karşılık mahkumdan suçunu itiraf etmesini ister. Bu görüş pazarlığı ile geçen filmin ilk yarısından sonra baskı altında sorgulanan ve büyük bir psikolojik savaşa maruz kalan tutuklu, karısı ile görüşme şansı yakaladığında kendisini en derinlerdeki arzularıyla cebelleşirken bulur ve insani güdülerinin esiri olur. Komiserin odasında karısıyla yalnız kalacağı anı beklerken, içeri gelen konuk onu bambaşka bir sorunla yüzleşmek zorunda bırakır.
 

 


İnsan ruhunun zayıflığı

Biraz son dönem İspanyol gerilimlerine benzettiğim, biraz da (Asgar) Ferhadivari bir yaklaşımla seyirciyi ikilemde bırakacağını düşündüğüm film toplumsal duyarlılıklar üzerinden gerçeklik duygusunu başarılı bir şekilde yakalıyor. Türüne göre uzun bir film olduğunu düşünsem de yönetmen seyredeni sıkmadan, kişilerin ruh hallerini, hikayedeki duygu ve kimlik dönüşümlerini oldukça etkili bir şekilde ele alıyor.
 

 


Oyuncular metindeki incelikleri güçlü bir şekilde içselleştirerek başarılı bir şekilde hayat verdikleri karakterleri tek boyutluktan çıkarıp onlara derinlik katarak seyirciyi hiç beklemediği yerlerde empati yapmaya zorluyor. Suçsuz olduğu düşünülen kişinin toplum nezdinde ayıplanan, hatta suç olarak kabul edilen bir eylemi tıpkı komiserin yaptığı gibi haklı argümanlarla kabul ettirmeye çalışması hikayeyi bir anda ters yüz ediyor. Böylelikle insan kimin hangi durumda haklı ya da haksız olabileceğini sorgulamaya başlıyor. Nihayetinde içerdekiler dışarıya, dışardakiler içeriye mahkum oluyor. 
 

 


Ego’nun id’e seslenişi 

İçeriye girip dışarıya özlem duyan, dışarıda olmasına rağmen içerde olduğunu fark edemeyen insanlar var. İçeriye girenler var ve oradan çıkanlar eskisi gibi değil. İçerde olma hali hayatın izdüşümüdür belki, hayatın kendisi gibi. İçerdekiler “içeri”yle sahici bir ilişki kurarak seyredeni fiziksel ve psikolojik şiddetin her türlüsüyle yüzleşmesini sağlıyor. İnsanın insana yaşattığı aşırı baskı karşısında duyulan isyan nihayetinde mağduriyeti bir zorbalığa dönüştürebiliyor. Koşullar kişinin lehine döndüğünde gücü ele geçiren kişi bir anda kendini şiddeti kullanan bir erk sahibi yapabiliyor. Süper egonun baskın olduğu bir duygu dünyasında ego (benlik) ile id (alt benlik) çatışması başlayabiliyor. Nihayetinde böylesi kaotik bir çatışmada kişi isyan ettiği düzenin bir anda koruyucusuna dönüşebiliyor. 
 

 


Bu kapsamda 1965’te yazılmış olmasına rağmen insanın özüne dair sorular sormasını sağladığı, evrensel mesajlar taşıdığı ve yazıldığı dönemin gerçekliğinin günümüzde de güncelliğini koruduğunu göstererek psikolojik gerilimin kapılarını aralayan eser bu film vesilesiyle de belki 20 yıl sonra da izlendiğinde aynı etkiyi hissettirecek. Ne de olsa tarih tekerrürden ibaret.
 


Haftanın diğer filmleri

Bisikletler

Manuel J. Garcia'nın yönettiği animasyon Bisikletler (Bikes), dağ bisikleti Spidi ve arkadaşlarının hikayesini anlatıyor. Güzeller güzeli dağlarla çevrili, içinde şırıl şırıl derelerin aktığı küçücük bir kasaba olan Spoksvil’de, rengarenk bisikletler mutlu bir hayat sürmektedir. Kahramanımız Spidi, cesur ve arkadaş canlısı bir dağ bisikletidir. Kasabanın postanesinde çalışsa da bir yarış bisikleti olmak hayallerini süslemektedir. Günün birinde efsanevi yarış bisikleti Rak kasabaya geri döndüğünde, Spidi yarış bisikleti olabilmek için Rak’tan yardım alabileceğini düşünerek çok heyecanlanır. Ancak Rak’ın kasaba için kötü planları vardır. Şimdi Spidi ve arkadaşlarının güçlerini birleştirerek kasabalarını kurtarmaları gerekecektir. Bisikletler, arkadaşlık ve çevre bilinci üzerine eğlenceli ve renkli bir animasyon.

