Vizyonda bu hafta: Claire Denis’ten cesur bir bilim-kurgu filmi

Claire Denis’in yönetmenliğini yaptığı, Robert Pattinson’un başrolünü üstlendiği High Life filminden bir kare

Yaşadığımız çağdaki tüm olumsuzluklara rağmen geleceğe dair heyecanlandıran ve insanlık adına umut veren şeyler de oluyor. Mesela; kısa bir süre önce astrofizikçiler ve kuramsal fizikçilerin de dahil olduğu bilim insanları topluluğu Dünya’ya 53 milyon ışık yılı (5 oktilyon 60 septilyon 544 sekstilyon 700 kentilyon kilometre) mesafedeki bir galaksinin merkezindeki süper kütleli kara deliğin fotoğrafını çekerek yayınladı. Ve bir anlamda tüm dünyanın bir anda 55 milyon yıllık bir geçmişe bakmasını sağladı.

Söz konusu fotoğrafın oluşmasını sağlayan ışınlar "55 milyon yıllık bir geçmişten bize ulaştı" demek dile kolay geliyor. Ancak mesafe olarak bunu ifade etmeye çalışmanın bile ne kadar zor olduğunu düşününce, gayri ihtiyari olaya "fotoğraf da ne kadar bulanıkmış, yani tüm olay bu mudur…" şeklinde yaklaşanlar haliyle bende bir tebessüme sebep oluyor. İnsanlığın böylesi muazzam bir olayı -belki istemsizce, belki de kibirle- tatminsiz bir şekilde hafife alma durumu, diğer taraftan daha iyisini yapmaya zorlayacağı için, geleceği daha hızlı getireceği gerçeğine de işaret ediyor.

Türkiye’de bilim insanlarından çok politikacıların bilim üzerine konuşması, Türk sinemasının bilim-kurgu türüne "Uzaylı Zekiye", "Turist Ömer Uzay Yolunda" ya da "Dünya’yı Kurtaran Adam" absürtlüğünde yaklaşması gerçeği ortada olsa da, dünya genelinde yetkililerin ve yaratıcı vizyonistlerin çalışmalarıyla bilimin artık kaçınılmaz bir şekilde sıradan hayatlarımıza kadar sirayet etmesi, bana öyle geliyor ki insanlığı şimdiden dünya ötesi bir geleceğe hazırlıyor.

Claire Denis’ten cesur bir bilim-kurgu filmi

Yönetmen: Claire Denis | Oyuncular: Robert Pattinson, Juliette Binoche, André Benjamin | 113 dakika
 


Claire Denis’in bir bilim-kurgu filmi yaptığı ve Robert Pattinson’un başrolünü üstlendiği duyurulduğunda, nasıl bir film olacağını hayal etmek doğrusu benim açımdan pek mümkün değildi. Fakat heyecanlı bir bekleyişin ardından 38. İstanbul Film Festivali’nin Galalar bölümünde seyretme imkanı bulduğum, bu hafta vizyona girecek olan High Life için, on beş yıl boyunca Denis’in zihninde olgunlaşarak karşımıza çıkan bir kült film olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
 


Fransız yönetmenin ilk İngilizce filmi olan High Life izlemesi kolay filmlerden değil. Hangi zamana ait olduğu belirsizse de, bilgisayar ekranları ve diğer teknolojilere bakarak dijital çağdan önceki arkaik bir dönemle bağlantılı olduğunu düşünmek mümkün. Açık bir hikaye anlatımından ziyade, yoğun anlamlar aramaya sevk eden film, kesinlikle Denis tarzına sahip. Hem şehvetli hem de vahşi, rahatsız edici ve biraz sıkıcı; ama garip bir şekilde bir o kadar da büyüleyici, hassas ama seyirciyi sarsacak ve sınırlarını zorlayacak kadar da cüretkar.
 


Filmin ana odağı kara delik değil fakat bir kara deliğe doğru giden kargo konteynerine benzer 7 numaralı bir uzay gemisinde yolculuk eden bir grup insanın yaşadıkları anlatılıyor. Görevlerinin tüm amacı bir kara deliğin etrafında dolaşarak manevra yapmak ve onun çekim enerjisinin özüne ulaşmaya çalışmak. Bu misyonla birer kahraman olup insanlığa sınırsız kaynak sağlayabilmek. En azından kendisini tamamen uzayda üremeye adadığı için mürettebatın “Sperm Şamanı” adını verdiği geminin doktoru Dibs için durum böyle. Yoksa diğer herkes bunun üst sınıf bir intihar görevi olduğunun farkında.
 


Bilimin iyiliği için özgürlük

Bilim-kurgudan çok fütüristik bir hapishane draması olan High Life’ın karmaşık zaman yapısında geçen hikayesi bir bahçe, bir bebek ve uzay gemisini tamir eden bir adamın görüntüleriyle başlıyor. Kısa bir süre sonra bir dizi geri dönüşlerle, mürettebatın uzaya gönderilen mahkumlar olduğu anlaşılıyor. Mürettebat, hükümetin Dünya'ya en yakın olan bir kara deliği araştırmak için görevlendirdiği suçlulardan oluşmakta. Müebbet hapis ya da ölüm cezası almış kişilerden oluşan bu grup, bilimin iyiliği için sonsuzluğa doğru uzanan bir özgürlüğe kavuşmuş durumda. Geçmiş tecrübeler, şimdide varolma sancısı ve bilinmeyeni kucaklama güdüsü. Utançlarını şerefe dönüştürmek için bir fırsat. Fakat onlara söylenmemiş bir gerçek var. O da; bu görevin galaksinin en yakın kara deliğine doğru tek yönlü bir yolculuktan ibaret olduğu.
 


Uzayda bir bebek yaratma umudu

Diğer mahkumların üzerinde doğurganlıkla ilgili tıbbi deneyler yapmak için orada bulunduğu düşünülen Doktor Dibs, gizemli olduğu kadar sindirebilmesi çok zor bir geçmişe sahip. Eve geri dönme planı olmayan bu ceza kolonisinde kendisi de aslında bir mahkum. Doktor Dib’in mürettebat üyeleri arasında herhangi bir cinsel teması yasaklayarak erkek mahkumların spermlerinin toplanmasında ısrar etmesi, kadınların suni olarak döllenmesini ve onların bir şekilde hamile kalmasını istemesi, belki de onun kendi pişmanlıkları ve sorunlarıyla yüzleşme biçimidir. Doktor Dibs’in hayırseverlik ile sadizmin tuhaf bir birleşimindeki motivasyonuyla sperm örneklerini toplayarak suni döllenme operasyanlarını yönetmesi, uzayda bir bebek yaratma umudu, geçmişte yaptıklarımız ve gelecekte karşılaşacağımız şeylerin sonuçları ne kadar kötü olursa olsun onlarla yüzleşme gücünü bulmamız gerektiğini söyler gibi. Zaten doğacak çocuklara ne olacak, ne için kullanılacak? Bebek vücutlarının radyasyona dayanabilmesi için ne yapılacak? Denis film boyunca bu sorulara benzer herhangi bir soruya cevap vermekle ve Hollywood tarzı bir gerçeklikle ilgilenmiyor. Mantıktan ziyade içgüdüsel olarak ilerleyen, şehvet ve vahşet arasında geçişler yapan film insanlığın ilerleme planlarının gerisinde gerçekte nelerin olduğuyla ilgili sorular soruyor. Bu da High Life'ı daha çekici, gizemli, garip bir şekilde fetiş ve eğlenceli hale getiriyor. 
 


Gerçeküstü bir uzay fantezisi

Birçok uzay filmi kurgusal da olsa kendi bildiğimiz sınırların dışındaki bir evrene odaklanırken, Denis bu filmde tam tersine tüm galaksiyi arka plana alarak, insan etkileşimleri ve yaşamın sürdürülebilmesine odaklanıyor. Uzayda mahsur kalan bekar bir babanın anıları ve yaşantısını aktarırken rüya gibi, hatıralar ve gerçekler iç içe geçiyor.

Aslında High Life için ilk anda, basit senaryosu, gösterişsiz özel efektleriyle sıradan bir psikolojik-bilimkurgu-gerilim filmi denebilir. Filmde katharsise sebep olabilecek bir hikaye, seyircinin çözmesi gereken çok fazla komplo yok. Bu yüzden seyrettiğinizde kendinize yakın hiçbir şey bulamayabilirsiniz. Uzayda başıboş ve yalnız kalan karakterler. Bu filmi birçok kez gördük. Ama daha evvel seyrettiğimiz; güneş sisteminin çok ötesinde, yer çekimi etkisi olmayan yerde, yani uzayda, insan bedenine neler olduğuna dair bize bir şeyler anlatan diğer uzay filmlerinden çok farklı olan High Life, Claire Denis’in genişleyen bir evrende “ışık hızında hareket eden ve kapıları normal kapılar gibi güvenle açılan bir uzay aracı” ve “uzay boşluğunda aşağıya doğru düşen nesneler” gibi kendine has serbest anlatımında çok ince ve etkileyici detayları keşfederek sonrasında bunlara bir anlam katma ihtiyacı sağladığı için bile heyecan verici.
 

 
Gemideki yolculardan Tcherny’nin geminin bahçesine olan aşkı, çıplak ayaklarıyla toprağa basması; Boyse’un yüzündeki kir izlerinde sakladığı özgür dünyasına dair anıları; Dr. Dibs’in mavi tungsten bir ışığın aydınlattığı boş bir koridorda Rapunzelvari saçlarını klimanın rüzgarında dalgalandırması, petekteki kraliçe arı edasında gemideki diğer yolcuların sıvılarını (kan, sperm, anne sütü) toplaması ve karşılığında onları beslemesi, genital bölgesindeki kılların kasıklarındaki yaraları gizlemek istercesine uzun olması; Monte’nin mahkumiyet ve mahrumiyetini bir mutlu keşiş edasında yaşayarak geçirdiği süre boyunca alnının üstünde gittikçe genişleyen gri saçları gibi oldukça etkileyici sekansların yanı sıra farklı ırklar ve farklı arzular, onları bir araya getiren böylesi bir izolasyon ortamının sağladığı motivasyonlar ve daha nicesi düşünmeye sevk edecek ipuçları barındırıyor.
 


High Life, yavaş yavaş sırlarını açığa vuran bir film

Seyrettiğimde sindirmek için birkaç saate ihtiyaç duyduğum filmdeki ayrıntıları keşfetme keyfinizi kaçırmamak için daha fazla detaya girmeyeceğim. Filmdeki tüm ince detayların hepsinin gerçekten bir anlamı var mıdır, onu da bilmiyorum. Bazı filmlerin deşifre edilmesi gerçekten zordur. Ama diğer taraftan bazen her şeyin titizlikle ele alınması ve açıklanmasına da gerek yoktur. Filmi izledikten sonra “bu film ne anlatıyor?” diye kendime sorduğumda doğrusu verebilecek bir cevap da bulamadım. Belki de zaten hiç bir cevabı da yoktur. Filmin detayları ve temaları teorik kalıyor, suç ve ceza, hapsedilme ve tecrit, toplumun dayandığı gizli baskılar ve konular hakkında bulanık bir tez.
 


Claire Denis, filmin “güven, sadakat ve samimiyet” hakkında olduğunu söylüyor olsa da filmin bu kavramların çok daha ötesinde bir şeyler anlattığını düşünüyorum. Bu filmi yapanların bile buna cevap verebileceklerinden şüphe duyuyorum. İşte bu yüzden Claire Denis’in High Life’ında gerçekte ne olduğunu tam olarak söyleyebilmek çok zor. Ancak Denis, hayal gücümüzün sınırlarını zorlayan ve galaktik bir evrende gerçeküstü kabul edilebilecek şeylerin beyaz perdeye aktarımına benzersiz ve estetik bir bakış açısı getiriyor. Niyeti bu mu? Bundan da çok emin olamayız, öyle olsun ya da olmasın bunlara kafa yormaya değer. Bu anlatıdaki filme dair noktaları birleştirerek tabularıyla yüzleşecek ve kendi yolunu arayacak olan herkese şimdiden iyi şanslar, iyi seyirler.

Haftanın diğer filmleri

Alem-i Cin 2


Özgür Bakar'ın yönetmenliğini üstlendiği Alem-i Cin 2, ilk filmde yaşananların akabinde yeniden vuku bulan paranormal olayları konu ediniyor.

Çifte Hayatlar

Olivier Assayas'ın yönetmen koltuğunda oturduğu, Juliette Binoche ve Guillaume Canet’in başrollerini paylaştığı Çifte Hayatlar (Doubles vies), Paris yayın dünyasının orta yerinde kendilerine bir yaşam inşa etmiş bir editör ve yazarın; orta yaş krizi, eşleriyle olan ilişkileri ve değişen endüstriyle mücadelesini konu ediniyor.

Eksi Bir

Orhan Oğuz’un yönetmenliğini üstlendiği, Nilüfer Açıkalın ve Ercan Kesal'in başrollerini paylaştığı film evsiz bir adam ile ondan kurtulmak isteyen üç zabıtanın hikayesini anlatıyor ve olayın tamamı bir gecede geçiyor.

Kaos

Semir Aslanyürek’in yönetmenliğini üstlendiği, Orhan Aydın ve Yetkin Dikinciler'in başrollerini paylaştığı filmde dedesinin canice ölümüne sebep olan ağadan intikamını alan Süleyman'ın, eşkıya korkusuyla dergahındaki kör müritleriyle birlikte kaçmaya çalışan ancak yolda onlara ihanet eden Şeyh Abdullah'ın ve seferberlikten döndükten sonra karısını şehvetle sınayan Saffet'in kaderleri kesişir. Birbirini tanımayan bu üç kişi, işledikleri günahlardan kaçarken çıkan fırtına nedeniyle aynı mağaraya saklanırlar. Heyelanla çıkışları kapanan mağarada ölmeyi beklerken, bu üç günahkarın vicdani hesaplaşmaları başlar.

Suikastçı

David A. Armstrong’un yönetmenliğini üstlendiği, Justin Chatwin ve Peter Stomare'in başrollerini paylaştığı Suikastçı (The Assassin's Code), çocukken babasının adının karıştığı bir skandalın yeniden gün yüzüne çıkmasıyla açılan yeni soruşturmada yer alan çaylak polis Michael'ın, gerek statükoyla gerekse mevzunun peşindeki bir suikastçıyla olan mücadelesini anlatıyor.

Şampiyonlar

Javier Fesser’in yönetmenliğini üstlendiği, bu yıl Goya Ödülleri'nde En İyi Film Ödülü’ne layık görülen Şampiyonlar (Campeones), mahkeme tarafından kamu hizmeti cezasına çarptırılan bir profesyonel basketbol koçunun, bu süre zarfında zihinsel engelli basketbolculardan oluşan bir takımı yönetmesiyle gelişen olayları konu ediniyor.

Şeytan Göz

Ryan Simons’ın yönetmenliğini üstlendiği Şeytan Göz (Demon Eye) isimli korku filminde genç bir kadın babasının gizemli ölümü nedeniyle doğduğu kasabaya geri döner ve burada lanetli bir tılsım bulur. Çok geçmeden tılsımın karanlık güçlere sahip olduğunu ve en büyük dilekleri gerçekleştirebildiğini keşfeder; ancak bunun karşılığında iki ölümcül şeytan kadının peşine düşecektir.

Şişman Harekat Timi

Bei-Er Bao'nun yönetmenliğini üstlenip başrolünde yer aldığı Şişman Harekat Timi (Fat Buddies), bir ajan olmak isteyen fakat fiziksel kondisyonundan ötürü bu hayaline ulaşmakta engellerle karşılaşan bir güvenlik görevlisinin hikayesini anlatıyor.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU