Merkel'in ardından Almanya'nın Çin politikası neden sertleşecek?

Pekin'e karşı daha sert bir tutum benimsemesi için Berlin'e yönelik baskı artıyor

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in Almanya'da AB liderleriyle bir araya geleceği zirve belirsiz bir tarihe ertelenmişti (Reuters)

Dünya çapında demokratik yönetimler, Çin'e karşı tutumlarını birer birer sertleştiriyor. Bu durum, Avustralya ve ABD'de başlayıp Hindistan, Kanada ve Birleşik Krallık'a (BK) yayıldı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bir de Almanya var. Küresel oyuncular arasında aykırı bir yerde duran Berlin, Pekin Kovid-19 krizinde Avrupa'daki bölünmeleri istismar ederken, Müslüman Uygurların kitlesel olarak gözaltına alınmasını organize ederken ve Hong Kong'a baskıcı güvenlik yasaları dayatırken bile genelde Çin yönetinini eleştirmekten kaçınma yönünde mücadele verdi.

Almanya sadece sessiz kalmadı, aynı zamanda bu sessizliğini şiddetle savundu. Başbakan Angela Merkel'in yakın müttefiki Ekonomi Bakanı Peter Altmaier, bu ay POLITICO ve Frankfurter Allgemeine Zeitung'a verdiği farklı mülakatlarda, Almanya'nın diğer ülkelere ders vermek gibi bir rolü olmadığını söyledi. Altmaier, daha yakın ticaret bağlarının Çin'i daha özgür ve açık bir siyasi sisteme iteceği fikrini ifade eden "Wandel durch Handel" (Ticaret yoluyla Değişim-çn.) inancını hâlâ koruduğunu belirtti.

Çin'in Devlet Başkanı Şi Cinping yönetimindeki artan özgüvenini eleştirenler ve Avrupa'nın tepki göstermesini isteyenler açısından Almanya'nın tutumu ciddi bir engel teşkil ediyor.

Yine de, Britanya'daki baş döndürücü hızla gerçekleşmese bile Berlin'de de önemli bir yön değişikliği yaşanıyor. Geçen yıl boyunca, Alman siyasetinin genelinde Çin'e yönelik görüşler sertleşti. Merkel'in gelecek yıl görevi bırakacak olması ve muhtemel koalisyon değişikliğiyle beraber, Berlin'in daha şahin bir tutum takınmasının kaçınılmaz hale geldiği algısı güçleniyor. Siyasi açıdan Başbakan'ın muhafazakarlarıyla aynı çizgide bulunan bir Bundestag yetkilisi, "Merkel gittiğinde, hızlı ve muhtemelen şiddetli bir değişim göreceğinizi düşünüyorum" diyor.

İş dünyası lobisinin ilişkilerin uyumlu kalması yönündeki baskısına karşın daha şahin bir çizginin ivme kazanmasını engellemenin güç olacağını öngören Alman sanayisinin önde gelen isimlerinden biri de bu görüşe katılıyor ve şöyle diyor:

Gidişat tek bir yöne, daha sert bir çizgiye doğru.

Gerçekten de Merkel'in diyaloğa öncelik veren, çatışma ve eleştiriden kaçınan, bir avuç büyük Alman şirketinin çıkarlarını ilk sıraya koyan Çin yaklaşımında şimdiden derin çatlaklar görülüyor.

Avrupa Komisyonu'nun geçen yıl açıkladığı üzere Başbakan Merkel, 2020'ye Pekin'in rakip veya sistematik bir hasımdan ziyade Avrupa için bir ortak olabileceğini gösterme kararlılığıyla girdi.

Ancak Pekin iş birliğini reddetti. Çin bunun yerine Kovid-19 krizi büyüdükçe daha provokatif bir tutum benimsedi, geçen hafta boyunca Hong Kong'taki demokrasi yanlısı aktivistleri sert bir biçimde bastırmak için yeni güvenlik yetkilerine başvurdu. Merkel'in AB-Çin yatırım anlaşmasının yanı sıra iklim politikası ve Afrika'nın kalkınmasına dair münhasır anlaşmalar imzalama umutları tükeniyor. Başbakanın Şi ve AB liderleriyle eylül ortasında doğudaki Leipzig kentinde yapmayı planladığı zirve süresiz ertelendi.

Merkel'le işbirliğini sadece Çin değil, Başbakan'ın kendi kabinesinden üyeler ve Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Norbert Röttgen liderliğindeki kendi Hristiyan Demokratik Birliği (CDU) üyeleriyle koalisyon ortağı Sosyal Demokratlar (SPD) ve Yeşiller Partisi'nden milletvekillerini içeren geniş bir Bundestag koalisyonu da reddediyor. SPD önderliğindeki Dışişleri Bakanlığı'ndan üst düzey bir isim, hafta sonu Der Spiegel dergisinde Çin hakkında sert ifadeler içeren ve Merkel'in yaklaşımına örtülü bir itham olarak okunan bir yorum yazısı yayımladı.

Partiler arası söz konusu gruplaşmanın, Merkel'in Almanya'nın 5G ağında Huawei'e rol verme planlarını engelleyerek Başbakan'ın Çin politikasına bir darbe daha indirebileceği inancı gittikçe artıyor.

5G güvenliği mevzuat taslağının hazırlanmasıyla görevlendirilen İçişleri Bakanı Horst Seehofer, Huawei karşıtlarına onlarla mücadele etmek istemediğinin sinyalini verdi. İçişleri Bakanlığındaki üst düzey bir yetkiliye göre bu, sonbaharda parlamentoya sunulacak kanun taslağında güvenlik seviyesinin muhtemelen Huawei'in karşılayamayacağı kadar yüksek tutulacağı anlamına geliyor.

Birleşik Krallık (BK), Fransa, İtalya, Doğu Avrupa'nın büyük bölümü ve İskandinavya Huawei'i kovmaya hazırlanırken, AB'nin 5G'ye dair ortak bir pozisyon alması gerektiğini sürekli tekrarlayan Merkel'in Almanya'yı başka bir doğrultuya sevk etmesi güç olacak.

Huawei'in gelişmiş çiplere erişimini kısıtlayan yeni ABD ihracat kontrolleri de şirketin 5G tedarikçisi olarak güvenirliğine dair yeni soruları gündeme getirirken, Alman parlamentosundaki Huawei karşıtlarına da daha fazla koz veriyor.

Donald Trump'ın kasımdaki ABD başkanlık seçiminde Demokrat Partili rakibi Joe Biden'a yenilmesi halinde Merkel'in konumu daha da zayıflayabilir. Tüm büyük anketlerde açık ara farkla önde görünen Biden, Çin siyasetinde müttefiklerle yakın işbirliği içinde çalışmak istediğinin işaretini verdi. Biden böyle bir çağrı yaptığı takdirde Berlin'in hayır demesi güç olacak.

Bunların hiçbiri, Berlin'deki siyasetçilerin aniden Washington'daki şahin meslektaşları gibi konuşmaya başlayacağı anlamına gelmiyor. Fakat uzun vadede, Çin politikasını şekillendirirken sanayinin çıkarları yerine daha geniş stratejik değerlendirmelere öncelik vermeye mecbur kalacaklarını gösteriyor.

Berlin, ortak çıkar alanlarında Pekin'le görüşmeye devam edecek. Ancak Merkel sonrası dönemde Almanya'nın sesini daha güçlü çıkaracağı, Pekin'in ekonomik tehditlerine direneceği, kırmızı çizgiler belirleyip Çin'in bunları ihlali halinde müttefikleriyle koordineli somut adımlar atacağı bir dünya öngörmek mümkün. ABD ve BK'nın attığı adımlar kadar ileri gidilmemiş olsa da, Çin'in Hong Kong'daki güvenlik baskısına cevaben Almanya'nın AB önlemlerine verdiği destek gelecekte yaşanacakların bir işareti.

Almanya'nın Çin'le gelecekteki ilişkisini değerlendirirken, bulmacanın son parçasını Başbakan olarak Merkel'in yerini kimin alacağı oluşturuyor.

Federal seçimlere bir yıldan biraz daha uzun bir zaman kalmışken, Merkel'in halefinin kim olacağına, bu kişinin ne tür bir hükümete liderlik edeceğine ve bunun Berlin'in Pekin politikası açısından ne ifade edeceğine dair net bir resim yok.

Ancak Berlin'de 10 seneden uzun süredir iktidarda olan "büyük koalisyon" sonrasında yapılacak seçimlerde, Çin konusunda son yıllarda Almanya'nın en şahin partisi olan Yeşilleri içeren yeni bir siyasi görünüm ortaya çıkması mümkün görünüyor.

Merkezinde insan haklarının bulunduğu ve "etik dış politika" olarak adlandırdıkları bir siyaseti destekleyen Yeşillerin Pekin'e karşı tutumunun, kendileriyle özdeşleşen iklim değişikliğiyle mücadele meselesi sebebiyle, Çin'e bağımlı olan Alman otomobil sanayisinden Merkel kadar etkilenmesi pek olası değil.

Başbakan olarak Merkel'in yerine gelebilecek başlıca adaylarla ilgili belirsizlik, son aylarda CDU'nun kardeş partisi olan Bavyeralı Hristiyan Sosyal Birliği lideri Markus Söder lehine değişti. Söder'in CDU'daki rakipleri Armin Laschet ve Friedrich Merz pandemiden güç kaybederek çıkarken, kendisi hem her açıdan kriz sürecini iyi geçirdi hem de muhafazakar tabanda çok daha büyük bir desteğe sahip.

Bavyera Başbakanı olarak Söder, BMW ve Audi gibi yerli Alman otomotiv üreticilerinin çıkarlarını savunmak için özel bir çaba harcadı. Ancak Almanya Başbakanı olarak tüm Almanlar için çalıştığını gösterme baskısı altında olurdu.

Söder bir ideologdan çok politik bir pragmatist. Siyasi açından böylesi daha mantıklı geldiği için son 18 ayda iklim politikasında dramatik bir değişime gitti. Yeşillerle bir koalisyon içine girer ve Washington'da müttefiklerini daha fazla işbirliğine zorlayan yeni ve daha dostane bir yönetimle karşılaşırsa, nihayetinde Çin'e karşı tutumunu da değiştirmesi yönünde önemli bir baskıyla karşı karşıya kalacak.

Almanya şu anda aykırı bir konumda olabilir ama Merkel'in Çin çizgisi giderek artan biçimde savunulamaz bir hal alıyor. Gelecekteki siyasi değişimlerden sağ çıkması pek muhtemel değil.

Noah Barkin, ABD merkezli araştırma şirketi Rhodium Group'un yazı işleri müdürü ve Berlin'deki German Marshall Fund'da kıdemli misafir araştırmacıdır.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

politico.eu/article

Independent Türkçe için çeviren: Kerim Çelik

DAHA FAZLA HABER OKU