Gün Batımı

Yabancı Dilde En İyi Film Oscar'ına layık görülen 2015 yapımlı Son of Saul'un ardından László Nemes, I. Dünya Savaşı öncesinde Budapeşte'de geçen yeni filmi Gün Batımı (Napszállta ‘Sunset’), genç bir kızın güçlü ve korkusuz bir kadına dönüşmesini kesitler halinde beyaz perdeye taşıyor.

John Wick 3: Parabellum

Keanu Reeves'in başrolünde yer aldığı aksiyon serisinin üçüncü filmi olan John Wick: Chapter 3 - Parabellum, ikinci filmin sonu itibarıyla ölüsüne 14 milyon dolar değer biçilen ve The High Table üyesi birini öldürdüğü için gizli suikastçı birliğinden atılan John Wick'in dünyanın bütün suikastçıları peşindeyken New York'tan çıkmaya çalışmasını konu ediniyor.

Kim Daha Mutlu?

Herkes mutlu olmak ister. Ama tarifini bilmez. Başka hayatlarda, internetteki "öykü"lerde mutluluğu arar durur. Hakan Haksun'un yönettiği Kim Daha Mutlu? bir düğünü ve sonrasında gelişen olayları konu ediniyor.

Lanetli Kapı "Paranormal Orman"

Lanetli Kapı: Paranormal Orman (Door in the Woods), ormana yaptıkları gezi sırasında gizemli bir kapı keşfeden ailenin başından geçenleri anlatıyor. Küçük bir kasabada yaşayan ailenin hayatı, bir gün ormana yaptıkları bir gezi sırasında gizemli bir kapı bulmaları ile bambaşka bir hal alır. Kapıyı bulmalarından sonra hayatları kötüye gitmeye başlayan aile, bu gizemli kapının sırrını öğrenmeye karar verir. Keşfettikleri şey, sadece artık kullanılmayan bir kapı mı, yoksa kimsenin öğrenmek istemeyeceği karanlık bir gerçeğe açılan bir kapı mıdır?

Masumiyetin Dayanılmaz Çekiciliği

Anne Fontaine'in yönettiği Masumiyetin Dayanılmaz Çekiciliği (Blanche comme neige ‘Pure As Snow’), genç Claire ve üvey annesi Maud üzerinden klasik masal anlatılarını günümüze uyarlayan bir hikayeyi odağına alıyor. Claire, genç, oldukça güzel ve dikkat çekici bir kadındır. Üvey annesi onu, babasından kalan otelde tıpkı bir hizmetçi gibi çalıştırmaktadır. Bir süre sonra Maud’un genç sevgilisi, güzelleri güzeli Claire’e aşık olur. Artık kıskançlık sınırlarını aşan ve üvey kızına tahammülü kalmayan Maud, ondan kurtulmaya karar verir. Üvey annesi Maud’un baskılarından ve kıskançlığından kurtulmak için kendine çiftlikte bir barınak bulan Claire, burada 7 ‘’prens’’le karşılaşır ve asıl macera başlar.

Ne Olur Gitme

Yüksel Torun'un yönetmenliğini üstlendiği Ne Olur Gitme, eski bir kiralık katil olan Kudret'in geçmişiyle yüzleşmesini konu ediniyor. 60'lı yaşlardaki Kudret, eski bir kiralık katildir ve mesleğini bırakıp sakin bir hayat sürmek için kasabaya yerleşir. Kudret, eski hayatının izlerini silmeye çalışsa da geçmişe ait sırların, ilişkilerin ortaya çıkması ile olaylar peşini bırakmaz.

Uglydolls

Kelly Asbury'nin yönettiği animasyon UglyDolls, kendi gariplikleriyle mutlu mesut bir şekilde yaşadıkları Uglyville'den "mükemmel" oyuncakların olduğu yeni bir kasabaya yolculuğa çıkan Moxi ve oyuncak arkadaşlarının hikâyesini anlatıyor. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU