Vijay Prashad: Batı'nın müdahalesi Arap dünyasında toplumsal süreci baltaladı

Arap Baharı sürecini takından takip eden Hindistanlı Marksist tarihçi, gazeteci ve yorumcu Vijay Prashad, ayaklanmaların nedenleri ve sonuçları hakkında Independent Türkçe'ye konuştu

Mısır'da eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi karşıtlarının 2013'te Tahrir Meydanı'nda düzenlediği gösteriden bir kare (Reuters)

Independent Türkçe'de daha önce makalelerine yer verdiğimiz Hindistanlı Marksist tarihçi, gazeteci ve yorumcu Vijay Prashad, Arap Baharı sürecini yakından takip eden bir isim. Prashad'ın Arap bölgesindeki protestoları kapsamlı olarak ele aldığı, Yordam Kitap tarafından Türkçe olarak da yayımlanan Arap Baharı, Libya Kışı (Arab Spring, Libyan Winter) ve Ulusun Ölümü Ve Arap Devrimi'nin Geleceği (The Death of the Nation and the Future of the Arab Revolution) isimli iki kitabı bulunuyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Tricontinental Sosyal Araştırma Enstitüsü'nde Direktör ve Yeni Delhi merkezli yayınevi LeftWord Books'ta Genel Yayın Yönetmeni olarak görev yapan Vijay Prashad, Arap Baharı'nın nedenleri ve etkileriyle ilgili Independent Türkçe'nin sorularını yanıtladı.

Türkçede de yayımlanan Ulusun Ölümü Ve Arap Devrimi'nin Geleceği isimli kitabınızda, Arap Baharı ayaklanmalarını tarihsel bir bağlama yerleştiriyorsunuz. Ayaklanmaların önünü açan tarihsel arka planı kısaca açıklayabilir misiniz?

Ayaklanmaların her zaman birçok aşaması vardır. Bu uzun bir süreçtir. Arap ayaklanmalarında, bu süreç bir dizi ihaneti kapsadı. Körfez Arap monarşilerinin demokrasiye yönelik uzun vadeli ihanetiyle oradaki protestolar acımasızca bastırıldı. Arap cumhuriyetlerinin daha kısa vadeli ihaneti, Arap devletlerinin neoliberalizmi tercih ederek, sosyal refahı yok ederek ve yine de tek parti iktidarını sürdürerek siyasi iktidar karşılığında sosyal kalkınma sağlamaya yönelik anlaşmayı bozmasıydı. Tunus ve Mısır'daki durum buna örnekti. Uzun vadeli bir yapısal sorun vardı. Kriz, 2007-2008 kredi krizinin ve önceki yıl buğday hasadındaki çöküşün bir sonucuydu. Ekmek fiyatlarındaki artış, gençlik arasındaki yapısal işsizlik ve kısa vadeli ihanetler, en azından Kuzey Afrika'da (Tunus ve Mısır) ayaklanmanın koşullarını yarattı.

Eylemlerin başında öne çıkan talepler daha sonra nasıl arka plana itildi?

Batılı hükümetler ve medyaları, insanların somut taleplerini hemen görmezden geldi. Bu talepler ekmeğin fiyatı, işsizlik ve daha geniş çerçevede neoliberalizme son verilmesiyle ilgiliydi. Muhtemelen onlar için seçim sandığı anlamına gelen “demokrasiye” odaklanmışlardı, ancak bu sadece bir illüzyondu. Mübarek ve Bin Ali bulundukları göreve “seçilmiş” kişilerdi. Sonrasında Batı'nın Sisi'yle de bir sorunu olmayacaktı. Hatta Fransa Sisi'ye en üst düzey nişanını bile verdi, sonuçta kendisi “seçilmişti”. Batı'nın seçimle iktidara gelmeyen Körfez Arap monarşileriyle de bir sorunu yok.

Dolayısıyla, tüm bu demokrasi söylemi, ayaklanmanın gündeme taşıdığı sınıf meselelerinden kaçınmanın elverişli bir yolu gibi görünüyordu. Unutmayın ki Tunus'ta ayaklanma, içinde bulunduğu durumdan dolayı aşağılanan kayıt dışı bir seyyar satıcının kendini yakarak ölümüyle başladı. Tüm bu sınıfsal talepler ortadan kayboldu ve çerçevenin dışında kaldı. Batı, bu durumu bir demokrasi protestosu olarak gördü. Bu çok dar görüşlü ve hatta yanlış bir bakış.

Batılı ülkelerin ve bölgedeki güçlerin süreç boyunca nasıl bir rol oynadığını düşünüyorsunuz? Bu süreçten ne şekilde faydalanmaya çalıştılar ve amaçlarına ulaştılar mı?

Dürüst olalım. Batılı güçlerin hiçbiri bu ülkelerin koşullarının gerçekten iyileşmesiyle ilgilenmedi. Mısır'da ABD, Mübarek'i iktidarda kalabilmesi için ödün vermeye ikna etmeye çalıştı. Daha sonra Batı ve Körfez'deki Arap ülkeleri Libya'yı mahvetti. Suriye'de de bölgesel güçler ülkeyi baskı altına almaya çalıştı. Tüm bunların Tunus ve Mısır'da gündeme getirilen ve sınıfsal meseleler olan temel sorunlarla bir ilişkisi yoktu.

Libya devletinin yok edilmesinin Libya halkına ne faydası oldu? Bu korkunç şiddetin hesabını kim verecek? Batı'nın müdahalesi, ki bu onların alışkanlığıdır, Arapça konuşan dünyada uzun vadeli bir toplumsal süreci baltaladı.

Arap Baharı sonrasında Ortadoğu'da bazı İslamcı grupların ve mezhep çatışmalarının güçlendiğini gördük. Bugün geldiğimiz noktada, bunun kalıcı bir etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Doğrusu İslamcı gruplar her zaman bölgedeydi ve uygun zamanı bekliyorlardı. Protestoların başlaması onlara fırsat sağladı. Müslüman Kardeşler bölge çapında, elbette Mısır ve Tunus'ta ve ayrıca Suriye ve Libya'da kendini gösterdi. Ancak, Mısır'da Suudi ve ABD destekli ordu tarafından engellendiler. Suriye'deyse El Kaide tarzı daha aşırılık yanlısı örgütlerin gölgesinde kaldılar. El Kaide ve benzeri bu örgütler, 2003'teki ABD'nin Irak işgali sonrasında Irak ve Suriye'de ortaya çıkmıştı. ABD'nin Afganistan'da Taliban'ı devirmesinin ardından ülkelerine dönen El Kaide üyelerinden kendi kadrolarını oluşturdular. 

Suriye ve Irak'ın bazı bölgelerinde, ardından da Libya'da yeniden gruplaşarak bölgede yeni tür bir kaos yaratmaya başladılar. Ancak o dönemden bu yana şekil değiştirdiler. Kuzey Afrika'da El Kaide'nin bazı unsurları, Sahra'da mal kaçakçılığı yapan gruplara dönüştü. Suriye ve Irak'taysa küçük gruplar oradaki hükümeti devirmeyi denemeye devam ediyor. Bu gruplar, Irak ve Suriye'de düzgün bir hükümet kurabileceklerini, Şam'da hükümeti düşüreceklerini ve belki de Libya ve Tunus'ta iktidara geleceklerini düşündükleri 2012-2014'te en yüksek noktalarına ulaştılar. Ancak bu girişimleri başarısızlığa uğradı ve kendi sakin tehlikeli bölgelerine geri çekildiler.
 

vijay prashad-foto.jpg
Vijay Prashad


Bu süreç bölgesel çatışmaları ne yönde etkiledi?

Eskiden beri süregelen bazı çözümsüz kalmış bölgesel çatışmalar var. Arapça konuşan ülkelerde, meydanlara çıkan insanların ülkelerindeki siyaseti sarsmasıyla iki tür çatışma ortaya çıktı. İlki, İran ve Körfez Arap monarşileri arasındaydı. Bunun Lübnan ve Suriye'de felaket sonuçları oldu. İkincisiyse, Müslüman Kardeşler'e yakın ülkelerle (Katar ve Türkiye) ve Körfez Arap monarşileri arasındaki çatışmaydı. İsrail'in tırmandırdığı her iki çatışma da bölgede savaş tehdidi oluşturmaya devam ediyor. Bu çatışmalar 2011'den önce de vardı ve varlığını sürdürdü. Öte yandan, 2009'da Doğu Akdeniz'de bulunan hidrokarbon kaynaklarıyla ilgili olarak bölgede ciddi bir gerilim ortaya çıktı. 2011'de bu hidrokarbon alanlarının rolüyle ilgili gerilim daha da büyüdü.

Libya'daki süreci ele aldığınız, Türkçede de yayımlanan Arap Baharı, Libya Kışı isimli bir kitabınız var. Libya'yı Arap Baharı'nın yaşandığı diğer ülkelerden ayıran neydi?

Libya'da protestolar İslamcılar ve liberaller tarafından yönlendirildi. Tıpkı Mısır'da olduğu gibi. Ancak bazı bölgesel farklar vardı. Libya'yı diğer ayaklanmalardan ayıran, Körfez'deki Arapların 7. Bölüm uyarınca Libya devletine karşı silahlı güç kullanmak amacıyla bir BM kararı çıkarmayı başarmış olmasıydı. Fransa ve ABD, Afrika Birliği'yle daha fazla müzakereye izin vermedi ve ülkeyi bombaladı. Böyle bir karar Suriye'de mümkün olmadı. Bu bombardımanlar tüm Arap Baharı'na damga vurdu ve süreci kışa dönüştürdü. Kitabım tam olarak NATO'nun savaşı sona yaklaşırken, Libya'da yeni savaşlar başlarken kaleme alındı. Bu savaşın içerideki siyasi değişim sürecini tümüyle altüst ettiğini ve Körfez Arap ülkeleriyle Batı'nın çıkarlarını son derece hoyratça bölgeye taşındığını açıkça görüyordum. Libya içindeki mücadele hızla bölgesel çatışmaya dönüştü. Devletin ortadan kaybolmasıyla bu topraklar dış güçlerin amaçlarının çarpıştığı bir savaş alanı haline geldi. Bugün de bu durum devam ediyor.

Arap Baharı'nın başarılı olduğu tek ülkenin Tunus olduğu söyleniyor. Buna katılıyor musunuz? Tunus'taki değişim hakkında ne düşünüyorsunuz?

Tunus'taki dönüşümün övgüye değer olduğu doğru. Bu nedenle ülkedeki önemli örgütlerden oluşan Tunus Ulusal Diyalog Dörtlüsü Nobel Barış Ödülü'nü kazandı. Dörtlüde Tunus'un ana sendikası olan Tunus Genel İşçi Sendikası (UGTT), Tunus İşverenler Birliği (UTICA), Tunus Barolar Birliği (ONAT) ve Tunus İnsan Hakları Birliği (LTDH) yer alıyor. İşçi sınıfı burada önemli bir rol oynuyor. Herkesi bir araya getiren, işçi sendikası federasyonuydu. 2013'te işler umutsuz göründüğünde ezberleri bozup barışçıl bir yol izleyen taraf siyasi partiler değildi. İşçi sendikası, tarihsel düşmanı olan işverenler birliğine ve hak hareketinin iki liderine kucak açtı. Böylece bu dörtlü ülkeleri için bir yol haritası oluşturmayı başardı.

Girişimlerinde tehlikeler vardı. İki önemli solcu lider 2013'te suikasta uğradı. Demokrat Yurtseverler Hareketi'nden Şükrü Beleyid, 6 Şubat'ta vurularak öldürüldü. Halk Cephesi'nden Muhammed Brahimi de 25 Temmuz'da düzenlenen suikastta hayatını kaybetti. Tunusluların başarılarını anlatırken Nobel komitesinin alıntılarında yer alan “Yasemin Devrimi” yerine kullanmayı tercih ettiği isimle Özgürlük ve Onur Devrimi, tehlikeli sulara ilerliyormuş gibi görünüyordu. Her şey mümkündü. Grevler ve protestolar şiddetle karşılandı. Tunus bıçağın ucundaydı. Ulusal Diyalog Dörtlüsü'nun önlem alması gerekiyordu. Toplumun temsilcileri olarak siyasi partileri masaya oturmaya zorladılar. Sendikalar Anayasa için bir yol haritası çizmeyi başarırken Tunus'un geleceğine karar veremediler. Bu iş, işverenlerle IMF ve Dünya Bankası'nın neoliberal politik yaklaşımına bağlı kalan iki ana siyasi partinin ellerine bırakıldı. İşçi sınıfı Tunus'u iç savaştan kurtardı ama sosyal yamyamlığın kaderinden kurtaramadı.

Halk ayaklanmaları tümüyle bir yenilgi miydi, varsa kazanımları neler oldu? Yeni bir Arap Baharı mümkün olabilir mi? 

Bunun tümüyle bir yenilgi olduğunu söylemek zor. Her zaman şu veya bu şekilde bir kazanım vardır. Bu kazanımlardan biri, ayaklanmanın insanların ayağa kalkabileceğini kanıtlamış olması. Bunun başarısızlığa uğraması, denemelerinin yanlış olduğu anlamına gelmiyordu. Kısmi bir hayal kırıklığı ve moral bozukluğu normal. Yine de 2011'in hatırası hâlâ belirgin. Alınacak dersler var, her ülkede bu dersler farklılaşıyor.

Örneğin Mısır'da Kahire merkezli bir kentsel kalkışmanın köylülerin desteği olmadan başarılı olmayacağı ortaya çıktı. Bu 1917'den gelen eski bir Leninist derstir, bir köylü toplumunda işçi-köylü ittifakına ihtiyaç var. Köylülerin çocukları emniyet teşkilatına ve orduya katılmıştı ve kentteki yoksulların üzerine yürüyordu. Bir ittifak olsaydı protestolara karşı eyleme geçmeyi reddeder ve ordu üzerinde baskı kurarlardı.

Yeni bir Arap Baharı her zaman mümkün. Bu insan gelişiminin doğası. Engels'in 1859'da yazdığı gibi, tarih zikzaklarla ilerler. Şimdi bunun bir aşamasındayız, diğer aşama yeniden yaşanabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU