Var olmak ve yaşamak üzerine

Doç. Dr. Umut Hacıfevzioğlu, Independent Türkçe için yazdı

Geçtiğimiz hafta sonu Netflix'te izlediğim gerçek yaşamdan uyarlanan "Zafere Hücum" filminin beni var olmak ile yaşamak ayırımı üzerine düşündürdüğünü söyleyebilirim. Dünyamızda milyarlarca insan var; ama kaçımız yaşıyoruz acaba? Bu sorunun cevabı bende yok.

Yalnız yaşamanın var olmanın ötesinde bir şey olduğunu sezgisel olarak hissedebiliyorum. Risk almadan güvenli, konforlu bir varoluş elbet olanaklı. Peki, yaşam? İnsanın gerçekten yaşadığını hissetmesi bundan çok daha fazlasını gerektirir. Her şeyi hesaplayan, ölçen, biçen, yaşamı adeta bir performans, hedef gerçekleşme tablosuna dönüştüren insan biyolojik olarak var olabilir, hedeflerini gerçekleştirebilir ya da kendi aklını bir başkasının tutkularının arzu ve iştahlarının aracı kılabilir.

Peki, yaşamakta mıdır? Yaşamak sonuna kadar gitmekte ilgili bir şey bana göre. Kişinin kendi sınırlarının sonuna kadar gitmesi ile ilgili. Bu da tutku ve cesaretle fortunaya (yazgı) meydan okumayı gerektirir. Tam da Formula 1 yarışçısı Niki Lauda'nın yaptığı gibi. 1976 yılında gerçekleşen Alman Grand Prix yarışında kullandığı Ferrari ile ikinci round'un sonunda kaza yapan Niki Lauda'nın aracı yanmaya başlar. Ağır yaralı ve yanıklar içinde hastaneye kaldırılan Niki Lauda yarış dışı kalır ve birinciliği ezeli rakibi olan James Hunt'a kaptırır.

Yalnız Lauda'nın pes etmeye niyeti yoktur; aradan geçen altı haftanın ardından büyük tutkusuyla birlikte pistlere geri döner. İki yarışçı arasında İtalyan Grand Prix'i ile başlayan rekabet diğer yarışlarda artarak devam eder. Hedef dünya şampiyonluğudur.

Avusturyalı Formula 1 yarışcısı Niki Lauda pek çok insanın pes edeceği yerde ayağa kalkar ve sonuna kadar savaşır. Tutkulu ve cesur bir insan olarak fortunaya meydan okur.

Apollonik bir karakter değildir Lauda. Yani hep hesap yapan, ölçen, biçen, risk ve tehditleri değerlendiren bir karakter değildir. Evet, tutkusunun peşinden koşarken aklını araç kılar, hesap yapar Lauda; ama bunu güvenli, riski olmayan bir yaşam adına yapmaz. O, tutkulu ve cesur bir karakter olarak hiç kuşkusuz var olmayı değil, yaşamayı seçmiş bir diyonizyaktır.

Tıpkı Kazancakis'in romanı Zorba'daki madenci gibi. İnsan olarak sınırlarını sonuna kadar zorlamaktan kaçınmayan Lauda tam da Romalı düşünür ve devlet adamı Seneca'nın tanrılarının aradığı bir rakiptir;  "Bana öyle geliyor ki" Demetrius, "başına hiçbir felaket gelmemiş insandan daha şanssızı yok." Çünkü böyle bir insana hiçbir zaman kendini deneme fırsatı tanınmamıştır.

Böyle bir insan hiçbir zaman kaderine karşı zafer kazanacak değerde görülmemiştir; çünkü kader kendisini bütün korkaklardan çeker ve sanki şöyle der: "Onu kendime ne diye rakip alayım? Hemen silahlarını bırakacak; ona karşı bütün gücümü kullanmama hiç gerek yok; şöyle hafifçe kaşlarımı çatsam savrulup gider, bakışlarıma dayanamaz. Siz bana kendisiyle mücadele edebileceğim değerde birini bulun; yenilmeye dünden hazır bir insanla dövüşmek bana utanç verir." Seneca'nın bu sözlerinden şu anlamı çıkarabiliriz: Var olmayı yaşamaya dönüştüren bir varoluş tarzı olarak "çaba" ancak ve ancak kazanmayı yaşam biçimi haline getirenlerin ereği olabilir. Bu nedenle varlığımızı hissetmemizin aracısı olarak yaşamak kendimize karşı temel sorumluluğumuzdur. 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU