Sömürgeci Türk romanı

Ahmet Sait Akçay Independent Türkçe için yazdı

Sömürgeci söylem, Afrika'nın söz konusu olduğu tüm zeminlerde karşımıza çıkar. Bu kaçınılmazdır ve söylemsel dilin hakimiyet alanını göstermesi açısından önemlidir. 

Türkçe edebiyatta sömürgecilik tartışılmadı, oysa bariz sömürgeci ve ırkçı yönelimin yansıtıldığı ve hatta övünç kaynağı olarak ileri sürüldüğü eserler mevcut. 

Bunlardan bir tanesi de Ethem İzzet Benice'nin Vedi Vecdet müstearıyla yazdığı, ilk baskısı 1928 yılında yapılan Afrika Vahşileri Arasında Bir Türk Deniz Subayının Başından Geçenler adlı romanıdır.

"Heyecanlı, istifadeli hakiki hayat romanı" alt başlığıyla yayımlanır roman. Defalarca basılan roman, Afrika Vahşileri Arasında Bir Türk Genci olarak da basılır. 
 


Romanın, kolonyal edebiyatın tüm ırkçı söylemini Türk ve ötekinin -yani vahşiliğiyle cazibe merkezi olan Afrikalı siyahın- konumlarını medeni/barbar biçiminde sunması, kıtayı diğer kolonyalist çağdaşları gibi indirgeyici biçimde tasvir etmesi dikkat çekicidir. 

Benice, sömürgeci yaklaşımını konusunda yalnız değildir. Benzer yaklaşımı ve sömürge yönetimlerini taltif eden söylemi Türk romanının babası Ahmet Mithat Efendi'nin roman ve hikâyelerinde görebiliriz.

Romanlarındaki maceracı tavrıyla da bilinen Ahmet Mithat Efendi, Türkçe edebiyatta ilk sömürgeci/kolonyalist romana da imza atmıştır.

Gerek Vedi Vecdet gerekse Ahmet Mithat bu savı yarattığı ırkçı klişelerle, ötekileştirmelerle kanıtlar. 

Vecdet'in Afrika'yı vahşileştirme tahayyülünde diğer kolonyalist romancıların bakışlarının etkili olduğu çok aşikardır.

Bununla beraber elbette dönemin ötekileştirici söyleminin etkisinin Benice'nin dimağını biçimlendirdiğini de söylemek mümkün. 

Günümüzün en önemli sosyal teorisyenlerinden Achille Mbembe, On The Postcolony [Postkoloni Üzerine] adlı çalışmasında Hegel'in ürettiği "zenci gramerini" irdelediği bölümde, sömürgeci söylemde Afrika'yı tanımlamanın, kişinin duygulardan akla doğru ters yönde bir yolculuk yapmasıyla ancak mümkün olduğunu söyler. 
 


Mbembe'nin Hegel'den alıntıladığı şu pasaj da sanırım Aydınlanma filozofunun [ve dahi felsefesinin ya da tahayyülünün] nasıl bir ırkçı temsiliyet oluşturduğuna çarpıcı bir açıklama getirir: 

Zenci, bütün vahşiliği ve kuralsızlığıyla bir hayvan adam örneğidir ve eğer onu gerçekten anlamak istiyorsak, Avrupalı tutumumuzu bir yana bırakmalıyız. Ne manevi bir Tanrı'yı ne de ahlaki yasaları düşünmeliyiz; onu doğru anlamak için, kendimizi saygı, ahlaktan ve duygu dediğimiz her şeyden soyutlamalıyız. Şu anki yaşam biçiminde insanoğluna yabancı ve uygunsuz gelen her şey, Afrika'nın tabiatında yazılıdır.


Hegel'in siyahların tabiatına dair öne sürdüğü ötekileştirici ve indirgeyici hatta son derece yoksayan varsayımları, "hayvan adam modeli", sömürgeci anlatıların da ana karakterini oluşturmuştur. 

Ahmet Mithat Rikalda Yahut Amerika'da Vahşet Âlemi romanın girişinde sömürgeci tahayyülünün kaynaklarını açıklar: 

Hakikat Missouri Nehri sevahilinin geçen on sekizinci asr-ı miladi evahirindeki hâlini şimdi zihnimizde bulabilmek için seyahatnamelerde, musavver coğrafya kitaplarında münderiç olan yüzlerce resimleri ve seyyahların ve coğrafiyunun tasvir-i ahval yollu yazdıkları yüzlerce sayfaları kemal-i dikkat ve itina ile mütalaa eylemek lazım gelip bu mütalaa neticesinde ise o yerlerde tahayyül edilecek ahval-i tabiiye ve vahşiyenin insanı hayret-i hakiyeye duçar etmemesi kabul olamaz.


Ahmet Mithat bu girişiyle sömürgeci romanların tahayyül biçimini özetler. Sömürgeci gramerin ana arterini oluşturan medeni-vahşi ikilemi bir prototip olarak Daniel Defoe'nun meşhur romanı, ilk kolonyalist roman demeliyim, Robinson Crouse'da bariz biçimde var zaten. 
 


Rikalda Yahut Amerika'da Vahşet Âlemi romanında Ahmet Mithat Efendi, Aztekleri "vahşiler" olarak adlandırarak beyazların işgalini onaylar ve hatta takdir eder bir pozisyona sahiptir. 

Aztekler romanda mağarada yaşarlar, çıplak otururlar, topladığı otlar üzerine yığılırlar. İlkellikle özdeştirilerek tasavvur eder Aztekleri Mithat.

Dönemin imparatorluk ağının içerisinde Mithat'ın bu romanın bir macera olarak okunması doğrusu iyimserlikten öte bir körlüğü de imler. 

Romanı Dergah Yayınları için hazırlayan Ummuhan Nerkiz, önsözünde (2017) "romandaki gelişim çizgisi, Ahmet Mithat Efendi'yi Avrupa medeniyetinin değerlerini temsil eden bir yazar konumuna yerleştirmektedir" diyerek Mithat'ın "genelde onaylayıcı tutumuna" da işaret eder. 

Ahmet Mithat Efendi sömürgeciliği meşru görür; romanda medeniyet misyonunu Azteklere taşıyan İngiliz Miss Johnsonser'a hayranlığını gizleyemez:

Gelen kız Avrupalıların da en ber-güzide güzellerinden maduttu. Hatta esmer güzeli olsa saçları, gözleri kara bulunsa belki de Rikalda gibi bir vahşinin o derelerde nazar-ı hayretine çarpmayabilirdi. Zira siyah tüy ve kara göz bunlarda umumidir. Gelen kızda ise ten kâğıt gibi beyaz, saçlar sırma gibi lepiska, gözler firuze gibi mavi ki sıfatları cami olan kızlar ekseriyetle Almanya'da ve daha çoğu İngiltere'de bulunurlar.


Hatta Ahmet Mithat'a göre Aztekler insan kategorisinde bile değildir, onları insan olarak bile anmaya layık görmez, vahşiler sıfatıyla anlattığı Azteklerin işleri güçleri mabetlerine kurban adamak ve kan dökmektir. O kadar ki timsahlar kadar vahşidirler. 

Şüphesiz Ahmet Mithat bu romanıyla sömürgeci çağdaşlarına pabuç bırakmayacak şekilde sömürgeci misyonerliğine soyunur.

Anlatıcının "vahşi" sıfatını yüzlerce kez kullanması, Aztekleri insan dışı bir kategoride görmesi, sürekli "vahşiler" diye hitap etmesi rahatsız edici olduğu kadar yazarın iktidarını, tanrısal misyonunun otoriter yapısını da göz önüne seriyor. 

Fatih Altuğ'un 2008 yılında Kritik dergisinde yayımladığı Osmanlı edebiyatında ötekileştirme söyleminin imparatorlukla ilişkisini açımladığı "On Dokuzuncu Yüzyıl Osmanlı edebiyatında İmparatorluk Medeniyet Yerlilik Yaban(cı)lık ve Din" yazısı Osmanlı İmparatorluğu'nda ötekiliğin nasıl icat edildiğini göz önüne seriyor.

Altuğ, barbarlık gramerinin imparatorluk düşüncesi içerisine kurduğu ben/medeni ve öteki/barbar ikileminin Münif Paşa, Recaizade Mahmut Ekrem ve Ahmet Mithat gibi Osmanlı edebiyatının/düşüncesinin kurucu özneleri tarafından inşa edilen edebi pratiklerini gösterir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu konuda öncü bir çalışma olan Altuğ'un bu yazısı, Osmanlı yazınının ötekiyi bir vahşi olarak kurmanın ardındaki iktidar söylemini de çözümlüyor. 

Daha önce de belirttiğim gibi, "Zencilik", Osmanlı'dan bu yana üretilen, Avrupa merkezci sömürgeci gramerin yansımasıdır.

"Zenci grameri" ilginçtir, 1500'lü yıllardan beri, yani Avrupa merkezci söylemin doğuşundan itibaren, Osmanlı'dan bugüne devam ederek tekrar tekrar inşa edilir. 

Hatta şunu bir saptama olarak vurgulamakta bir beis görmüyorum: On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında sömürgeci söyleminin Osmanlı entelektüellerinin vahşilik pratikleri üzerinden icat edilmesi, Osmanlı edebiyatında ve sonrasında modern sömürgeciliğin meşruiyet zeminini de oluşturdu. 


Afrika Vahşileri Arasında Bir Türk Deniz Subayının Başından Geçenler

Benzer şekilde Vedi Vecdet'in Afrika Vahşileri Arasında Bir Türk Deniz Subayının Başından Geçenler romanı da vahşiliğin gramerine saplanmış durumdadır.

Hikâye, Nurullah adında bir Osmanlı deniz subayının, sultanın eşine sarkıntılık yaptığı gerekçesiyle kodese tıkılıp işkence edildikten sonra Trablusgarp'a sürülmesi ve oradan kaçışıyla başlayan maceraları anlatır. 

Ahmet Mithat'ta gördüğümüz mabutlar, kurbanlar, adaklardan oluşan inanç sistemi Benice'nin romanında da var. 

Kongo ve civarında misyonerlik faaliyetine başlayan Nurullah kısa zamanda yaptığı yeniliklerle, iş planlamasıyla "vahşileri" yarı medeni kılar.

Romanda her şey deus ex machina gibi ilerler. Roman siyahların medenileşmesiyle son bulur. 
 


Ahmet Mithat'ın Kongo'su

Ahmet Mithat Efendi'nin Afrikası'na kısaca bakmakta yarar vardır. 

1894 yılında yayımladığı "Bir Acîbe-i Saydiye" 1 öyküsünde de Ahmet Mithat Efendi, bariz bir biçimde sömürgecileri medeniyet taşıyıcılar olarak görmektedir.

Bu defa mekân Kongo'dur. Kongo'da yaşayan siyahlar ise anlatıcı tarafından "vahşi" olarak görülür.

Kongo'nun gerek Ahmet Mithat gerekse Benice'de vahşiliğin sembolü olması şaşırtıcı değildir.

Joseph Conrad'ın sömürge romanının estetiği oluşturan Karanlığın Yüreği'nde Kongo vahşet ve korkunun sembolü haline gelmişti bir kere.

Dolayısıyla Kongo grameri ya da söylemi Kongo'nun dışında zaten üretilmişti. 

Ancak ne Ahmet Mithat'ın ne de Ethem İzzet Benice'nin Conrad'ı duyduklarını ya da okuduklarını düşünmüyorum. 

Kolonyalist bir yazar olarak anabileceğimiz Ahmet Mithat Kongo'yu okurlarına şöyle tarif eder:

Afrika'yı vustadır. Cehennem gibi bir yerdir. Ahalisi vahşidir.


Ahmet Mithat için Kongo'nun insanı değerinden ziyade maddi, yani kapital değeri vardır. Zaten öykü boyunca "vahşi" diye nitelediği insanından ziyade bitkisel örtüsü, coğrafyası ve hayvanları anlatılır.

Özetle Kongo egzotik bir mekân olarak tarif edilir. Koca ülkede anlatılmaya layık görülen tek bir kişi vardır ki hikâyesi Ahmet Mithat'ı cezp etmiştir. Beyaz adamın goril avcılığı Mithat'ın övgüsüne layık görülür.

Amerika'da ikamet eden Fransız avcı Pol dö Şalo, "Cera, cesur, akıllı, alim"dir anlatıcının nezdine.  

Koca Kongo'da beyaz adamın anlatısı dışında bir şey yoktur, Mithat'a göre. Kısacası Ahmet Mithat, dönemin emperyal bakışını Osmanlı libasıyla sömürgeci gramerinin ve Afro-romantizm söyleminin içinden konuşur.

Mithat'a göre "Afrika zencilerine" Sunusî dervişler ulaşmadığı ve Katolik ve Protestanların da çabaları boşa çıktığı için "fetişizmin" içinde kalakalmışlardır.

Ahmet Mithat Efendi'nin bu hayalini gerçekleştirmek de Ethem İzzet Benice, yani Vedi Vecdet'e nasip olacaktır. 

Bununla da yetinmez Ahmet Mithat, Kongo fatihi Belçika kralı II. Leopold'a "vahşileri" ehlileştirdiği için minnetlerini de sunar:

Nihayet Avrupa'nın gayret-i istimariyesi oralara kadar yetişip asıl Kongo hükûmet-i mahalliyesi bir hükûmet-i resmiye suretinde Avrupa tarafından fazla Belçikalılar, Fransızlar, Almanlar ve bazı sair Avrupalılar dahi oralarda büyük büyük müste'mereler peyda ettiler. Buralarda mamuriyet-i medeniye husule getirmek için bilhassa Belçika kralı haşmetli Leopold hazretlerinin ettikleri himmet ve gayrete nihayet yoktur.


Sonuç olarak, sömürgeci söylemin coğrafyası yoktur, iktidar ve öteki ilişkisinde Afrika ve yerliler ya da ötekiler söz konusu olduğunda Afrika söylemi ortaya çıkar. 

 

 

1. Ahmet Mithat Efendi, Letaif-i Rivayat, Hazırlayanlar: Fazıl Gökçek- Sabahattin Çağın, Çağrı Yayınları, İstanbul 2001.


*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA OKU

DAHA FAZLA HABER OKU