Hapishaneler, hastaneler ve mezarlıklar...

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

'Koronavirüs'ün beni bulması hayli tesadüfi oldu. Hâlâ nasıl yakalandığımı keşfedemedim. Muhtemelen Adliye'de yine bir duruşmaya giderken toplu taşıma aracı kullandığım için ya da Adliye'de bir yerlere dokunduğum için...

Birkaç gece terledim. Çok hafif halsizlik vardı. Önemsemedim.

Acil tıp uzmanı bir arkadaşım aramasaydı, test falan yaptırmayı aklıma bile getirmezdim.

"Durum çok fena" dedi telefonda, nöbetçi olduğu son gecede 98 ambulans girişi olmuştu hastaneye. Çok ölen varmış.

Laf açılınca, "Gece terlemesi belirtiler arasında mı?" diye sordum, hemen test yaptırmam gerektiği konusunda ısrar etti.

Böylelikle test yaptırıp Kovid-19 "pozitif"ler arasına katılmış oldum.

O konuşmayı yapmamış olsam, arkadaşlarımla, sevdiklerimle kendimce kontrollü bir biçimde görüşüp hepsine virüs bulaştıracaktım.

Benim gibi "hafif belirti gösteren" ya da "belirti göstermeyen" yüz binlerce, hatta milyonlarca kişi dolaşıyor şu anda sokaklarda...

Bu biliniyor. Sağlık Bakanlığı'nın artık hiç kimsenin ciddiye almadığı rakamları ne derse desin, biliyoruz.

Ve ülkemizde dört işlemi yapabilecek akla sahip herkes, tüm ülkenin acilen, en az üç hafta evlere gönüllü kapanması gerektiğinin farkında.

Çünkü insanlar ölüyor.

Her gün yüzlerce insan ölüyor.

Bu iş başladığında uzaklarda bir yerlerden hastalık haberleri geliyordu. Şimdi yanı başımızda tanıdıklarımız birer birer ölüyor!

Bakın, ciddi bir durum yaşıyoruz, sevdiklerimizi kaybediyoruz ya da her an kaybedebiliriz...

Ölmesek de ciğerlerimiz mahvoluyor. Ömrümüz kısalıyor. Ömrümüzün geri kalanı ne kadarsa o kadarında yaşam kalitemizi kaybediyoruz.

Bunu engellemek için evlere kapanmak farz. Üç hafta, bir ay kapanmamız ve sonrasında da, makul bir aşı ya da ilaç geliştirilene kadar çok dikkatli olmamız lazım.

Bilim bunu söylüyor. Akıl, mantık bunu söylüyor. Makul ülkeler, maliyeti ne olursa olsun bunu yapıyor.

AKP hükümeti ise bunu yapmıyor.

Kimi zaman utangaç, kimi zaman açıkça, "Ülkemiz bunun ekonomik maliyetini karşılayamaz" diyorlar.

Virüse yakalanan işçilerin işe dönme süresini 10 günden bir haftaya düşürüyorlar.

Vatandaşları göz göre göre ölüme, hastalığa, kalıcı sağlık sorunlarına, kalitesiz yaşama mahkum ediyorlar.

Evet, kesin ve net olarak bunu yapıyorlar!

İnanılır gibi değil. Devlet hastanelerinde bir hemşire 40 hastaya bakmak zorunda. Sağlık çalışanları ölüyor. Çocuklarını bırakacak yerleri yok. İstifa etmeleri yasak.

Sağlık çalışanları her gün ağlıyor. Sinirleri zayıfladı.

Sağlık alanına yeni kadro açmıyorlar.

Ne yapıyorlar?

İmam kadrosu açıyorlar. Hastanelere imam kadrosu veriyorlar. Yaşatmayı beceremediklerini gömmeye çalışıyorlar.

Anlamsız bir sürü ihale yapmaya devam ediyorlar. Halk ölürken, birileri cebini dolduruyor.

Diyanet için Bodrum'a beton yığını "külliye" yapıyorlar.

Saraylar yapıyorlar. Sarayların bütçesini artırıyorlar. Bütçe emiyorlar.

Öğretmen ataması yapmıyorlar. Yüz binlerce öğretmen adayı genç işsiz, gelecek kaygısıyla, bunalımda, öylece bekliyor.

Ya da "adamını bulup" bekçi oluyorlar. Çaktırmadan profesyonelleşen orduda uzman er, uzman çavuş oluyor ve bilmedikleri topraklarda "şehitler tepesini yükseltmeye" yollanıyorlar. Polis olmaya çalışıyorlar.

Hemşireye, sağlık memuruna, hekime değil imama kadro açan; öğretmene değil bekçiye, polise askere yatırım yapan bir ülkede hayatın güzelleşmesi mümkün değildir.

O yüzden daha fazla hapishane inşa ediyorlar. Boşalttıkları hapishaneler yakında yine tamamen dolacak çünkü.

Hastanelerde ise yer yok. Her taraftan aynı haberler geliyor.

Ve şimdi mezarlıkların yetersiz olduğu tartışmaları başladı.

Hapishanelere, hastanelere ve mezarlıklara insanların nasıl yerleştirileceğini düşünen bir ülkede yaşamak bana çok ağır geliyor...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU