İYİ Parti: Karar anlarına doğru mu?

Sinan Baykent Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli’nin “Eve dön” çağrısı, İYİ Parti Sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu’nun “MHP ile AK Parti’nin ait olduğu değerler dünyasına aitiz” çıkışı, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın “İYİ Parti’nin sosyolojik tabanı AK Parti ve MHP’ninkiyle türdeştir” tespiti ve nihayetinde İYİ Parti lideri Meral Akşener’in “Parlamenter sisteme dönüş olursa destek veririz” sözleri siyasetin hareketlenmesine yol açtı.

Çoğu gazeteci ve analist, yukarıda serdedilen hamleler bütününü bir potansiyel “seçim aritmetiği hesabı” şeklinde kanıksayıp yorumlamayı tercih etti.

Başka bir deyişle, birçoğu “Cumhur ittifakı zora düştü, dolayısıyla hesaplarını yüzde 50+1’i bulmak için yapıyor” çıkarsamasına meyletti.

Kendi payıma bu yaklaşımı paylaşmadığımı ve dahi pek çok farklı açıdan kusurlu bulduğumu belirtmeliyim.

Öncelikle yayımlanan son kamuoyu yoklamalarına göz atıldığında Cumhur İttifakı’nın, hâlihazırda tecrübe edilen kimi tıkanıklıklara ve yapısal sorunlara rağmen, hâlâ yüzde 50 bandında konumlandığı rahatlıkla gözlemlenebiliyor. 

Dahası, kimi muhalif siyasî partilere özel çalışmalar sunan anket firmalarının yürüttüğü ve kamuoyuna aksettirilmeyen araştırmaların tamamı küçük oynamalar ve hata paylarıyla olsa bile aynı istikamette sonuç veriyor.

Dolayısıyla evet, İYİ Parti’nin şu veya bu şekilde Cumhur İttifakı’na dâhil edilmesi (olması) şüphesiz ki mevzubahis ittifak için bir “rahatlama” marjı vücuda getirecektir; ancak tek başına bir parametre olarak böylesi bir muhtemel senaryonun “mutlak bir ihtiyaçtan” döküldüğü tezi kendi içinde yeterince tutarlı değil.

Cumhur İttifakı’nın bileşenleri şu anda esasen iç politik dengelerden ziyade dış politikada verilen cüsseli mücadeleye odaklanmış durumda.

Suriye ve Irak’ın kuzey şeritlerindeki terör yapılanmaları ve bunların ileri dönemde devletleşmesinin ihtiva edeceği varoluşsal tehditler, Doğu Akdeniz’de ete kemiğe bürünen “anti-Türkiye” cephesinin tehlikeli manevraları ve aynı düzlemde Lübnan’da patlak veren krizin orta-uzun vadedeki potansiyel olumsuz yansımalarına karşı ön alınması meseleleri temel hassasiyet eksenini teşkil ediyor.

Gerçekten de nereden bakarsak bakalım, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bugün itibarıyla bir nevî “neo-Sevr” dayatmasıyla karşı karşıyadır ve bu anlamda devlet aklı bütün enerjisini ülkeye yöneltilen taarruzlara direnmeye adamak niyetindedir.

Oysa her güçlü dış politika tasavvuru, hele ki hayatî menfaatleri doğrudan ilgilendiren dış politika tasavvurları, öyle ya da böyle içeride alabildiğine geniş, kitlesel ve sağlam bir zeminle beslenmek zorundadır.

İYİ Parti’nin tabanı yani temsil ettiği oy oranı işte tam bu noktada devreye giriyor.

İYİ Parti seçmeni bence Türkiye’deki nadir bilinçli seçmen grubundan sayılabilir. Ne istediğinin ve ne istemediğinin çokça farkında. Kentli, eğitimli ve politize olmuş oldukça homojen bir milliyetçi-demokratik profilden bahsedilebilir sanırım.

Hâl böyle olunca, İYİ Parti’nin yönetici kadrolarının bu hususiyeti inkâr etmek gibi bir lüksleri yok ve olamaz.

Ne var ki İYİ Parti uzun bir zamandır “milliyetçi” bir çizgi izlemiyor veya izlemekte zorlanıyor. Nedendir bilmiyorum ancak sanki tavan ile taban arasında bir iletişim kopukluğu mevcut. Hepsini geçtim, “tavanda” dahi sarih bir mutabakat yok.

Küçük ve fakat somut bir örnek vereyim:

Geçen ay bir İYİ Parti milletvekilinin Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar’a Libya özelinde birtakım sualler formüle etmek suretiyle bir soru önergesi verdi.

Evlere şenlik, tuhaf bir üslûp ve içerikle kurgulanan ve milliyetçiliği geçiyorum en ılımlı vatanseverliğin bile hiçbir ölçütüyle bağdaşmayacak bu önergeye evvelâ birebirde konuştuğum bazı İYİ Partililer şiddetle itiraz ettiler mesela.

Yanılmayın, bunlar “alelade” partililer değildi. Aksine, partinin hamurunu ilk günden itibaren bizzat yoğurmuş şahsiyetlerden bahsediyorum… 

Genel plan üzerinden devam edelim.

Bugün dünyada milliyetçilik ciddi bir yükseliş kaydediyor. Bilhassa milliyetçi duyarlılıkla bezeli “yeni” yani modern oluşumların muazzam seçim başarıları elde ettiği, statükoları yerinden oynattığı ve gerek tek başına gerekse de muhtelif koalisyonlar vasıtasıyla hükûmetlere yön verdiği bir tarihsel evreden geçiyoruz.

Milliyetçiliğin yükselişi Türkiye’de de derinden hissediliyor. Ancak ortada kendini “modern” ve “yeni” bir milliyetçi parti olarak tarif eden İYİ Parti’nin bizzat “mimarı” olduğu bir zafer hikâyesi bulunmuyor.

Öyle zannediyorum ki kuruluşundan bu yana yüzde 8-11 bandında mevzilenen, son yerel seçimlerde CHP tarafından gölgelenen, kurumsallaşmasını aksatan, sivil toplum kuruluşlarından, yayın kuvvetinden ve öz cenahının entelektüellerinden oldukça kopuk kalan bir siyasî parti tasvirinin reductio ad absurdum addedilemeyeceği aşikârdır. 

Konjonktür devasa bir milliyetçi atılıma müsait ve elverişliyken, İYİ Parti bünyesinde yer aldığı Millet İttifakı’nın “ruhunu” bozmamak adına “milliyetçi” vasfını neredeyse etkisizleştirmeye doğru yelken açıyormuşçasına davranmakta diretiyor.

Ancak İYİ Parti yönetiminin “Aman müttefikimizi incitmeyelim” dediği yerde, CHP -son kongre sürecinin sonuçlarının da açıkça işaret ettiği üzere- gitgide Avrupa’daki “Yeşiller” hattına oturmak ve HDP ile olan “dirsek temasını” bir üst mertebeye taşımakla meşgul oluyor.

Diğer “ittifak” kompozisyonunda bir parti bugüne değin bir kez olsun “Mavi Vatan” bile demezken, bir diğeri de son olarak anadilde eğitim vaadinin kaldıracı işlevini görüyor.

Yukarıda da altını çizmeye çalıştığım üzere, İYİ Parti tabanı milliyetçi refleksler yumağını benliğinde layıkıyla ve en önemlisi akıl süzgecinden geçirerek cisimleştirebilen bir tabandır.

Dahası, en başında İYİ Parti’yi kurduran irade bizzat bu taban gerçekliği, belli bir mecrada ilerlemeyi yeğleyen bu sosyolojik basınç olmuştur.

Her ne kadar Genel Başkan Meral Akşener, son günlerde merceği “parlamenter sisteme dönüş” savına tutsa da -ki söz konusu vurgu bir ölçüde anlaşılabilir; zira İYİ Parti’nin doğum sancıları 16 Nisan referandumundan sonra sıklaşmaya başlamıştı- yalnızca bu söylem partiye bağlanan milliyetçi seçmeni monoblok bir tarzda muhafaza etmek için kâfi gelmeyebilir. 

Nitekim son günlerde adından çokça söz ettiren Muharrem İnce’nin yalnızca CHP kongresinin yarattığı düş kırıklıkları üzerinden değil, aynı zamanda İYİ Parti’de gitgide gelişen tavan-taban çelişkinin açtığı fırsatlar penceresini de eşzamanlı değerlendirdiğini düşünüyorum.

Unutulmasın ki 2018 seçimlerinde Meral Akşener’in aldığı oy ile İYİ Parti’nin aldığı oy arasında yaklaşık 2,5 puanlık bir fark vardı.

Bu yönüyle İnce’nin çizeceği “klâsik cumhuriyetçi” bir kontur, İYİ Parti tabanının en azından bir bölümüne partinin hâlihazırdaki “dolambaçlı” kimliğine nispetle daha cazip gelebilir.

Kaldı ki MHP’ye dönüşlerin vuku bulması, oylardan ne yapacağı şimdilik meçhul olan ancak yakından izlenmeye değer gördüğüm Genç Parti’ye yahut -neden olmasın- hoşnutsuzların inisiyatifiyle kurulacak yeni bir milliyetçi partiye kaymalar olması ihtimaller dâhilindedir. 

Velhâsıl siyaset uzun bir maratondur; yarının bilinmezliğinin ve her gün yine, yeniden değişen koşulların bağrında taşıdığı başka aktörlerin sahne alması pekâlâ mümkündür.

Hülâsâ ben Cumhurbaşkanı ile MHP liderinin çağrılarının ardındaki temel motivasyonun Türkiye’nin hariçte göğüslediği meydan okumalara karşı iç cephenin bu meydan okumaların gerektirdiği maksimum uyum ve birlik anlayışıyla pekiştirilmesini amaçladığı kanısındayım.

Bu çağrıların aslında İYİ Parti tabanındaki pörsümemiş “millî damara”, duçâr olduğu iç zıtlaşmaların fevkalade bir idrakiyle, hitap etme gayesiyle icra edildiğini anlıyorum.

İYİ Parti’nin sınavı kendisiyle, kendi seçmeninin talep ve beklentilerine ne kadar kulak kabartacağıyla ilgili olacaktır.

Taban AK Parti-MHP ikilisiyle barışır mı, içinden geçtiğimiz olağanüstü uluslararası şartlarda karşılıklı iyi niyet gösterileriyle barışırsa nasıl barışır -bu levhada şimdiden sarf edilecek her sözcük ve kurulacak her cümle kaba bir spekülasyon kalıbına sıkışmaya mahkûmdur.

Öte yandan bir de nesnel verilerin fısıldadıkları var ki, o da İYİ Parti’nin şu an durduğu noktanın siyasî karşılığının ne Türkiye’nin uluslararası pozisyonuna ne de partinin omurga seçmen kitlesinin ilhamına yaradığıdır.

Karar anlarının nasıl kavranacağını ve bunların izdüşümlerini zamanla müşahede edeceğiz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU