Hariri mahkemesinin öncesi ve sonrası

Sadece 18 Ağustos kararından sonra değil, 4 Ağustos patlamasından sonra da her şey eskisi gibi olacak. Tabi eğer Lübnanlılar, yozlaşmış rejime ve Hizbullah’a karşı mücadelelerini sürdürmezse

Fotoğraf: AA

Lübnan'da her büyük olaydan sonra şunu söylemeye alışkınız:

Bu olaydan sonrası artık eskisi gibi olmayacak.

En son benzer ifadeleri 4 Ağustos faciasından sonra tekrarladık: Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Ancak, Uluslararası Lübnan Özel Mahkemesi'nin on beş yıllık bekleyişin ardından, Başbakan Refik Hariri'nin öldürülmesine ilişkin kararının, Hariri taraftarlarınca ‘dönüştürücü’ bir karar olarak değerlendirilmemiş olması tuhaf.

Bu karar, statükonun değişimine dair bir iyimserlik yaratmalıydı. Ancak bu olmadı, çünkü çoğuna göre karar, olması gerekenden çok daha hafifti.

Bazıları da kararın geciktiğini ve işin işten geçtiğini düşünmekteydi.

Doğrusu ne uluslararası hukukta ya da Lübnan ceza hukukunda uzman değilim, ama uzun süredir mahkemenin kararını beklemekteydim. Nitekim başsavcının 2014’teki suçlamalarını dikkatli bir şekilde baştan sona okumuş biriydim.

Yargıç, 5 Hizbullah üyesinin, Hariri’ye düzenlenen suikastın failleri oldukları yönünde suçlamada bulunmuştu. Ekibin başının ise Mustafa Bedreddin olduğunu belirtmekteydi.

Suçlamada; Suriye rejiminin ve müttefiki Hizbullah’ın, Hariri’yi ortadan kaldırmak için ne tür siyasi gerekçeleri olduğuna da uzun uzun yer vermişti.

Mahkemenin 18 Ağustos’taki kararında bu konunun büyük ölçüde ihmal edildiğini gördüm. Savcının tahminlerine göre, Suriye rejimi ve ‘silahlı örgütünün’, Hariri’ye yönelik suikast planları eylül ya da ekim aylarında başlamış olmalıydı.

Hariri sürekli takip edilmiş ve suikast için uygun zaman ve zemini belirlemek için planlar yapılmıştı. Ancak mahkemenin nihai kararında, suikastın 2005 Şubat'ının ilk haftasında planlandığı ifade edildi.

Bilindiği üzere Hariri 14 Şubat'ta öldürülmüştü.

Ne zaman karar verdiklerinden bağımsız olarak, Hariri’nin Suriye karşıtı muhalefet içinde yer alma eğilimi, ölümündeki en büyük etkenlerden biri olduğu açıktır.

Hariri, Hristiyan muhalefet ve Velid Canbolat gibi Dürzi liderlerle, Suriye’nin Lübnan’dan çıkarılması için temas halindeydi. BM Güvenlik Konseyi'nin 1559 sayılı uluslararası kararı da bu yönde bir adımdı.

Hariri, ABD ve Fransa ile söz konusu kararın uygulanması ve ülkedeki milis güçlerin silahsızlanması meselesini müzakere ediyordu. Fransız Cumhurbaşkanı Jack Chirac ile dostluğu bilinmektedir.


Savcı ve hakimler arasında, suikast kararının alındığı tarih ve sanık sayısının belirlenmesi hususunda bir ‘görüş ayrılığı’ olduğu söylenebilir.

Mahkeme Selim Ayyaş’ı suçlu bulurken, savcının sanık olarak ortaya sunduğu diğer dört kişiyi kanıt yetersizliğinden dolayı aklamış oldu. Bu çok da önemli bir husus değil.  

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Sonuç itibarıyla en önemli şey, Suriye rejiminin ve Hizbullah’ın bilgisi dâhilinde, bariz siyasi gerekçelerle bir muhalifin hayatına kast edilmiş olmasıdır.

Suçlama ve karar makamı da bu konuda hemfikirdir. Her ne kadar, Selim Ayyaş ve Mustafa Bedredddin’e talimatları verenler açıkça belirtilmemiş olsa da, mahkeme; suikastı organize eden grubun tümünün Hizbullah üyesi olduğunu ve bazılarının örgüt yönetiminde olduğunu kaydetmiştir.

Ancak suikast gününde sahnede sadece Selim Ayyaş bulunmaktadır. Diğer dört kişiyi de olay yerinde olmakla ve suikastın içinde yer almakla suçlayan savcı da zaten bu bilgiden emin değildir.

Kesin olan bir şey varsa, o da; Selim Ayyaş’ın suikastın uygulayıcısı olmasıdır. Diğerleri ise, suikastın hemen ardından ‘Ebu Ades’ diye bilinen video görüntü kaydını El-Cezire kanalına göndermiş ve internet üzerinden yayınlamış, Nusra ve Cihad adını verdikleri uydurma bir örgüt adına saldırıyı üstlenmiştiler.

Savcı, bu yanıltma çabasını, saldırının içinde yer aldıklarına dair önemli bir kanıt olarak değerlendirmişti. Mahkeme, aldığı kararda, bu kişilerin telefon kayıtlarını delil olarak görmemiş olmalı ki, üç ay boyunca Hariri’yi izlediklerini hiçe saymıştır.

Muhtemelen yargı üyeleri, terör örgütlerinin, hücre biçimi yapılanması dolayısıyla, asıl hedefi hücre üyeleriyle paylaşmadığını varsaymıştır.


Sonucunda bir başbakanın öldürülmesine varan bu karmaşık süreci kim organize etti?

Mahkeme, ölüm emrinin kimin tarafından verildiğini bilmediğini ikrar ediyor. Nihayetinde sanıkları dinleme imkânı yoktu.

Mustafa Bedreddin, 2016 yılında Suriye’de öldürüldü. Masum lider, kendisini ‘cihat kahramanı’ ilan etti. Diğerlerini ise Hizbullah şu ana kadar teslim etmemekte direniyor ve onları, ‘cihadın ve şehadetin azizleri’ olarak nitelendiriyor.

Mahkeme kararıyla birlikte, diğerleri üzerinde yeterli kanıt bulunmadığı için, şimdi kendisinden sadece Selim Ayyaş’ı teslim etmesi bekleniyor ki, öyle bir şey olmayacağından eminim.


Öyleyse bu yargılamada bazı eksiklikler ve ihmaller söz konusudur. Bununla birlikte, kesin olan; mahkemenin açık bir şekilde örgüt üyelerinin suçlu olduğu yönünde karar almış olmasıdır.

Saad Hariri karara dair, "Beklentimiz hakikat ve adaletti. Gerçekler açığa çıktı, şimdi de sanıklar cezalarını çekmeli ve adalet tecelli etmelidir" demekle yetindi.

Şimdi ne olacak?

Uluslararası toplum, Hariri’nin Cibran Basil ile birlikte hükümet kurmasını istiyor. Hizbullah da bu ihtimali kerhen destekliyor.

Bazıları Hizbullah’ın üzerindeki uluslararası baskıların artacağını, dolayısıyla bu süreçte hükümet teşkil edilemeyeceğini düşünüyor.

Lübnan’da hükümetin kurulabilmesi için Hizbullah’ın, ABD seçimlerinde Joe Biden’ın kazanması beklentisinde olduğu konuşuluyor. Trump kazanırsa da, bazı tavizler vererek müzakerelere oturacağı değerlendiriliyor.

Beyrut patlamasından aylar önce, Müstakbel Hareketi’ni, Hizbullah diğer örgütler gibi silah bırakıp siyasete girmeden, onunla anlaşmamaları yönünde uyarmıştım.

Patlamanın akabinde, uluslararası bir soruşturma komisyonu oluşturulması gerektiğini yazdım.

Nitekim şu anki yönetim, Araplara ve dünyaya düşman, silahlı bir örgütün himayesiyle ayakta durabilen yozlaşmış bir yönetimdir.

Sadece 18 Ağustos kararından sonra değil, 4 Ağustos patlamasından sonra da her şey eskisi gibi olacak. Tabi eğer Lübnanlılar, yozlaşmış rejime ve Hizbullah’a karşı mücadelelerini sürdürmezse.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Mustafa Yıldız

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU