Hadi, ne yapıyoruz?..

Tarkan Konar Independent Türkçe için yazdı

Vuhan duvarlarından sosyal medyaya yansıyan bir yazı vardı:

Normale dönemeyiz, eski normal sorunun kendisiydi.


Bu tespit bir soruyu doğurdu;

Peki, nereye döneceğiz? Yoksa bir yere dönmeyip başka bir 'yeniye' mi başlıyoruz?


Her halükarda dünya genelinde vicdanlı İnsanların cevabını aradığı bir soru var:

Ne yapacağız?


Başlayalım öyleyse...

Bu yazı ile amaçlanan şey tumturaklı bir yol haritası, bir kurtuluş planı önermek değil; ama o planın çıkması için pratik çabaların buluşmasını hızlandırıp 21’nci yüzyıl girizgahında bir alt metin oluşturmaktır. 

100 yıl önce bu büyük salgını yaşıyor olsaydık neler farklı olacaktı?
 


Telefonlarımız, bilgisayarlarımız olmayacak, sosyal medyadan böyle hızlı iletişim kuramayacaktık.

Bu cepte!

Bitti mi? Bu mu yani?

Global köy olduğumuz, Soğuk Savaş'sız, övülmekle bitirilemeyen bu yeni dünya düzeninin müjdelenmiş zaferi bu mu?

Yapay zeka, 3d, machine to machine, insansız fabrikalar, nanobotlar...

Evet, bunların hepsi var. Kimin için var?

Bu noktada Heidegger'in "VAR" (dasein) olgusunu hatırlatmak istiyorum!

100 yıl önce de insanlar aşı bekliyordu, karantinada evlere kapanıyordu, gıda, ilaç, maske, medikal malzeme sorunu yaşıyordu, yoksulluk hakimdi ve üretim sekteye uğruyor diye işçiler risk altındaydı.

Vay be, ne değişti? İnternet var!

"VAR" olgusuna dönersek;

...bugün (yokken) var ettiğiniz şeylerle sadece bugünü biçimlendirmeyip geleceğin gelişim biçimine de müdahale etmiş olacağınız için kendi kaderinizi de elinize almış olursunuz.


Bu nedenle kentlerin mahallelerinde birden ortaya dikilen granitli kocaman 'shopping mall'larla (AVM) tüm mahalleliye orası ile komşu olma sanrısı yaratılmıştır, çünkü yoktular eskiden!

Faşizmin geçmişte dev binalar, yapılar, fabrikalar inşasının yarattığı kudretli ruh halinin felsefi alt yapısı budur. Plaza, bunun rafine edilmiş halidir. 

Öyleyse ilerleme bu değilse, sistem tıkandı ve varakları mı dökülüyor? Yoksa bir yılan gibi kabuk değiştirip tazelenecek mi?

Mikrodan makroya doğru, işçiden esnafa, holdinglerden devletlere kadar her özel ve tüzel kişi bu yaşamsal tehdit psikolojisinde doğal refleksler gösterecektir, kendini korumaya alma, türün devamı, potansiyel fırsatları kullanabilme ve her olasılığa hazır olma gibi...

Komplo teorisyenleri, ekseriyetle bu virüsün bir tür yeni düzen kuruluşu için ortaya atıldığını/üretildiğini iddia etse de virüsün ortaya çıkışı hakkında o yönde bilimsel bir bulgu yok elimizde.

Ancak! yaratacağı sonuçlar itibarıyla aynı noktaya vardırılabilir.. Birey olarak nasıl ki hayati giderlerimizi önceleyip keyfi harcamalar, entelektüel faaliyetler, tatil gibi ihtiyaçlarımızı gönüllü biçimde durduruyorsak, dünya genelinde devletler de "yeni düzene" dönük pozisyon alabilmek için içeride temel hak ve özgürlüklere dönük kısıtlamalara gitme eğilimine girebilir.

Daha adil ve demokratik bir düzen alternatifi ortaya çıkmadığı oranda düzen totaliter eğilimler geliştirecektir (bazı ülkelerde ilk örnekleri başladı bile).

Çünkü içe yansıyan bu reflekslerin haricinde bir de "Süperlig" var, devletler arası mücadele! (bu noktada komplo teorisi emekçilerine biraz prim verelim :) 

Devletler arası güç dengeleri de bu durumda elbette yeniden düzenlenir, kartlar karılır, haritalar açılabilir, değişebilir, açık veya örtülü yeni paktlar oluşabilir.

Kanımca da oluşacaktır. Direnme, hatta borç verme gücü olanlar elbette durumu suistimal etmek için adımlar atacaktır.

Bunların süpersonik güçlerce, bazı aileler veya lobilerce yapılacağını iddia ederek süsleyebiliriz; ama gerek yok, emperyalist politikalar elbette birilerinde ete kemiğe bürünecektir.

Örneğin bir süre sonra IMF'ye el açan Devletler, elbette borç alma karşılığında içeride bazı adımları atma (özelleştirme vb imtiyazlar) şartlarıyla karşılaşaktır.

Bu noktada bunların bireyin hayatına yansıması; örneğin şöyle olacak, iktidarlar içeride muhalif ses istemeyeceği için milliyetçiliği artırarak toplumu konsolide etmeye çalışacaklardır. 

Burada solu bekleyen ciddi bir tuzak var, zira ultra emperyal bir düzen 2040’a kadar cidden yeni bir düzen inşasının temelini tamamlamak isterse, ulus devleti tümden yok etmeye dönük adımlar atar.

Tam bu noktada "Zaten ulus devlet tukakaydı" gibi YAE'ci bir tutum, gafletin daniskası olurken "ne öylecilik ne böylecilik" tavrı ise ‘politik lig’den çekilmek olur.

Sonuç olarak, bu pandeminin bir 21’nci yüzyıl introsu olduğu artık tescillidir.

İster adına emperyalizm ister illüminati deyin bu durumun müsebbibine karşı sosyalistlerin hakiki bir alternatif yaşamı tüm üretim/paylaşım pratikleri ile bugünden kurmaya başlaması, diğer milletlerin benzer çalışmaları ile bunları koordine etmesi hem politik hem yaşamsal olarak bir gerekliliktir.

Yok bunun dışında, "Kapitalizmin ekolojik nedenlerle sürdürülebilir olmadığını artık bu düzenin egemen güçleri de kabul ediyor" diyorsanız ve bu yönde beklentilere sahipseniz çok tatlısınız!.. 

Tarih boyunca olduğu gibi bugün de "yeni düzen" eskinin bağrında yetişip gelişecektir.

Elbette sınıflardan bağımsız, lineer bir akış içerisinde tarihin daha iyiye doğru akacağını kaderci bir temenni içinde beklemeyin, öyle değil. 

En popüler ifadeyle "bu düzen değişmelidir" önermesine, merkez emperyal ülke yurttaşları arasında bile itiraz edilmiyor.

İtiraz bu noktada değildir, karşısına bir alternatif düzen konulamamasındadır mesele.

Kapitalizmin, yarattığı zenginliği adil olmayan bölüştürme biçimine Marxizm referanslı yapılan hiçbir eleştiri haksız bulunamaz, bulunmuyor.

Lakin, ortaya zenginlik (meta, ürün, değer, üretim...) çıkaracak başka bir iktisadi düzen önerilememektedir.

Denenmiş sosyalist kuruluş çalışmalarının büyük kısmı bugün mevcut değiller, bunlardan ders çıkarmadan aynı haliyle sosyalizmi bir alternatif olarak önermek, açıkçası "politik muhafazakarlıktır".

Yaşanmış deneyimlere sahip çıkarak, iyi yaptıklarını bir kenara koyup tıkandıkları noktaları açık ifade etmek gerekir. 
 

3.jpg
İllüstratör ve tasarımcı: Cristiana Couceiro​​​​​​​


Bir organizasyon aygıtı olarak 'devlet', kapitalizmde egemen (burjuvazi) sınıfın ele geçirdiği, tarafsız olmayan, kuvvetler ayrılığını kağıt üstünde işletip, pratikte sınıfsal çıkarları her şeyin üstünde tutan bir değişime uğramıştır.

Sosyalist deneyimlerde ise legal biçimde "kuvvetler birliğine" dayalı devletli sosyalizm! örneklerini tecrübe ettik.

Devleti küçültmek isteyen bir ideolojinin kendisini ele geçirmesi karşısında "devletin" her zaman rövanşist bir gizli ajandası vardı!.. Bu da o tüzel kişinin yaşamsal refleksidir!

Devrimin ilk yıllarının yarattığı motivasyon, ikinci jenerasyondan sonra etki kaybedince, erk, bürokrasi camiasından başlayarak çürüme hızlanır.

SSCB örneğinde faşizme karşı büyük zaferin yarattığı (verdiği ağır kayıplara rağmen) ideolojik doping! bu çürümeyi sadece ertelemiştir; sosyalizmi "devletlü" olarak sürdürmenin doğal bir sınırı vardı...

Problemleri sadece kişilerin ihanetlerinden ibaret olarak tespit etmek kolaycılıktır. 


Kapitalizme bugün gerçek bir alternatif (kitlelerde heyecan yaratan ve kabul gören) önerilecekse kesinlikle anti-kapitalist sürdürülebilir iktisadi önermesini içinde barındırmalı, yönetsel olarak birbirini denetleyen, çürümeyi örtbas etmeyen, parti genel sekreterinin devlet başkanı sayılmadığı bir "dualektik" idare olarak örgütlenmesi gerekir. 

Pandemi ortamında düzen hiç saklama gereği duymadan, dünya genelinde emekçileri üretime zorlarken "şanslı kesimlere" #stayhome diye sesleniyor...

Irklara dayalı, doğal olmayan bir seçilim önerip uygulayan faşizm, tarihe soykırımlarla geçti.

Bugün ırka değil sınıflara dayalı bir "Sosyal Darwinizm" dayatılıyor emekçilere.

Tarih bu rezilliği "sürü bağışıklığı" diye kodlayan bilim insanlarıyla(!) beraber yazacaktır, bunun gerçek adı, doğrusu: "SINIF KIRIM"dır... 

Sürdürülebilir anti-kapitalist model üzerine kafa yorarken, bunun ekonomik yapısını şekillendirirken bir konuda ezber bozmayı önemli sayıyorum;

20'nci yüzyıl boyunca bağımsızlıkçı, sosyalist hareketler ve sosyalist/demokratik yönetimlerin birçoğu emperyalizme karşı ekonomik bağımsızlık şiarına vurgu yaptılar.

O gün için doğru bir yönelim olmakla beraber anti-kapitalist karakteri hep zayıf olan bir yönelimdi.

Tuzak şuradaydı; kapitalizmin kar motivasyonu ile sınırlarını belirlediği teknolojik/ekonomik gelişim yarışında Sovyetleri, kendisinin halkçı/devletçi bir kopyasına dönüşmeye zorladı.

"Otomobilse ben de yaparım", "Uzaysa alasına çıkarım"... bu tuzaktı!

Düzen, sosyalizmi kendi mahallesine çekip dövmeyi planlamıştı.

Birinin sizi yenmesi için birinci şart onunla oynamayı kabul etmenizdir!  

Kapitalizmin büyüme endeksine göre krizlere girip çıkan emekçi sınıflar adına ilan edilmesi gereken şey "EKONOMİDEN BAĞIMSIZLIK"tır! 

"NE YAPMALI?" sorusu bütün canlılığı ile 21'nci yüzyıl başında, ortada duruyor... 

Çünkü istediğiniz teoriyi üretin, en sağlıklı makro politik analizi yapın; ama bireylerin derhal yarın itibarıyla nasıl hayatta kalacaklarını söylemiyorsanız konuşulma süreniz yarım saattir!

Tam da bu yüzden önermeyi somutlamak gerekir:

"Eko-toplumcu" bir düzen için bugün hemen şimdi nereden başlanmalı?

Herkesin karantina şartlarında bile mahalli dayanışma grupları, okul kolektifleri, işyeri grupları, tarım, sanat kooperatifleri, paylaşım/dağıtım komünleri ve bilumum ağlar halinde hayatın sürdürülebilirliğini örgütlemesi gerekiyor. 


Hem psikolojik hem ekonomik nedenlerle yalnızlaşma duygusu en kötü olanı...

Özellikle suyun, tohumun paylaşımı; korunması, ekilmesi ve işlenmesi ile sebzeden ekmeğe kadar tüm dağıtım ağında aracıyı ortadan kaldıran, üretici ile doğrudan temas halinde kentli dayanışma ağları olabilir.

İşbirliğine açık muhtarlıklardan belediyelere ve tüm kurumlara kadar yerel ve merkezi koordinasyonlar oluşturulabilir.

Olabilecek iklimsel, doğal afetler için ilk yardım, arama kurtarma bilen gönüllü ekip çalışmaları yapılabilir.

Partilerin gençlik kollarından sendikalara kadar ilk etapta örgütlü olan kesimler bunları başlatabilirler..

Bakın, evde doğal tohum bulundurmanın silah veya uyuşturucu bulundurmaktan çok daha büyük suç sayılacağı bir yüzyılın başındayız! 

Türkiye özelinde konuşursak, geleceğin değerinin petrol, inşaat veya otomotiv değil sağlıklı su ve gıda olacağına eminim.

Bu itibarla Türkiye için tarımdan başka çıkış yoktur (ve doğal yayılım için arıcılık).

Dilerim ki monsanto/cargill politikaları, kısır tohumlar reddedilir ve ülke bu "şansı" doğru değerlendirir!

Zira insanlığı (çoğunluğu) bekleyen felaketin adı kıtlıktır

Şüphe yok ki emperyalizm bu tip organizasyonların hepsini erk mekanizmalarına sızarak kriminalize etmeyi deneyecektir, zor kullanmaktan çekinmeyecektir.

Fakat unutmayalım, hayatta kalmamızın, bir eko-toplumcu düzen kurmamızın tek yolu dayanışmadır.

Ursula K.Le Guin'in "Mülksüzler"inde olduğu gibi, vicdanlı insanlara bir gezegen tahsis edilmeyecektir...


Fantazmagorik bir söylenti: 

Aşı bahanesiyle herkese zorla çip mi takacaklar? 


Bence hayır. Lakin, olağan yaşantı içinde biz "engelsiz" insanların farkında bile olmadığı; ama engelliler (bu tanımı çok sevmesem de) için tam bir ızdırap olan, kent tasarımından pazar alışverişine kadar hayatın her alanında istemsizce olagelen bir "engelsiz insanlar dayatması" vardır.

Şimdi bunun üst versiyonu olarak "aşılı, bağışık, enfekte olmamış" vb. sağlıklı bireylerin iş bulmaktan evlenmeye kadar her konuda tercih edildiklerini, öne geçtiklerini düşünelim.

Bu kişilerin farklarını belli edecek bir işareti taşımakta kendilerinin gönüllü olmayacağından emin miyiz? 

Bu yazıyı bir tartışma başlığı açarak sonlandırmak sanırım doğru olur;

Yukarıda sermaye, sınıf, devlet vb. bağlamlarda sorunu ele almaya çalıştım, ama 20'nci yüzyıl siyasetinden öğrendiğimiz biçimiyle gelmekte olanı (21'nci yüzyıl siyasetini) öngörmeye çalışıyoruz ve fakat feodalizmden kapitalist ulus devlete geçiş sürecine doğmuş olan Marksizm ışığında bir olasılık olarak şu ihtimali tartışmalıyız! (mı?);

Peki, önce ülkelerin içe kapanıp ulus devleti (yeniden) güçlendirmeleri sağlanırken, ama aynı zamanda halk sağlığını veri tabanına yüklemeleri ve dijital ortamda her kontrolü yapmaları (Çin başladı) sağlanıp aslında bu veriyi küresel olarak merkezileştiren bir alt yapı kuruluyor olabilir mi?

Neden olsun?

Yukarıda emperyalizmin, ulus devleti yok etmek istemesi olasılığını genişletip şöyle diyebilirim:

Sermaye o kadar güçlendi ve büyüdü ki artık hukuk devleti, anayasa,  sosyal devlet, sözleşmeler gibi 'kendisine ayak bağı olan' parlamenter karar mekanizmaları dahil, eksik veya fazla bunları temsil eden devletlerin tamamına, devlet fikrinin kendisine karşı bir mücadele başlatmış olabilir mi?

Yani yarattığı Frankenştayn kendi sonu olabilir! mi?..

Bu olasılık karşısında devletsiz bir dünyanın hiç de özgürlükçü veya anarşist olmayacağını, bilakis devletin (hükümetleri, iktidarı ve muhalefeti ile formel veya gerçek) hukuki, bürokratik tüm frenlerinden kurtulan! sermayenin gerçekten küresel bir diktatörlüğe dönüşebileceğini...

Bu noktada yakın gelecekte devrimcilerin 'eko-toplumcu/cumhuriyetçi-devletçi' bir çizgi teşkil edeceğini söyleyebiliriz! (mi?)...


Kutlayamadığımız 1 Mayıs'ın akabinde tartışıp çalışmaya başlamamız dileklerimle...

Bütün ülkelerin iyileri birleşin. 

:) 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU