Hüzün senesi

Vahdettin İnce Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Amr Nabil/AP

Rahmetli dedem vefat edinceye kadar bizim evin idaresi onun elindeydi. Babam onun dediklerini yapardı. Mesela ilçeye gidip ramazan için hazırlık yapmak dedemin işiydi.

Çocukluğumda dedemin ilçeden ramazan için getirdiği, başka zamanlar sık sık görmediğimiz yiyeceklerin coşkusunu yaşardım.

Pekmez, helva, bal, zeytin getirirdi mesela. Dedem özellikle pekmezi çok severdi. Bunlardan yemek için sahuru dört gözle beklerdim.

Sonra dedem vefat etti. Önce ben İstanbul’a taşındım, sonra babam diğer kardeşlerimle birlikte taşındılar.

Ben sırf dedemin anısını yaşatmak için her sene özellikle ramazanda pekmez alırdım. Bu sene almayacağım ama. Ramazan boyunca yapamayacağım, yapamayacağımız başka bir sürü şey var daha.

Annem, babam, İstanbul’da küçük kardeşimde kalıyorlar. Her sene ramazanın ilk günü iftarı ya onlarda ya da bizde beraber yapardık. Bu sene yapamayacağız. İnsanın içini bir hüzün kaplıyor.

Her sene nisan ayından sonra memlekete gider sonbahara kadar orada kalırlardı. Bu sene gidemeyecekler.

Geçenlerde aradım bunun hüznünü yaşıyorlardı. "Evde tıkıldık, kaldık oğlum" diyorlardı hüzünle. Bu sene sadece bizim için değil bütün bir dünya için hüzün senesi.

Her gün bir tanıdığımızın koronaya yakalandığını, hastaneye kaldırıldığını veya vefat ettiğini duyuyoruz. Derin bir hüzne kapılıyoruz. Cenazesine katılamamanın hüznü de var tabi.

Ama ramazanın hüznü tarifsiz. İnsanın dedesinin basit bir hatırasını yaşatamaması nasıl bir hüzündür bilir misiniz?

Geçen yıllarda da hüzünlü ramazanlar geçirirdik.

Ya Gazze’ye saldırırdı İsrail ya da dünyanın başka bir yerinde mazlumların üzerine zulüm yağardı. Suriye’de, Yemen’de, Libya’da, Myanmar’da.

Hepsi de planlı bir şekilde ramazana denk getirilirdi sanki. Ramazanı coşkuyla karşılayan Müslümanların ağızlarının tadı bozulsun diye.

İftar sofralarına oturduğumuz zaman lokmalar boğazımızda düğümlenirdi; Filistinli bir kadının İsrail askerlerinin arasındaki asil, ama çaresiz halini seyrederken.

Ege sahillerine vuran bir çocuk cesedini ya da.

Belki yüz yıldır ramazanlar hep hüzünle geçiyor.

Yoksa ramazan dışında da Müslümanların, mazlumların hali hep böyleydi de ramazanda daha bir rikkat kazandığı için kalbimiz, o zaman mı fark ederdik bilmiyorum.

Ama ramazanda müminlere yönelik zulüm ayyuka çıkardı, bizde de hüzün. 

Ama bu sene başka bir hüzün var.

Gönüllü izolasyon, sokağa çıkma yasağı derken neredeyse elli gün oldu eve kapanalı.

Ramazanda biter bu cendere, coşkuyla sokağa çıkarım diye düşünürdüm hep.

Aklıma gelmezdi camilerin ramazanda da kapalı kalacağı, Kabe'nin umresiz, tavafsız.

Ama bugün bu yazıyı yazdığım sırada en az ramazanın sonuna kadar kapalı kalacakları kesin.

O yüzden şu anda geçmişteki hüzünlerle mukayese edilmeyecek bir hüzün halesi sarmış kalbimi.

Kalbim şairin “kulbe-ı ehzan”ı gibi. Hüzünler kulübesi.

Ramazan alışverişi yapmadım mesela. İçimden gelmedi. İftar sofrasının, sahurun, ezanın hazzını alabileceğimi sanmıyorum.

İftara doğru televizyonda huşu ile tavaf yapan müminleri izleyip onlara gıpta ile bakamayacağım.

Bir gün toprağına yüzümü sürer miyim hasretiyle gözlerim dolmayacak.

Ben olmasam da birileri o topraklara yüz süremediklerini, müminlerin hevenk hevenk kabenin etrafında dönmediklerini görüp hüzünleneceğim. 

Bir de annemi babamı eve getirip onlarla birlikte iftar yapamayacağım. Onların yanına gidip kardeşlerimle birlikte sofraya oturmayacağım.

İlk orucunu tutacak torunumun elinden tutup ona iftarlık alamayacağım.

İftarı açtıktan sonra selatin camilerini görmeye gidemeyeceğiz. Üsküdar sahilinde çay içmeyeceğiz.

Deniz dalgalarına dalıp zamanı ihya etmeyeceğiz. Mihrimah Camii'nin dış avlusunda serin serin esen rüzgarın okşadığı seccadelere kapanamayacağız.

Dostlarımızı iftara çağırmayacağız, onlar tarafından çağırılmayacağız. 

İhtiyar amcalar mahalle camisinin şadırvanında oturup ikindi ezanını bekleyemeyecekler.

Akşam ezanından sonra kadınlar her sene yaptıkları gibi teravih namazlarına gidemeyecekler.

Çocuklar, büyükler namaz kılarken safların arasında yaramazlık yapamayacaklar. 

Kaldığımız apartmanın altında bir fırın var. Her ramazan iftara bir saat kadar kala insanlar pide kuyruğuna girerlerdi. Bazen apartmana girmek için onların arasından zorlukla geçebiliyorduk.

Doğrusunu isterseniz bu durumdan pek de memnun olmazdım. Biliyorum, bu sene pide kuyruğu olmayacak.

Ama ben de daha rahat eve girmeyeceğim. Çünkü zaten evden çıkmıyorum. Balkona çıkıp pide kuyruğuna girenleri seyredemeyecek olmanın hüznü basıyor bunları düşündükçe.

Bir görünmez düşmanın saldırısına uğramışız ki hepimize çaresizliğimizi, acizliğimizi saniye saniye, an be an hissettiriyor. Bu sene hüzün senesi.

İnsanlara bu gerçekleri hatırlatmak, tek ve ortaksız Allah’tan başkalarını tanrı edinmemeyi anlatmak için gönderilen Hz. Peygamberin de hayatın böyle bir hüzün senesi var.

İnsanlara tevhidi, adaleti, hikmeti, kardeşliği anlatırken onu ve yanında yer alan bir avuç mümini Ebutalib vadisinde ambargo altında Mekke’den izole etmişlerdi.

Kimseyle temas kurmasına izin vermemişlerdi. Müşriklerin bu ağır ambargosu altında iken amcası Ebutalib ve eşi Hatice vefat etmişti. Resulullah bu seneye "hüzün senesi" adını vermişti. 

Her taraftan izole edilmiş, imanın bütün göstergeleri ortadan kaldırılmış böyle bir süreçte insanın kalbini hüzün basınca ister istemez bu hüzün senesi aklına gelir.

Tek tesellimiz Resulullah’ın hayatındaki bütün fetihlerin bu hüzün senesinden sonra gerçekleşmiş olmasıdır.

Hüzünlü kalplerle Allah’a yakarmanın, üzerimize hayırlarını açmasını dilemenin zamanıdır. 


Hoş geldin ey mahzun gönüllerin ramazanı.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU