Mali'deki gelişmelerin penceresinden Afrika'da darbelerin nedenleri

Yusuf Kenan Küçük Independent Türkçe için yazdı

Mali’deki darbenin liderlerinden Malik Diaw halkı selamlarken / Fotoğraf: Malik Konate-AFP

Geçen hafta Mali'de askeri bir darbe gerçekleşti ve 2013 yılından bu yana ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı İbrahim Bubakar Keita alaşağı edildi. 

Böylelikle başkent Bamako'da halkın, ülkedeki yoksulluk, yolsuzluklar, seçim usulsüzlükleri ve gittikçe kötüleşen güvenlik durumu gerekçesiyle haziran ayı başından buyana Keita'nın istifası beklentisi, farklı bir şekilde de olsa gerçekleşmiş oldu. 

Keita, seleflerinden Musa Traore gibi protestocuların istifa çağrılarını yanıtsız bırakmayı yeğleyerek Mali'nin askeri darbeyle devrilen dördüncü Cumhurbaşkanı unvanını(!) kazandı. 

Şimdilerde Mali'de, geçen yıl Sudan'da olduğu gibi, muhtemelen askeri cuntanın güdümünde olacak üç yıllık bir geçiş dönemi konuşuluyor.

Mali ve Sudan bu konuda yalnız değiller; zira kıta ülkelerinin büyük çoğunluğunun bağımsızlığını kazandığı 1960'lı yıllardan bu yana Afrika, dünyanın en fazla askeri darbe gerçekleşen coğrafyası. 

Şimdiye kadar 54 kıta ülkesinden 45'inde en az bir kere darbe veya darbe girişimi vuku buldu. 

Küresel pandeminin oluşturduğu sosyo-ekonomik sorunların da önümüzdeki dönemde kıtada yeni darbeleri tetiklemesi ihtimali bulunuyor.

Bu bağlamda, "Coupcast" adlı veri tabanına göre, 2020'nin geri kalanı için dünya genelinde en fazla darbe riski bulunan beş ülkenin tamamı (Sudan, Orta Afrika Cumhuriyeti, Burundi, Zimbabve ve Gine) Afrika'da. 

Soğuk Savaş yıllarında, Latin Amerika'ya benzer şekilde, Afrika'da da ideolojik motivasyonlu birçok darbe gerçekleşmişti. 

Ancak, aşağıdaki tablolarda da görüldüğü üzere, ekonomik ve sosyal açıdan sıklıkla birbiriyle karşılaştırılan Afrika ve Latin Amerika arasında, konu askeri darbelere geldiğinde, son 30 yıl içerisinde ciddi fark oluştuğu anlaşılıyor. 
 

Kentucky Üniversitesi, BBC, Reuters..jpg
Grafik: Kentucky Üniversitesi, BBC, Reuters..jpg, by merve.bayrakci


Peki, neden askeri darbeler Afrika'da dünyanın diğer bölgelerine kıyasla sık görülüyor? 

Azgelişmişliğin darbelere giden yolu döşediğini iddia etmek güç. Zira öyle olsaydı, Birleşmiş Milletler En Az Gelişmiş Ülkeler listesinde yer alan Afrika dışı 14 ülkede de darbelerin yaygın olması gerekirdi.

Veya anılan listede bulunmayan gelişmekte olan Afrika ülkelerinde darbe olmaması beklenirdi. 

Bu nedenle Afrika ülkelerinde darbelerin meydana gelmesine yol açan faktörleri farklı açılardan değerlendirmek icap ediyor.

Bu analizimizde, en dar daireden başlamak suretiyle, öncelikle Afrika ülkeleri ordularının hususiyetlerine, kıtada devlet ve otoritenin doğasına, son olarak da dış faktörlere değineceğiz. 

Ancak, burada şu hususu belirtmekte fayda var. Analizimiz Sahra-altı Afrika ülkelerine ilişkin bir genelleme niteliğinde ve bu nedenle Kuzey Afrika ülkelerini içermiyor.


Afrika toplumları ve ordularında onur kavramı

Önde gelen Afrika tarihçilerinden John Iliffe, tarih boyunca Afrikalının davranışını belirleyen temel güdünün "onur" (honour) olduğunu, haysiyet, cesaret ve kahramanlığın bireysel ve toplumsal onurun kaynağını oluşturduğunu söyler. 

Kıtaya "modern" olarak adlandırılan Avrupa menşeli devlet sistemi ve kurumlar dayatılmadan önce toplumsal örgütlenmenin temelinde bu anlayış yer alıyordu. 

19'ncu yüzyılın sonunda Afrika'da kurulan sömürge idareleri, güvenliği büyük ölçüde yerel halk ve özellikle gençlerden müteşekkil birliklerle sağladı. 

Bu bağlamda, "beyaz ırk"ın üstünlüğü prensibi sürdürülmekle birlikte, Avrupa'daki ordulara benzer şekilde Afrikalı yerel askerler için de bir "onur kodu" oluşturuldu. 

Yani asker/savaşçı olmak bir ayrıcalık ve statü aracı olarak tesis edildi. 

Sömürgecilik öncesi toplumsal değer yargılarıyla örtüşen bu anlayış, güvenlik güçleri mensuplarında ortak bir kimlik inşa etmesinin yanı sıra, güvenlik bürokrasisinin, bağımsızlıkla birlikte gelişen yasama, yürütme ve yargıdan çok daha önce kurumsallaşmasına ve kendisini "devletin sahibi" olarak görmesine yol açtı. 

Hatta Marie Muschalek'in ifadesiyle bahsekonu anlayış, kişisel saygınlık ile devletin saygınlığının yer yer bir tutulmasına neden oldu. 

Bu çerçevede Afrika orduları, bağımsızlık sonrası halkların arzu ve beklentilerinin yerine getiril(e)mediği, dolayısıyla devletin asli vazifesi olan vatandaşlarına hizmet sunamadığı durumlarda siyaset mekanizmasına müdahaleyi kendisine görev bildi. 

Bu sayede, devlet ve ordunun itibarı yeniden tesis edilmeye çalışıldı. Ama çoğu durumda maksadın tam tersi hasıl oldu. 


Neo-patrimonyal otorite ve devlete bakış

Afrika'da bağımsızlık sonrası ordunun siyasete sık müdahalesinin arkasında yatan en önemli nedenlerden birisi de iktidarların devleti algılayış biçimi. 

Bunu şu şekilde açıklayabiliriz. Afrika ülkelerinin birçoğu 1960'lı yıllarda bağımsızlıklarını kazandıklarında, Weber tarafından "yasal-rasyonel otorite" olarak adlandırılan Avrupa menşeli "modern devlet" tam yerleşemediği gibi geleneksel otoritelerin toplumsal hayatta yeniden tesisi ihtimali kalmamıştı. 

Bu nedenle neo-patrimonializm olarak adlandırılan ve devletin ahbap-çavuş ilişkileriyle yönetilmesine dayalı melez bir otorite türü ortaya çıktı. 

Öte yandan, Afrika'da bağımsızlık sonrası ilk liderlerin, sömürgecilik döneminin yönetim anlayışı olan otoriterliği ve Mahmud Mamdani'nin deyimiyle halkı "tebaa" olarak gören yaklaşımı devralmaları saygınlıklarını zedeledi. 

Dahası ilk liderler, sömürgecilerden devraldıkları devletin kronik zayıflığıyla bağlantılı olarak kendi iktidarlarını kırılgan addettiler ve iktidarlarını tahkim etmek amacıyla "etnik aidiyet" kartını oynadılar. 

Bu tercih, birçok Afrika ülkesinde "ulusaltı kimlikler" etrafında şekillenen bir siyaset anlayışı meydana getirdi.

Sömürgecilik döneminde güvenlik güçlerinin bilinçli olarak toplumun belli bir kesiminden seçilmesi gerçeğiyle birleştiğinde bu durum, ordunun kolaylıkla siyasallaşmasına da zemin hazırladı.
 

1.jpg
Pan-Afrikanizm'in öncülerinden olan ve 1966 yılında darbeyle devrilen Gana'nın ilk Cumhurbaşkanı Kwame Nkrumah / Fotoğraf: Twitter

 
Neticede rant ve zenginlik yaratmanın tek kaynağı olarak görülen devlet, birçok farklı klik ve koalisyon tarafından meşru veya gayrı meşru yollardan ele geçirilmeye çalışılan, bir defa ele geçirildiğinde ise nepotizm endeksli kullanılan bir araç haline geldi. 

Öyle ki, belli dönemlerde Burundi, Sudan, Gana, Nijerya ve Burkina Faso gibi ülkelerde darbeler siyasi kültürün bir parçası haline gelebildi. 

Öte yandan, Eritre, Çad ve Ekvator Ginesi gibi ülkelerde görüldüğü üzere, liderler ve etrafında örgülenen çıkar odaklı koalisyonun, silahlı kuvvetleri de kontrol etmesi halinde başarılı darbe ihtimalinin de azaldığı anlaşılıyor. 

Bu durumda otoriterlik kurumsallaşırken, iktidarın ve özünde devletin zayıflığı, muhalefetin şiddet kullanılarak susturulması ve temel özgürlüklerin kısıtlanması yoluyla belli bir süre gizlenebiliyor. 

Ne zaman ki "liderin rejim için taşınamaz hale geldiği" anlayışı iktidarı oluşturan koalisyon arasında yaygın bir kanaat haline geliyor, işte o zaman lider, "arkasında halk desteği olan" ordu tarafından görevden uzaklaştırılıyor. 

Geçen yıl Sudanve Cezayir'de yaşananları bu çerçevede değerlendirebiliriz. 


Dış faktörler

Büyük çoğunluğu itibariyle Afrika ülkeleri Soğuk Savaş ortamında bağımsızlıklarını kazandılar. Bu nedenle, doğu veya batı blokundan birini seçmek durumunda kaldılar veya büyük güçler tarafından buna zorlandılar. 

Kongo Demokratik Cumhuriyeti örneğinde de görüldüğü üzere Sovyet yanlısı olarak lanse edilen ülkenin ilk Başbakanı olan Patrice Lumumba, eski sömürgeci güç Belçika'nın desteği ve yönlendirmesiyle ordu içerisinde meydana gelen bir isyan ve akabinde gerçekleşen darbeyle görevinden uzaklaştırıldı.

Daha sonra ABD, Belçika ve darbeci güçlerin işbirliğiyle infaz edildi. 

Dolayısıyla 1960-1990 arası 30 yıllık dönemde ABD, SSCB ve eski sömürgeci güçler, bağımsız politika takip etmek suretiyle "sorun çıkaran" Afrikalı liderlere karşı darbelerin cesaretlendiricisi veya destekçisi oldu. 
 

2.jpg
Darbeyle iktidara gelip Kongo Demokratik Cumhuriyeti'ni 32 yıl yöneten Mobutu Sese Seko / Fotoğraf: AFP

 
Yine dönemin şartları gereği Afrika ülkelerinin savunma harcamalarını önemli ölçüde artırmaları, silahlı kuvvetlerin siyaset üzerindeki etkinliğinin de artmasına yol açtı. 

Buna bağlı olarak eğitim, sağlık, gıda güvenliği ve istihdam yaratılması gibi temel kamu hizmetlerinin aksaması ve halk arasındaki memnuniyetsizlik askeri darbeleri tetikledi. 

Neticede ideolojik çekişmeler ve sosyo-ekonomik problemler darbelere kapı aralarken, darbeler de demokratik kurumların güçlenmesini engelledi. 

Öte yandan, Lome Bildirisi (2000) ve Afrika Demokrasi Şartı (2007) çerçevesinde, darbe gerçekleşen kıta ülkesinin Afrika Birliği (AfB) üyeliğinin askıya alınması gerekirken, uygulamadaki tutarsızlıkların darbeleri caydırmaktan uzak olduğu görülüyor. 

Örneğin, 3 Temmuz 2013 tarihinde gerçekleşen darbe üzerine Mısır'ın AfB üyeliği askıya alınmasına rağmen, darbeci lider Abdelfettah El-Sisi, 2019 yılında Birliğin dönem başkanlığını üstlenebildi. 

Benzer şekilde 11 Nisan 2019 tarihinde meydana gelen askeri darbenin ardından üyeliği askıya alınan Sudan'da, generallerin yönetimdeki ağırlıkları bilinmesine rağmen, sivil bir Başbakan liderliğinde yeni kabinenin oluşturulması mazeret gösterilerek bu ülkenin üyeliği üzerindeki tüm kısıtlamalar kaldırılabildi. 


Sonuç

Afrika'da askeri darbelerin halen yaygın olarak görülmesinin nedenleri rahatlıkla çoğaltılarak uzun bir liste haline getirilebilir. 

Ancak zannımca, temelleri çok eskilere dayanan değer yargılarının yanı sıra, ülke içi siyasetin doğası ve dış aktörler, Afrika ülkelerinin askeri darbelerden kurtulamamasının en önemli nedenleri arasında. 

Darbelerin de doğal neticesi olan insan sermayesi kaybı, kısıtlı kamu kaynaklarının heba edilmesi ve devlet kurumlarının zayıflaması, Afrika ülkelerinde demokratik dönüşümü engelliyor ve sonuçta ortaya darbeleri besleyen bir kısır döngü ortaya çıkıyor. 

Bu bağlamda Afrika ülkelerinde darbelerin önünün alınabilmesi için öncelikle, sivil siyasette grup çıkarlarından ziyade kamu yararının üstün tutulması, hukukun üstünlüğünün hâkim kılınması, devlet-vatandaş ilişkilerinde insan hak ve hürriyetlerinin esas alınması, çoğulcu demokrasinin güçlendirilmesi, toplumdaki gruplar arasındaki eşitsizliklerin giderilmesine azami önem atfedilmesi, ayrıca şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi iyi yönetişim ilkelerinin hayata geçirilmesi gerekiyor. 

Bu alanlarda mesafe alınabilmesi halinde, silahlı kuvvetler mensuplarının -her halükârda hukuksuz olmakla birlikte- darbeye teşebbüs etmesi için ellerinde mazereti kalmamasını, ülke içi ve dışı çıkar gruplarınca maniple edilmelerinin son bulmasını ve saygınlığı artacak devlete hizmeti kendileri için bir onur vesilesi saymalarını bekleyebiliriz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU