Çin ‘korona krizinden’ galip ayrılmayacak

Batı medyasında, The Economist’in de içinde yer aldığı bir klik var. Demokratik sistemi savunduklarını ileri süren bu medya çevrelerinin, özellikle ABD'ye kaybeden taraf olarak atıfta bulunma eğilimi taşıması dikkat çekici

The Economist dergisinin "Çin kazanıyor mu?" yazılı nisan ayı kapağı

"Çin kazanıyor mu?" İngiltere merkezli The Economist dergisinin bu ayki kapaklarından biri buydu.

Başlığın altında ise küresel olarak ‘koronavirüs krizinden’ nasıl kurtulabileceğimize dair uzun bir rapor yer alıyordu.

Batı medyasında, The Economist’in de içinde yer aldığı bir klik var. Demokratik sistemi savunduklarını ileri süren bu medya çevrelerinin, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) kaybeden taraf olarak atıfta bulunma eğilimi taşıması dikkat çekici.

Hatırlıyorum da; aynı dergi 1980'lerde Japonya’nın ekonomide ‘bir numara’ haline geldiğine dair bir yaygara koparmıştı.

Harvard Üniversitesi öğretim üyelerinden Profesör Ezra Vogel’in ‘ideal ekonomik model’ teorisini geniş çaplı ele alarak bunu kanıtlamaya girişmişlerdi.

The Economist, 1990’larda kapağına Başkan Suharto’yu taşıdı ve Endonezya’nın yakın zamanda dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden birine dönüşeceğini iddia etti.

Dergi, 2005 yılında da ‘İran kazandı mı?’ kapağıyla çıkarak herkesi şaşırtmayı başardı.

Makalemizin başına dönecek olursak; söz konusu sayıda işaret edildiği üzere Çin’in kazanmış olması nasıl mümkün olabilir?

Okuyucu olarak Halk Cumhuriyeti’nin zaferine dair şüphelenme hakkımız var.

Kovid-19 salgını küresel bir felakete dönüşmüş durumdadır ve meselenin uluslararası rekabetle bir ilgisi yoktur.

Dolayısıyla hiçbir tarafın bu salgından zafer kazanarak çıkması mümkün değildir.

Buradaki ‘zafer’ ifadesinden kasıt, salgının insani ve ekonomik düzeylerde yol açtığı zararın ölçeğini göstermek olsa bile Çin'in buradaki zaferine şüpheyle yaklaşmak gerekir.

Bu makaleyi yazarken Pekin yönetimi, verilerini revize ederek toplamda 82 bin vaka ve 4 bin 632 ölü sayısı bildirdi.

1,5 milyardan fazla nüfusa kıyasla oldukça iyi bir oran söz konusuydu. Eğer bu rakamlar doğruysa, Avrupa ülkelerine ve ABD’ye kıyasla gayet iyi bir pozisyonda oldukları açıktı.

Ancak buradaki anahtar kelime, ‘doğruysa’ ifadesidir. Çin’in nüfusu İspanya’nın yaklaşık otuz katıdır.

Kovid-19’un İspanya’da Çin’den altı kat daha fazla insanın yaşamı aldığına inanmamız nasıl beklenebilir? 

Ayrıca Çin'in zaferine dair dünyanın dört bir yanındaki ülkelere koronavirüse karşı mücadelede sağladığı yardımlar örnek gösterilmiştir.

Böylelikle Çin Halk Cumhuriyeti’nin küresel bir lider olarak itibarının güçlendiğinden söz edilmektedir.

Bu iddia da o kadar da güçlü değildir. Nitekim Avrupa ülkeleri, Paris Kulübü aracılığıyla çok yoksul ülkelerin borçlarını dondurma kararı aldı.

Çin ise borç ödemelerine dair en ufak kolaylık sağlamayı dahi reddetti. Çoğu Afrika’da olmak üzere 70’ten fazla ülke 1990’lardan beri Çin’in borç yükü altında eziliyor.

Çin Halk Cumhuriyeti kriz sırasında, ‘büyük bir güce’ yakışmayan bir dizi uygulamaya imza attı.

Örneğin ocak ayında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ülkesine yönelik tehdidin mahiyetinden habersiz olması nedeniyle Çin’e beş milyon cerrahi maske bağışladı.

Fransa’nın maskelere acil bir şekilde ihtiyaç duyduğu anlaşılınca ise Pekin maskeleri iade etmemek için türlü bahanelere başvurdu.

Fransa, maskeleri normal fiyatlarının üç katına satın almayı teklif ettiğinde Çin sözleşmeyi imzaladı ancak, maskelerin büyük bir kısmını son dakikada fiyatlarının beş katını ödeyen ABD'li şirketlere sattı.

Pekin aynı hileyi geçen hafta resmi bir itirazda bulunan Şili başta olmak üzere diğer bazı ülkelere de uyguladı.

Çin buna ek olarak salgının dış düşmanlar tarafından üretildiğini iddia ediyor. Böylelikle itibarının zedelendiğinden ve Çinlilerin ayrıma maruz kaldığından şikâyet ediyordu.

Ancak süreç içinde bazı Çin şehirlerinde, özellikle Afrikalı göçmen işçiler virüsün taşıcısı olmakla suçlanarak şiddete maruz kaldı.

İşlerinden, evlerinden çıkarıldılar. Mafya grupları tarafından saldırıya uğradılar. Bu durum Pekin’in Nijerya, Kenya ve Uganda gibi bazı Afrika ülkeleriyle ilişkilerinin kötüleşmesine neden oldu.

Çin’in Paris ve Tahran'daki büyükelçilerinin salgınla mücadeleyle ilgili iç tartışmalara müdahil olması da büyük eleştiriye neden oldu.

Paris'te Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, Çin Büyükelçisi’ni çağırdı ve önünde ‘iç karışıklık yasasını’ okudu.  

Tahran'daki İslam Cumhuriyeti yetkilileri ise İran’ın Pekin'in Birleşmiş Milletler’de sahip olduğu ‘veto’ gücüne ihtiyaç duyabileceği için aynı tepkiyi göstermeye cesaret edemediler.

Ancak medyada ve sosyal ağlarda Çin’in diplomatik hataları sert bir dille eleştirildi.

Diğer yandan Kovid-19 virüsünün Çin'deki bir laboratuardan sızdığına dair iddialar birçok ülkede, özellikle ABD, İtalya, Fransa, Almanya, Güney Kore ve Japonya'da Çin’in imajını olumsuz yönde etkiledi.

Gerekli kanıtlardan yoksun olduğumuz için bu iddia hakkında kesin bir fikir belirtemeyiz ancak bir şey kesin; bugün birçok ülkenin kamuoyu Çin'le ilişkilerin geliştirilmesine karşı çıkıyor.

Bu durumun Çin’le olan olağan ticari antlaşmalara ya da İngiltere’nin Huawei ile yapmayı planladığı ‘ayrıcalıklı anlaşmalara’ da zarar vermesi kuvvetle muhtemel.

Ayrıca dünya genelinde 40'tan fazla ülkede Çin mallarının boykot edilmesi için kampanyalar başlatıldı.

Salgın sona erdikten sonra bu çağrılar etkisizleşebilir. Ancak Çin’in imajında oluşturduğu hasar hafife alınmamalıdır.

Aynı bağlamda Çin’in Dünya Sağlık Örgütü de dâhil olmak üzere bazı uluslararası kuruluşları kendi çıkarları doğrultusunda manipüle ettiği iddiaları da şu an kanıttan yoksundur.

Fakat bu birçok ülkenin Çin’in davranışlarını şüpheyle gözlemesine neden olmuştur.

Krizin ekonomik tarafı ne olacak?

Çin diğer büyük ekonomilerden daha iyi bir pozisyonda mıdır?

ABD ve Avrupa Birliği de dâhil olmak üzere büyük ekonomilerin çoğunluğu için tahminler, 2020 yılında toplam üretimde yüzde 8 ila 10 arasında bir düşüş yaşanacağını göstermektedir.

İşsizlik oranlarının ise yüzde 30’lara ulaşabileceği öngörülmektedir.

Uluslararası Para Fonu'nun Çin ekonomisine dair öngörüleri daha az dramatik görünmekle birlikte Halk Cumhuriyeti ile ilgili istatistik ve rakamlarla ilgili sorun şudur; beyan ettiği rakamlara güvenilip güvenilemeyeceği hiçbir zaman bilinemez.

Bununla birlikte salgının küresel ekonomik etkisini tahmin etmek, kişinin mevcut krizi nasıl gördüğüne bağlıdır.

ABD Merkez Bankası’nın eski Başkanı Ben Bernanke, krizi 1930 Ekonomik Bunalımı’ndan çok şiddetli bir kar fırtınasına benzetiyor ve ekonominin yeniden eski gücüne ulaşmasının yıllar alabileceğini söylüyor.

Buna karşılık, Fransız başbakanının eski ekonomi danışmanı Bernard Cohen, 1929 Wall Street İflası’ndan çok daha derin bir kriz öngörüyor.

Ne olacağını bilmiyoruz. Ama büyük bir ekonomik çöküş yaşasak dahi Japonya, ABD, Tayvan, Güney Kore ve Avrupa gibi demokratik sistemlerin İngiliz düşünür Chesterton'ın tabiriyle ‘kalitesiz kapitalist’ Çin’e nazaran bu darbeyi daha yumuşak karşılayacağını tahmin edebiliriz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Mustafa Yıldız

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU