Tuğralar, portreler ve figürlerle bezenmiş çocuk defteri Fatih Sultan Mehmet'e mi ait?

İkinci Murat Han’ın Türk eşi Hüma Sultan’dan dünyaya gelen Fatih Sultan Mehmet, her zaman özel bir çocuk olmuştu

Kolaj: Independent Türkçe

Merhum bilim insanımız Ordinaryüs Profesör Süheyl Ünver, ilk defa 1940 senesinde rastladığı garip bir deftere evvela ehemmiyet vermedi. Yaklaşık beş yıl sonra kütüphanelerin en kuytu köşelerinde Farsça ve Arapça yazmaları incelerken kaderin bir cilvesi olarak bu defterle tekrar karşılaştı.

Bu kez defteri eline aldı ve dikkatlice inceledi. İçerisinde tuğralar, portreler ve garip hayvan figürlerinin çizildiği bu deftere dair içine bir şüphe düştü; çünkü işaretler, bu müsveddelerin Fatih Sultan Mehmet'e ait olabileceğini gösteriyordu.

Süheyl Ünver, bu muazzam keşfi bilim dünyasına tanıtmaya ise cesaret bulamadı; çünkü ispatı hayli güç olacak böyle bir eser bilim insanı kimliğine ciddi zararlar verebilirdi.

 

1950 senesinde Ünver, defterle tekrar karşılaştı. Bu kez cesaretini topladı ve üzerinde çalışmaya başladı. Defterin filigranından ve çizgilerin ihtiva ettiği anlamlara kadar uzun uzun çalışan Ünver, kararını verdi. Bu defter henüz genç bir şehzadeyken Fatih Sultan Mehmet Han tarafından alınan notlar ve çizimlerdi.

süheyl ünver.jpg
Süheyl Ünver

 

Ünver, 1953 senesine gelindiğinde yani fethin 500. Sene-i devriyesinde defteri kamuoyu ile paylaştı.

Defter Fatih Sultan Mehmet'e mi ait?

İkinci Murat Han'ın Türk eşi Hüma Sultan'dan dünyaya gelen Fatih Sultan Mehmet, her zaman özel bir çocuk olmuştu.

 

Sahip olduğu eğitim ve kişisel kabiliyetleri dikkate alındığınızda denilebilir ki Osmanlı Sultanları içerisinde hiçbir padişah onun ilminin zirvelerine yetişememiştir.

Genç şehzade zengin birikimine rağmen dehasının bir yansıması olsa gerek eğitiminin ilk devresinde büyük zorluklar yaşamıştı. Hocalarının bütün gayretlerine rağmen Şehzade Mehmet okumayı dahi sökemiyor ve herhangi bir ilerleme kaydedemiyordu.

 

Fatih'in zihin dünyasında harikalar yaratacak Molla Gürani'nin Hocalık sürecini Süheyl Ünver, "İlim ve Sanat Tarihimizde Fatih Sultan Mehmed Han" isimli çalışmasında şöyle anlatır;

"Bursa'da Çelebi Sultan Mehmet'in yaptırdığı Yeşil ‘Sultaniye, medresesinde müderris olan Molla Yegân ‘Mehmed bin Armağan, bir sene Hacca gider. Dönüşte mu'tâd veçhile İlmî temaslarda bulunmak gayesiyle Mısıra uğrar. Orada tahsilini henüz bitiren genç ve kuvvetli âlim Molla Gürâni ile tanışır. Bu olgun ve ciddî âlimi pek beğenir, beraberce Anadolu'ya "Rum'a, yani Türkiye'ye gitmeği teklif eder. Molla Gûrâni bu arzuyu kabul eder. Beraberce Bursa'ya gelirler. Molla Yegân usulen İkinci Sultan Murad'ı ziyarete gider. Molla Gûrâni de beraberdir. Lâkın yanına girmez, dışarda kalır. Padişah bu ziyarete memnun olur. Bana Hacdan ne hediye getirdin diye sorar. O da kapının arkasında hazır duran Molla Gûrâni'yi içeri alarak takdim eder. Molla ile görüşürler. Pâdişâh onu pek beğenir. Ciddiyet ve ilmine hayran kalır. Söz Mehmed Çelebi'ye intikal edince daha henüz Kur'anı bile sökemediğinden üzüntü ile bahsederek onu hoca olarak intihâb eder, Bu ciddi ve okumayanlara karşı asla müsamahası olmayan Molla Gûranî genç şehzadenin ilk dersinde yanma sopa ile girer.

Mehmed Çelebinin yeni Hocasının sopa ile yanma girmesi tuhafına gider ve tecessüsle bunun neye yarayacağını sorar. Molla Gûrâni kesin olarak şu cevabı vermiştir;

Eğer okumakta tekâsül gösterirseniz Pâdişâh babanızın emriyle bunu istimâle mecbur kalacağım."

 

Bu rivayete göre Gürani'nin Fatih üzerindeki en önemli etkisi genç şehzadenin dehasını ortaya çıkartması olmuştu. Namık Kemal, bu zekânın ortaya çıkarılması sürecini ‘avcı elinden kaçamayan bir yavru aslanın' terbiyeye razı olması olarak değerlendirir;

"Avcı elinde muztar kalmış aslan yavrusu gibi bir şeye muktedir olamayarak çaresiz derse başlamış, fakat nefsince bir eziyet bildiği tahsili ilerlemiş, fıtratında gizli istidat inkişafı lezzet ve haz duymuştur."(Namık Kemal – Evrak-ı Perişan)

Molla Gürani'nin genç şehzadeye verdiği eğitim ondaki öğrenme arzusunu büyük bir açlığa dönüştürmüştü. Molla Hocazâde, Molla Hatipzâde, Molla Hasan Samsunî, Sinan Hocapaşa, Molla Abdülkadir Hamidi ve Molla Ahmed gibi isimler Şehzade Mehmet'in ilim havuzunu doldurmak üzere birbiriyle yarışıyorlardı.

Fatih'in şehzadelik eğitimi sırasında karaladığı ve notların üzerine yazdığı düşünülen defter, İtalyan tüccarların İstanbul'a getirdiği aherli olmayan yapraklardan oluşuyordu.

Defterin üzerinde Fatih dönemine ya da şehzadenin kendisine ait olduğuna dair bir ibare bulunmuyor.

 

Buna rağmen defterin Fatih'e ait olduğuna dair iddiaları güçlendiren delilleri Sühey Ünver şöyle sıralıyor;

"Fatih Sultan Mehmed'in tamam ve noksan çok sayıda tuğrası ve müsveddeleri.

II. Sultan Murad ve Fâtih devri eserlerinden görülebilen bazı çiçek motifleri ve bunlardan mürekkep ufak terkipler.

At başları, baykuş, kartal, leylek çizgileri

Efsanevi kanat şeklinde ve yine XV. asırda tezyinatımızda yer alan Rumi dediğimiz örnek parçaları.

Hıristiyan portreleri çizgileri.

Sarıklı yüz çizgileri ve bunların yalnız baş etütleri.

Türk alfabesi

Yunanca alfabe

Fala bakmada kullanılan nokta ve çizgilerin çeşitleri

 Farsça iyi okunmayan beyitler

Bütün bunlar;

a)Yalnız zamklı ve is siyah mürekkep kullanılarak

b ) Büyük bir ihtimalle kalın, ince udu kamış kalemlerle

c) Zayıf bir ihtimalle bazıları da fırça ile çizilerek yapılmıştır"

(Süheyl Ünver - Fatih'in Çocukluk Defteri)

Defterin Fatih Sultan Mehmed'e ait olma ihtimalini güçlendiren en önemli detay imza olarak kabul edilebilecek tuğra müsveddeleridir. Ayrıca Hıristiyan ve Müslüman portrelerinin de saraya girip çıkan kişilere işaret etmesi başka bir husus olarak karşımıza çıkıyor. Çizgiler çocukça bir yapıda olsa da arka planda güçlü bir eğitimin izlerini taşıması sebebiyle Fatih Sultan Mehmet'e ait olma ihtimalini güçlendiren bir unsur olarak değerlendirilmektedir.

 

Defterdeki eserlerin sanatsal bir değerlendirmesini yapan Sevgi Gürtuna sıra dışı tespitlerde bulunuyor. Gürtuna'nın ilgisini çeken başlıca hususlar Türk kültüründe bulunmayan kuşların çizimi ve Batılı tarzda portrelerin defterde yer almasıdır;

"Kuşların gagası ve leyleklere ilişkin çizimler, çizgisel gelişim aşa malarını yansıtır ve ilkelden yetkine ulaşma çabası taşımaktadır. Türk kültüründe pek yeri olmayan hatta halk inanışına göre uğursuz kuş olarak bilinen ama Yunan kültüründe bilgeliğin simgesi olan baykuş çizimleri, Fatih'in Yunan ve Batı kültürüne yakınlığının dışavurumu olarak düşünülebilir. Bu defterde yer alan Yunan alfabesi de bu ilginin ve sempa tinin bir başka kanıtı olsa gerektir. İnsan figürlerinin hepsinin erkek olması ilgi çekici ve düşündürücüdür."

(Sevgi Gürtuna - Sanat Eğitimi Yönünden ‘Fatih'in Çocukluk Defterinin Değerlendirilmesi')

 

Defterdeki belki de en önemli detaylardan birisi Fatih'in çok boyutlu eğitimini yansıtıyor olmasıdır. O, sadece klasik eğitim almamıştır. Aynı zamanda, başta İtalyan ressamlar olmak üzere Batılı sanatçıların tedrisatından da geçmiştir. Bu küçücük deftere karaladığı çizimler bu durumu müşahhas kılmaktadır.

 

Gürtuna, durumu şu sözlerle açıklıyordu;

"Defterin ahersiz ve filigranlı sayfaları, Fatih'in şehzadeliği döneminde çevresinde bulunan İtalyan sanatçılar tarafından armağan edilmiş olabileceğini akla getirmektedir. Öyle ki Fatih'in, defterin aherienmesini beklemeden (zahmetli, pahalı ve zaman alan bir işlem olan aherleme yapıldıktan sonra kâğıtların 1 yıl kullanılmaması önerilirdi) hemen kullanmaya başladığı ve İtalyan ressamlardan aldığı eğitimle bu çizimleri yaptığı düşünülebilir. Sanata olan yeteneğini ve başarısını şiirleriyle ve Dîvanı'yla kanıtlayan, güzel sanatlara olan tutkusu bilinen Fatih Sultan Mehmed, Rönesans'ın çok yönlü usta sanatçılarından aldığı sanat eğitimiyle resim konusundaki bilgisini geliştirmiş olabilir."

(Sevgi Gürtuna - Sanat Eğitimi Yönünden ‘Fatih'in Çocukluk Defterinin Değerlendirilmesi')

Fatih Sultan Mehmet ilme merakını İstanbul'un fethinden sonra da sürdürmüştür. Fetihten hemen sonra kurduğu Sahn-ı Seman Medreseleri bunun en önemli kanıtıdır.

Ayrıca Doğu'dan Ali Kuşçu ve Tusi gibi âlimleri Batıdan ise Bellini gibi sanatçıları sarayına davet etmesi onun çok yönlülüğüne işaret etmektedir. Hatta ilim konusundaki merakı bilinen Fatih, bidat olarak kabul gören Hurufilik düşüncesinin müritlerini dahi sarayında ağırlamış ve fikirlerini dinlemiştir.

 

Fatih'in ilme olan tutkusunu Süheyl Ünver ilginç bir anekdotla şöyle aktarmaktadır;

"Fatih esasen İlmî tecessüse malikti. Her şeyi öğrenmek isterdi. Hıristiyanlık esasını ve afaroz edilenlerin Ölüsü, gömülünce çürüyüp çürümediklerini Patrik ve Hıristiyan âlimlerinden sordu Konya'dan Edirne'ye gelen Hekim. Beşir Çelebi ile konuştu. Bu Beşir Çelebi Risalesinde yazılıdır. O sÖylenilen her şeye tecrübesiz inanmazdı. Bu da aldığı müspet ilim terbiyesinin iktizası idi. Beşir Çelebinin bir rivayetini toprağı kazdırarak teşvik etti. Afaroz edilenler den birisinin mezarını açtırarak yapılan iddiaya tevsik ettirmeden inanmadı. Bunlar hep Fatihte ilmî zihniyetin mevcut olduğunu gösterir birer misaldi."( Süheyl Ünver - İlim ve Sanat Tarihimizde Fatih Sultan Mehmed Han)

İlk defa 1953 senesinde Merhum Süheyl Ünver'in bilim dünyasına tanıttığı "Fatih'in Çocukluk Defteri"nin gerçekliğine dair tartışmalar sürmektedir; ama eserin ihtiva ettiği entelektüel dünya ve birikim bu eserin Fatih'e ait olma ihtimalini güçlendirmektedir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU