Çıktım erik dalına…

Prof. Dr. Mehmet Çelik Independent Türkçe için yazdı

Görsel: bik.gov.tr

Yûnus Emre'nin;

Çıktım erik dalına anda yedim üzümü
Bostan ıssı geldi eydür uğruladun kozumu

(Erik dalına çıktım orda üzüm yemekteyim,
Bostan sahibi cevizi neden çaldın diye çağırır.)

diye başlayan ünlü bir şiiri vardır. Yunûs'un bu şiirinde ne söylediğine dair birçok yorum yapılmıştır.

Bu yorumlardan biri de dört makam diye adlandırılan tasavvufî kavram üzerinden bu şiiri yorumlayan İsmail Hakkı Bursevî'ye aittir.

Bursevî, şiiri Yûnus'un kullandığı semboller üzerinden şerh eder.

Zahir-batın; ruh-nefs gibi kavramlarla tasavvuf ve şeriatın ve buna bağlı olarak da bir nefs terbiyesi metodu olan tarikat uygulamasının, şeriatla birlikte, hakikat ve marifeti nasıl beraberinde getirdiğinin açıklamasını yapar. 


Bursevî, bu açıklamları âyetlere ve hadislere dayandırmakla kalmaz, yukarıda değindiğimiz dört makamın hangilerinin hangi ism-i hasene, toplamında esmâ-i hüsnâdan hangilerine isabet ettiğini de tespit eder.

Bilindiği üzere "bostan", bû- sitân, şeklindeki Farsça kelimenin Türkçede almış olduğu şekildir.

Buna göre bu kelimenin ma'nası o güzel kokuların yayılıp, meyvelerin, yetiştiği yerdir.

"İsmail Hakkı Bursevî, "Çıktım Erik Dalına",
(Haz. Suat Ak) İst. 2017, s. 44-45.


Bursevî'ye göre Yûnus'un bostandan kastı hakikat yolcularının yetiştirildiği tekkelerdir.

Bu beyitte adları geçen meyveler de bu dört makamın birer remzinden ibarettir.

Bursevî şöyle der:

Marifet ölçücü bu beytin, gönül mizanında birkaç ayarı vardır. Evvelki mânâ şudur: Erik, zâhiri amellere; üzüm, zâhirî amellere eksiksiz devam ile hâsıl olan bâtıni zevk ve mânevî zevk kazanılır.


Şeriat, mârifetin kabuğudur; kabuğa sarılan özü elde eder.

Âyet meâli:

Allah'tan korkun, Allah size öğretiyor.

Hadis-i şerif:

Bir kimse bildiğine göre amel ederse, Allah ona bilmediklerini öğretir.

Yani, dinin yasak ettiği şeylerden kaçınanlar, ilâhî bir yardımla bilgilenir; zâhiri amellere devam edenler de manevî ilmin sırlarına mirasçı olur.

Bir kimse, üzüm lezzetini tatmak isteyince önce erik ağacına çıkmalı ve oradan üzüm tanelerini toplamalıdır.

Eriğin kabule şâyan ve galip rengi, "Celâl" sıfatına işaret olan siyahtır. Üzüm ise zıt renktedir.

Şunu anla ki, "Celâl" ismi "Cemâl" ismine ulaştıran bir köprü gibidir. "Cemâl" isminin ferahlığında neşelenmek ve lütuf yolunda gezinmek isteyenler "Celâl" köprüsünden karşı tarafa geçip, kahır berzahından kurtulur.


Yûnus'un "Bostan sahibi" dediği, irşad ehlidir. Ceviz ise, mürşidin, dört mertebeye (şeriat, tarikat, marifet ve hakikat) dair kelimeleridir.

Sadık mürid, "Bilgiyi insânların ağızlarından alınız" hadisi gereğince daima şeyhinin lisanından bu kelimeleri maharetle çalar ve onunla beslenip, terbiyelenir.

Cevizin dört tabakası vardır ki her biri dört mertebeden birine işaret eder. Onun için ceviz ağacı, irşad ehliyetine sahip ulu kimseler ile tabir olunur. 


Bostan sahibinin gelmesi ise, müride teveccühü ve kemalin vuku' bulduğunu haber verir.

Bu dört mertebeden ilk ikisi ceset, diğer ikisi de ruh hükmündedir. Ana rahmindeki ceninin cesedi tamamlanmadıkça ona ruh üflenmediği gibi, yolun başındaki yolcunun cesedi de şeriat ve tarikat ile kemâl bulmadıkça, marifet feyzinin sır ve hakikati meydana gelmez.

Zira her nesne, kendi kalıbı ile şekillenir ve her netice, başlangıcına göre tertip olunur. 


Şeriat ve tarikat mertebesinin faydası, böylece belli olduktan sonra "Şeriatın zâhirinde zevk ve lezzet yok mudur?" diye sorulursa, cevabı şudur:

Şeriat emir ve teklifler manzumesi olduğu için yoktur.

Onun için, sır perdesini kaldırmamış olanlar şer'i amelleri yapmakta yorgunluk ve sıkıntı çekerler.

Keşf ehli ise böyle değildir. Zira onlar, zevk hâlleri söz mertebesini dahi kuşatmış olduğundan, bütün mertebelerde meşakkatten kurtulmuşlardır; gıdaları, Rab'lerini külfetsiz ve zahmetsiz bir zikir ile tesbihten ibaret olan Cennet ehli gibi…


Tasavvuf erbabının eserlerinde konuyla alakalı menkıbeler, kıssalar oldukça uzun yer tutar.

Bu anlatıların açıklama ve menkıbelerin ortak noktası, şeriat, tarikat, marifet ve hakikatın dört duvar gibi birliktelik oluşturduklarıdır.

Yanı sıra şeriat; zahirîni takip edip Allah'ın (c.c.) yasak ve emirlerine uymak sonucunda tarikatın, şeriattan kopmadan onun daha ledünnî, (içsel) ilhâmî bir neşvesi olarak açılan ikinci kapısı olarak belirecektir.

Girilen bu kapı, zikir murakabe; vird ve nefis terbiyesi denen "mücahede" ile "Ancak, kendini bilen Rabb'ini bilir" hadisinin manasına mazhar olarak marifete varacaktır.

Eşyanın bilgisini bir yana bırakıp, mutlak hakikat olan Hak Teala'nın emrettiği tevhîde ve gayelerin en büyüğü olan Cemallullah'a varacaktır.

Yûnus Emre bunu şu şekilde ifade eder:

Ballar balını buldum 
Kovanım yağma olsun


Konunun dağılmaması için Hz. Mevlânâ'nın bir menkıbesiyle bahse devam edelim.

Öğrencilerinden biri Mevlânâ'ya sormuş:

Efendim, bu dört kapı mes'elesini ben pek anlayamıyorum. Bana anlayabileceğim bir lisanla anlatır mısınız?

Mevlânâ, şöyle demiş:

Şimdi bak, karşı medresede dersini çalışan dört kişi var. Hepsi rahlelerine eğilmiş. Sen git bunların hepsinin ensesine bir şamar at, sonra gel sana anlatayım.

Adam gitmiş birincinin ensesine bir tokat aşketmiş. Tokadı yiyen derhal ayağa kalkıp arkasını dönmüş ve daha kuvvetli bir tokatla Mevlânâ'nın öğrencisini yere yıkmış.

Öğrenci dayağı yemiş, geri dönecek ama hocasına itaat var. Yaradan'a güvenip ikinciye de bir tokat aşketmis.

O da derhal ayağa kalkıp elini kaldırmış. Tam tokadı vuracakken vazgeçip yerine oturmuş.

Öğrenci devam etmiş üçüncüye de bir tokat atmış. Üçüncü söyle bir kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam etmiş.

Dördüncü, tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmadan çalışmasına devam etmiş.

Öğrenci Mevlâna'ya dönmüş, olanları anlatmış.

Mevlânâ:

İşte sana istediğin örnekler: Birinci; şeriat kapısını geçememiş biri idi. Şeriatta kısasa kısas olduğu için tokadı yiyince kalktı. Aynısını sana iade etti.

İkinci; tarikat kapısındadır. Tokadı yiyince o da kalktı tam tokadı iade edecekti ki, tarikat öğretisinde verdiği söz aklına geldi. 'Sana kötülük yapana bile iyilik yap'. Onun için döndü, yerine oturdu.

Üçüncü; marifet kapısına kadar gelmiştir. İyinin ve kötünün tek Yaradan'dan geldiğini bilir, inanır. Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi âlet etti diye merakından söyle bir dönüp baktı.

Dördüncü; hakikat kapısına da geçmiştir. İyinin ve kötünün tek sahibi olduğunu bilir. Onun için dönüp bakmadı bile.


Olaylar karşısındaki davranış biçimleri görüldüğü üzere, kişinin hangi makamda olduğu ile ilgilidir. Tepkiler de öyle…

Sözümüzü ulu Yunûs'un aynı şiirdeki şu dizeleri ile bitirip, haklıların hak gününün gelmesi için Hakk'a niyaz edelim:

Bir sinek bir kartalı kaldırdı vurdu yere
Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU