Afrika kültürü ve animizm

Ahmet Sait Akçay Independent Türkçe için yazdı

The Palm Wine Drinkard / Resim: Jørn Saerker Art / Erik Rasmussen

Sömürgecilik ve animist kültür anlaşılmadan Afrika kültürüne, edebiyatına nüfuz etmek imkânsızdır.

Ali Mazrui, günümüzde Afrika inanç sistemlerinin çoğunun animist kültürü içerdiğini söyler. Hatta Mazrui, Afrika kültürünün mayası olarak görür animizmi. Bu inanca göre, bir dağın, bir taşın, nehrin de ruhu vardır ve kutsaldır.

Animizm sistematik bir din formatında ortaya çıkmaz, daha çok bir değerler dizgesidir. Animizm ve atalardan himmet dileme inancı tek tanrılı dinlerin tüm uğraşılarına rağmen, tüm Afrika'da bugün bile yaygındır denebilir. 


Brenda Cooper’a göre, Afrikalı yazarlar animizme her zaman sadık kalarak hem kurmaca hem de adaptasyon hikayelerinde, ataları, konuşan hayvanları bir araya getirirler.

Bunu yaparken amaçlarının tutkularını, estetik anlayışlarını ve izledikleri yolu anlatmak olduğunu söyler, der Cooper. 

Bugün Afrika edebiyatının çoğunda animist kültürün egemen olduğunu görürüz. Animizm Afrika'nın bütün coğrafyasında şu ya da şekilde etkindi, ve hâlâ etkindir denebilir.

Eskisi kadar olmasa da bugün animizm Afrika'nın sadece bir kesimine has bir pratik olarak gösterilir, bu da şüphesiz Afrika söyleminin ürettiği hegemonyanın göstergesidir.  


Yerel dillerin sömürgeci ve din misyonerleri tarafından desteklenmesi şüphesiz Afrika kültürel değerlerini korumaktan ziyade gerek Müslüman gerekse Hristiyan ve animist tebaayı kontrol altında tutmak ve iktidarı sağlamlaştırmaktan kaynaklanmaktadır.  

Mesela, sömürgeci yönetim Şona dilinde üretimi sağlamak için 1953 yılında Güney Rodezya Afrika Edebiyatı Bürosu’nu kurarak halkı disiplinize etmenin bir yolu olarak edebi üretimi, yayını destekler.

Bu tüm Afrika kıtası için geçerlidir. Yine Güney Afrika ülkelerinde yaygınlaşan Afrikaans dilinde gerek Müslüman gerekse Hristiyan tebaayı sömürgeci iktidarına karşı itaatkâr kılmak için ilk metinlerin ilmihal benzeri dini pratiklerin işlendiği kitaplar olması da tesadüfi değildir.

Şurası çok açıktır: Sömürgeciliğin gerek Müslüman gerekse animist ya da Hristiyan tebaaya nüfuz ederken yaklaşım biçimlerinin temelinde iktidarı sağlamlaştırmak esastır.

Kısacası sömürge imamları ve papazları halkın terbiyesini üstlenmişlerdir. Güney Afrika'nın önemli tarihçilerinden Shamil Jeppie, ondokuzuncu yüzyılda imamların sömürge yönetimleriyle barışık olduklarını, dini vecibelerinin yanı sıra seküler sömürge otoritesinin de hizmetinde olduklarını söyler. 1


Şu örnek sömürgeciliğin yerel kültürleri nasıl yönettiğine dair önemli ipuçları içerir: Onsekizinci yüzyılın sonlarında İngilizlerin İslam şeriatını ve Hinduizm’in temel metinlerini çevirirken asli amaç bilgilenmenin yanı sıra emperyal iktidarı tahakkuk etmektir, der Elleke Boehmer.

Dolayısıyla modern sömürgecilik yerel kültürlerin ve dini pratiklerin önünü açarak itaatkâr olmalarını da garanti altına almış oluyordu. 


Ancak Afrika halkları sömürgecilere tamamen pasif kalmamışlardır; kimi zaman kendi yerel dini pratiklerini kullanarak mücadele etmiştir, Müslüman ya da Hristiyan olsalar da çoğu kendi dinlerinden vazgeçmemişlerdi.

Afrika’nın pekçok yerinde ortaya çıkan dini tarikatlar, sömürgeci şiddete karşı mücadele etmişlerdir. Örneğin, Niyabingi tarikatı ondokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru Doğu Afrika’da geleneksel ilaçlarla kendilerini Batı güçlerinden sakınmaya çalışmışlardır.

Yine Müslüman animistlerin önderliğindeki Maji Maji direnişi Almanların mermilerine karşı kutsal suyun onları koruyacaklarını düşünerek başlatılmıştı.

Yine Kenya’da Mambo, Zimbabve’de Mvari, Sierra Leone’de Poro tarikatları kendi geleneksel yöntemleriyle kolonyal güçlerle savaşmışlardır.  

Kahinler, din adamları ve rahipler Afrika’nın dini kapasitesini kullanarak yerel dinlerin sömürgecilikle mücadelesinde kimi zaman etkin olabilmişlerdir.

Sözgelimi, Güney Afrika’da farklı yüzyıllarda farklı uluslardan iki kadının “atalarının çağrısına” uyarak çiftliklerdeki sürüyü telef etmeleri, sömürgecileri zor durumda bırakmış, kıtlıkta binlerce kişi yaşamını yitirmiştir.

Mau Mau direnişi de unutmamız lazım elbette. 


Animist gerçekçilik 

Postkolonyal Afrika edebiyatına nüfuz edebilmek için animist kültürün işlevselliğini doğru anlamak, kavramak gerekmektedir.

Kimi Afrika metinlerine yakıştırılan büyülü gerçekçilik tanımlaması pekçok açıdan sorunlu bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Postkolonyal kritiklerden Harry Garuba 2, büyülü gerçekçiliğin Afrika metinlerini okumadaki yetersizliğini vurgulayarak “Animist Realizm” kavramını “alt-tür” olarak önerir.

Özellikle Batı Afrika edebiyatı metinlerini okurken animist toplumların yaşayış biçimlerini anlamak için ya da romanlardaki gerçeküstü motifleri kavramak için animizmin anlaşılması gerekmektedir.

Büyülü Gerçekçilik kavramının içinde barındığı hiyerarşi, üst-alt ilişkisi Garuba’nın yerinde müdahalesi ve alternatif sunmasını tetikledi.

Büyülü Gerçekçilik, Avrupa merkezci edebiyatın üçüncü dünya edebiyatına, ki burada söz konusu daha çok Latin-Amerikan edebiyatıdır, yakıştırdığı ve daha çok kültürlerin farkını anlamaktan yoksun egzotik bir yanılsamanın ürettiği bir kavramdır.

Chinua Achebe, Toni Morrison, Niyi Osundare, Wole Soyinka, Duro Ladipo, Amos Tutuola ve Ben Okri gibi isimler Garuba’nın “animist gerçekçilik” akımında verdiği örnekler.

Animist gerçekçilik akımını daha net anlamak için Garuba’nın ifadelerine kulak verelim:

Animizm, animist tanrıların ve ruhların nesnelerin içine yerleştirildiği ve orada cisimleştiği gerekçesiyle taş, ağaç ve nehir gibi nesnelere olan inanışın adıdır.

(267)

Garuba’ya göre animizmde nesneler tanrıların ve ruhların somut ve maddi dışavurumu olarak algılanırlar. Animizm, Afrika toplumlarında yaşayan ve belli bir dinin formunu almayan, maddi olanı maneviyattan ayırmayan bir dini bilinçtir.

Animizm, en temelde eşyayla iletişim biçimidir. Eşyaya temellük edebilmek için içinde saklanan ruhu uyandırmak gerekmektedir. Dolayısıyla animistler eşyayı, doğayı süregelen canlı mekanizmalar olarak görürler.
 

Palm-Wine Drinkard [Palmiye Şarabı Ayyaşı].jpg
Amos Tutuola'nın Palm-Wine Drinkard [Palmiye Şarabı Ayyaşı] adlı kitabı


Palmiye Şarabı Ayyaşı

Postkolonyal romanın tanınmasında öncülük eden Palm-Wine Drinkard 3 [Palmiye Şarabı Ayyaşı] Batı’da çok farklı tepkiler alır.

Yazarın diline, kurgusuna hücum eden eleştirmenlerin yanı sıra dönemin en önemli modernist şairlerinden Thomas Dylan ise Tutuola’yı başarısından dolayı över.

Batı medyasında roman, ilkokul mezunu bir yazardan dilde bu kadar yetkin olunması beklenmediği için şaşırtıcı bulunur fakat bir türlü takdir edilmez.

Ancak Tutuola’yı dünyaya tanıtan Dylan, The Observer gazetesinde yazdığı “Blithe Spirits” 4 adlı yazısında romandan “özlü, dehşet verici ve büyüleyici bir hikâye” diye bahseder. 

Palmiye Şarabı Ayyaşı, Afro-İngilizce yazın tarzının ilk örneğidir, özellikle Nijeryalı yazarlar, kültürel ve geleneksel, töresel deyimlerin İngilizcede ifade sahasını yarattılar.

Dil ile yerel kültür arasındaki geçişkenlik yeni bir form oluşturmuş oldu. Afrikalı yazarların İngilizce yazması, İngiliz edebiyatında bir çeşni olarak algılanabilir.

Tutuola’nın imgelem dünyası şaşırtıcıdır ve bu dünyayı bireyselleştirmesi de Afrika edebiyatının bir başarısıdır. Batı Afrika mitolojisinin, Yoruba inanç kozmolojisinin imgelem dünyasını yansıtan Tutuola, Batı kurmacası karşısında gerçek Afrika’nın resmini çizer.

Bu yönüyle roman tam olarak animist gerçekçi edebiyatın öncü metinlerindendir. Ben Okri'nin 1991 yılında yayımladığı The Famished Road [Açlık Yolu] romanı, bu türün zirve yapıtlarındandır. 

Afrika edebiyatının ilk postkolonyal fantastik romanı olarak bilinen Palmiye Şarabı Ayyaşı, olağanüstü macera ve hikâyeleriyle büyüleyici bir atmosferde gelişir.

Büyülü gerçekçilikle mitsel anlatının birleşimi olarak görebileceğimiz romanda anlatıcı kahramanın, Palmiye Şarabı Ayyaşı’nın şarap yapan tezgâhtarının ölümünün ardından, iyi şarap yapan kimseyi bulamadığı için, onu arayışı ve yolda karşılaştığı olağanüstü yaratıklar anlatılır.

Yaşlı insanlardan herkesin öldükten sonra doğrudan cennete gitmediğini, bu dünyada bir yerde kaldığını işiten Ayyaş, tezgâhtarını aramaya koyulur.

Ölüler Şehri’ne gitmek için bin bir tehlikeli maceradan ve testten geçer. Nihayet, sonsuz palmiye şarabını ikram edecek büyülü yumurtayla eve döner.

Tutuola, romanı kaleme alışına gerekçe olarak, Yoruba’nın halk hikâyelerini başka ülkelerdeki insanlara tanıtmak istediğini söyler.

Palm Wine Drinkard romanının en önemli özelliği, ben-anlatıcıyla kurgulanması ve olağandışı hikâyeyi son derece inandırıcı biçimde kişiselleştirmesidir.

Animist kültürü anlamadan Afrika'nın maneviyatını anlamak, dünya görüşünü, kültürünü kavramak imkansızdır.

Animistleri putperest, pagan gören bir zihniyetin Afrika'yı konuşması ne ifade eder? 

 

 

 

 

1. Bkz. Jeppie, Shamil. "Leadership and loyalties: the Imams of nineteenth century colonial Cape Town, South Africa." Journal of religion in Africa 26.2 (1996): 139-162.Bkz. Jeppie, Shamil. "Leadership and loyalties: the Imams of nineteenth century colonial Cape Town, South Africa." Journal of religion in Africa 26.2 (1996): 139-162.

2. Garuba, Harry. "Explorations in animist materialism: Notes on reading/writing African literature, culture, and society." Public culture 15.2 (2003): 261-285. Garuba’nın kısa zamanda klasikleşen makalesinin Türkçesi Hece Dergisi Afrika Özel sayısında (246-247-248) yayımlanmıştır.

3. Amos Tutuola, Palm Wine Drinkard, Faber and Faber, 1969, (ilk baskı 1952).

4. Yazı, 6 Temmuz 1952 tarihli gazetede yayımlanmıştır. 


*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU