Doğal felaketlerin ekonomi-politiği

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: İHA

Tarım arazilerine bina yapılmaması için çekilmiş ‘bilinçlendirme’ maksatlı kamu spotunu herkes görmüştür.

O kamu spotunu izlerken her seferinde beni bir gülme alıyor.

Tarım arazilerine bina yapılmamasını söyleyen ve kamu spotunu yayınlatan devlet müessesesi, tarım arazilerine yapılan binalara ruhsatı veren müessesenin ta kendisi!

Üstelik konu vatandaşın tarım arazilerine bina yapmasıyla sınırlı değil.

Sadece İstanbul ile İzmir arasına yapılan otoyol güzergahında kesilen zeytin ağacı sayısı 700 bindi!..

Otoyolları inşa ederken güzergahlar tarım hiç dikkate alınmadan belirleniyor.

Şimdi daimi bir polemik kaynağı haline gelen ‘Kanal İstanbul’ projesi de vahim bir anti-tarım proje.

Kanal İstanbul’un inşa edilmesi halinde bölgedeki verimli tarım arazileri yok olacak.

Kanal İstanbul’un etki alanının yüzde 78,83’ünün farklı niteliklere sahip tarım arazilerinden oluştuğu ve bu alanın 101 milyon 973 bin 360 metrekareye denk geldiği söyleniyor.

Kanal İstanbul projesinin yapılamayacağını, yaşadığımız ekonomik felaket sürecinde buna finansman sağlanmasının mümkün olmadığını düşünüyorum; ama yeni bir projenin tarım arazilerini gözeterek yapılması gereğini kimsenin dikkate almaması tuhaf değil mi?

Ayrıca Marmara Denizi’ndeki canlı yaşamının bu projeyle büyük ölçüde tahrip olacağı vurgulanıyor.

İstanbul’u büyütecek bir proje, daha da büyüyecek İstanbul’un gıda temin alanlarını dikkate almadan kurgulanabilir mi?

Bizde böyle oluyor bu işler…

Giresun’daki sel felaketinde de aynı zihniyet sorununun etkili olduğu görülüyor.

Dere yataklarına yapılan evlere ruhsat nasıl verildi? Bu bir vaka.

Öte yandan, en çok zarar gören bölgelerin hemen yukarılarında doğal denge hiçe sayılarak ruhsat verilen hidroelektrik santralleri (HES) bulunuyor.

Uzun süre HES’lere karşı mücadele vermiş Giresunlu bir arkadaşım, “Bunun olmasını bekliyorduk. Artık felaketler başladı. Yenileri de olacaktır. Derelerle böyle oynanırsa, dere yataklarına da ev yapılmasına müsaade edilirse, başka ne olması beklenebilir ki?” diye değerlendirdi sel felaketini.

Daha önce de Karadeniz sahil otoyolundan kaynaklı sel felaketlerine rastlamıştık.

Bölgeye giden bakanların yaptığı açıklamalardan anlaşılıyor ki, biz bu felaketlerden ders alamıyoruz. Bölgeye HES lisanslarını veren, dere yataklarına bina yapılmasını engellemeyen hükümet, bina yapan vatandaşı suçluyor.

Oysa ders almamız lazım. Türkiye, kendi doğasını hızla tahrip eden bir ülke haline geldi.

Bilim hiçe sayılıyor.

Ülkede her şeye rağmen hâlâ niteliğini korumaya gayret eden üniversiteler ve bu üniversitelerde alanlarında çok iyi akademisyenler var; ama onlar yokmuş gibi davranılıyor.

Akademi, ciddi her projeden uzak tutuluyor. Bilimsel fizibilite çalışmaları yapılmıyor. Bilimsel önlemler alınmıyor.

Her büyük projeyi akıl ve bilim yerine kâr ve rant yönlendiriyor.

Türkiye iktisadi felakete de böyle böyle sürüklendi. Şimdi sadece ekonominin değil, insani yaşam kalitesinin hızla dibe doğru gittiğini görüyoruz.

Yazık, teknolojinin bu denli ilerlediği bir çağda, insanlar sulara kapılıp ölüyor.

Akıl ve bilimden uzaklaştıkça yaşam kalitemizi de, yaşamlarımızı da kaybediyoruz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU