1970’li yıllardan 2000’lere... 78'li devrimcilerin "İnancı"*

Celalettin Can, Independent Türkçe için yazdı

78 kuşağının sosyolojik yapısına biraz kafa yoranlar, "inançlarının" gerçek bir temele dayanmaksızın, adeta bir din düzeyinde sistemleştiğini düşünüyorlar. Bilgiççe, sosyalizmin bir "din değil, bilim olduğunu" tekrarlayıp duruyorlar. "Taşra" insanının din bağlarından büyük bir hızla koptuktan sonra, bir başka "dine" ihtiyaç duyduğu, bu "bilimsel" kılıklı eleştirmenlerin başlıca argümanıdır.

Bunda gerçek payı var mıdır? Hiç kuşkusuz bu iddia bütünüyle yadsınamaz.

Bizim kuşağımızın çelik kadar soğuk bir gerçekçilikle harekete geçmediği açıktır. Yüz binlerce insanın bilimle donanmış, bütün sosyal, ekonomik ve politik olayları keskin bir rasyonalizmle irdeleyen bilim insanları topluluğu olduğunu düşünmek saçmadır. Kaldı ki, 78 kuşağının bazı önde gelenlerinin sosyalizme bir "ütopya", adeta bir "din" gibi kutsallık atfettikleri de doğrudur. Biz "tarihin çarklarının geri dönülmezcesine sosyalizmden yana döndüğünü ve görevimizin de bunu hızlandırmaktan ibaret olduğunu" tartışmasız biçimde düşünmüşüzdür.

Peki, bir kuşak böylesine saf ve temiz bir ütopyaya sahip olduğu için küçümsenebilir mi?

En önemlisi, bırakalım bizim kuşağımızı, eğer insanlık çektiği bütün acılardan, eşitsizliklerden, baskılardan, sömürüden, savaşlardan kurtulacağına inanmasaydı, kendiliğinden bir kurtuluş ütopyasına sahip olmasaydı, kimi Amerikan tarikatlarında gördüğümüz gibi kolektif bir cinnete ve intihar edimine yuvarlanırdı. Dinlerin rolü böyle bir sonu önlemek için, insanlığı bu dünyada olmasa da bir başka dünyada "kurtuluşa" ereceğine inandırmak olmuştur. Dini bir "afyon" olarak nitelerken Marks’ın kastettiği budur. İnsanlık, ağrılarının kökenini keşfedemediği çağlarda onu ortadan kaldırmaya gücü, bilgisi ve tarihsel koşulları yetersiz kaldığı için, o ağrıları dindiren bir müsekkin olarak dine sarılmıştır. Dinin özel mülkiyetle birlikte egemen sınıfların elinde bir silah haline gelmesi onun bu özelliğini değiştirmemiştir. Spartaküs hareketini dindar köleler yüzünden karalamak kimsenin aklına gelmezken, 78 kuşağını "ütopyacılıkla" ya da kendi davasına "dine inanır gibi inanmakla" suçlamak büyük bir haksızlıktır.
 

 

Marksizm’i ütopik sosyalizmin en büyük hasmı olarak görenler vardır. Marksizm ütopyacıları hasım saymaz oysa. Tam tersine, Marksizmin üç kaynağından birisi Fransız ütopik sosyalizmidir. Marksizm elbette ütopyacı değildir. Ama Marks "herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar" ilkesinin er ya da geç insanlığın kurtuluş günü olacağını da söylemiştir.

Marksizm’in bu bağlamda dinden olan farkı şudur: Din, öteki dünyada cennete, yani ütopyaya kavuşarak kurtulmak için ibadeti, tevekkülü, iyiliği vaaz ederken, Marksizm bu dünyada cennete, yani ütopyaya kavuşarak kurtulmak için sınıf mücadelesini devleti yok edene kadar, dünyayı bilimsel olarak kavrayarak, örgütlenerek, devrimci süreci ilerleterek sürdürmeyi vaaz etmiştir. Kurtuluş için ölümü beklemekle, ölümü de göze alarak ütopyayı gerçekleştirmek arasındaki farktır bu. Din, cennetin güvencesini tanrıyla kul arasındaki ilişkide bulmuş, Marksizm ise yeryüzü "cennetinin" güvencesini bizzat kapitalizm tarafından yaratılan işçi sınıfında ve onun sermayeye karşı mücadelesinde aramıştır.

Marks yalnız Hegel'i değil, ütopyacı sosyalizmi de ayakları üstüne oturtmuştur. Günümüzde kapitalizmin nesnel yasalarını ekonomi politikle, tarihin nesnel yasalarını tarihsel maddecilik ile nasıl açıklıyorsak, milyonlarca insanı devrimci mücadeleye çeken süreçleri de Marksist sosyal psikolojiyle aydınlatıyoruz.

Kısaca biz, "inançları" inkâr etmiyoruz, "ütopyayı" inançların sonul amacı olarak küçümsemiyoruz. Biz inançları maddi temellere oturtuyoruz ve ütopyayı, bir inanç dinamosu olarak, onun diyalektik zıddıyla, yani gerçekleşebilir oluşla açıklıyoruz. Özgür, yaşanılır, aydınlık bir geleceğe dair ütopyası olmayan bir insanlığın vahşete mahkûm olacağını söylüyoruz.

Kuşağımızın düşünsel hayatında bilimsel düşüncenin en mükemmel biçimiyle çiçek açtığını söylemek zordur. Bu bilimsel düşüncenin ürünü olarak ortaya konan sosyalizme bizim kuşağımızın bütün saflığı ve temizliği ile inandığından da kimse şüphe edemez.

Gerçi büyük yenilgilerin sonrasında, sağlam bilimsel temellere dayanmayan böyle bir inancın kolayca yıkılacağı söylenebilir. Birçok durumda biz bunun sonuçlarını yaşıyoruz da. Ama bugünün sosyalistleri, eğer 78 kuşağının, ondan önceki kuşakların, dünya çapındaki büyük mücadelelere katılan insan kitlelerinin böyle bir inançla yürüttüğü mücadeleler olmasaydı, bilimsel düşünceyi geliştirecekleri tarihsel temelden yoksun kalırlardı.

78 kuşağını "bilime değil inanca" dayanmakla suçlayanlar, ellerinde olduğunu düşündükleri bu "bilimi" ne yapacaklar? Neyi inceleyecek, neyi kavrayacak, nelerden bilimsel sonuç çıkaracaklar? Örneğin, 78 kuşağının "yoğunlaşmış bir tarih" diliminde yürüttüğü mücadeleyi, o günkü dünya, bölge ve Türkiye koşullarında incelemeden bilimsel bir teori yapılabilir mi? O günün politik çizgilerini, mücadele yöntem ve biçimlerini, güçlerin karşılıklı konumlanışını, nesnel politik, ekonomik, sosyal ve kültürel ortamı incelemeden, 78 kuşağının o ortamda "bilimden çok dinsel inanışa" sahip olduğunu tekrarlamak bilim ile de, Marksizm ile de bağdaşmayan çok kaba bir eleştiridir.

Teori, dünya ölçeğindeki sınıf mücadelesi pratiğinin genellemesinden başka bir şey değildir sosyalizm açısından. 78 kuşağı, sınıf mücadelesine elbette bütünüyle teorisiz çıkmadı. Bizim teorik bilgi düzeyimizi tartışabilirsiniz, onu sığ, yetersiz ve hatta "kaba ve ilkel" bulabilirsiniz. Ama 78 kuşağının bildiği kadarını, şaşırtıcı bir kararlılıkla, inançla ve inatla hayata geçirmek için bütün belaları göğüslediğini inkâr edemezsiniz.

Teorik bilgimizi olduğu gibi, bu teoriyi hayata geçirmek için ortaya koyduğumuz pratiği de baştan sona yanlış, başarısız ve yenilmiş bir pratik olarak görebilirsiniz. Ama bu muazzam pratikten bugünün Türkiye'sinde yürütülen mücadele için sayısız ders çıkarılacağını, bu dersler çıkarılmadıkça doğru bir teoriye de başarılı bir pratiğe de ulaşılamayacağını inkâr edemezsiniz.

 78 kuşağı dinsel inanışın egemen olduğu köyünden, taşrasından çıkıp, büyük kentlerin siyasi hayatına damgasını vururken, sıradan insanın dinle ilgili tasavvurunu belki de din dışı siyasi eyleminde bambaşka bir inanca dönüştürmüştür. Bugün böyle bir inanç, bütün saf ve temiz inançları silip süpüren "küreselleşme" kültürünün fonunda birçok insana itici gelebilir.

Gelebilir ama bizim inançlı ruhsal durumumuzu alaya alanların, inancı siyaseten araçsallaştıran  gerici, fanatik ve demagojik "inançlara" karşı koyabilmek için er yada geç  herbirimizin yüreğinde yeniden saf ve temiz bir inanç ateşine ihtiyaç olacağı açıktır.

Bizi eleştiren kardeşler! Biz size hâlâ yüreklerimizdeki "inanç ateşini" verelim ve siz de "bilim ve teorinizle" bu ateşi körükleyin. O zaman göreceksiniz ki, bizim alaya alınan inancımızı körüklemek için bile insanda  daha iyi hiç değilse kollarını harekete geçirmeye karar verecek kadar bir inanca ihtiyaç vardır.

---------------------------------------

 

Kaynak:

1. Hem "Kaba ve İlkel “Hem "Ütopik", 78'liler Sorguluyor, CC, 2001-İstanbul

2. 78’liler Tükenmez dergileri 1.sayıdan 9. Sayıya -2004/2012


*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU