Temizlik bir medeniyet meselesidir: Türklerin kolonya, taharet ve hamam alışkanlığının kökleri

Koronavirüs salgınıyla beraber en çok tartışılan konulardan birisi toplumların temizlik alışkanlığı oldu. Temizlik, günlük rutinin basit bir parçası olmanın yanında toplumlar arasındaki yaşayış ve medeniyet tasavvuru farklılıklarının bir göstergesi

Koronavirüs salgınının tüm dünyayı etkisi altına almasıyla beraber en çok tartışılan konulardan birisi de toplumların temizlik alışkanlığı oldu.

Batılıların taharet musluğunu kullanmaması toplumumuzda büyük şaşkınlığa sebep olurken Türklerin kolonya düşkünlüğü gibi alışkanlıklar Batı medyasında sık sık işlenen konulardan birisi oldu.

Türkler ile Batı arasındaki temizlik farklılıkları sadece kolonya ve taharet konularından ibaret değil.

Banyo kullanımı, lavabo kullanımı, tuvalet kullanımı, halı kullanımı ve vücut temizliğine varıncaya kadar birçok uygulama arasında keskin farklılıklar mevcut.

Bu farklılıklarla alakalı literatürde başta İngiliz ve Fransız seyyahların yazdığı yüzlerce eser var.

Temizlik, günlük rutinin basit bir parçası olmanın yanında toplumlar arasındaki yaşayış ve medeniyet tasavvuru farklılıklarının bir göstergesi. 


Türk tarihinde kolonyanın kökleri

Kolonya parfümün bir çeşidi olarak ortaya çıktı. Parfümün tarihi ise bundan beş bin yıl öncesine kadar dayanıyor.

Antik Mısır döneminde rahipler hoş kokuları yaratıcıya bir yakarış şekli olarak algılayarak ibadetlerinde ve ibadethanelerde kullanmaya başladı.
 

parfüm tarihi 1.jpg
Görsel: Twitter


Sonrasında Asurlar, Romalılar ve Bizans’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada kullanıldı. 

Parfüm, ilkel dönemlerde hoş koku yayan bitkilerin yakılması veya yağının çıkarılması yöntemiyle elde ediliyordu.

Hristiyanlar ve Museviler de bu hoş kokuyu ibadethanelerinde kullanmayı sürdürdü ancak hoş kokunun yaydığı haz, kadınların; iyileştirici gücü de doktorların dikkatini çekmesi üzerine parfüm gündelik hayata da dahil oldu.

Artık din adamlarının dışında şifacıların ve kadınların da vazgeçilmez alışkanlıklarından birisine dönüşmüştü.

Parfüm kullanımı yaygınlaşmasına rağmen kokuların etkilerini kısa sürede kaybetmesi ve her zaman aynı kalitede kokuların üretilememesi büyük bir sorundu.

Bu noktada beklenen devrimi Arap dünyasının önemli isimleri El Kindi ve İbn-i Sina gerçekleştirdi.
 

ibni sina.jpg
İbn-i Sina / Görsel: Pinterest


Arap dünyasının hoş kokuların özünün damıtılarak muhafaza etmesi parfüm tarihinin kırılma noktası oldu. 

İslam ulemasının parfüm ve esanslara bu denli düşkün olmasının altında yatan sebep İslam Peygamberi Hazreti Muhammed’in hoş kokulara olan hayranlığıydı. ,

Özellikle gül kokusuna dair söylediği sözler ve temizlik vurgusu büyük mütefekkirlerin kokularla yakından alakadar olmasını sağlamıştı. 

Arap dünyasının büyük buluşuna rağmen parfüm biliminin 16'ncı yüzyıldan itibaren Avrupa’da büyük bir gelişim göstermesinin sebebi yalnızca hoş kokulara duyulan arzudan kaynaklanmıyordu. 

Parfümün Avrupa’da bu denli yaygınlaşmasının sebebi vücuttaki ağır kir ve sokaklardaki lağım kokusunu kesmekti.

İngiltere ve Fransa başta olmak üzere birçok önemli ülkede balçık balçık birikmiş lağım insan için dayanılması zor bir kokuya dönüşmüştü.

Ayrıca evlerde kişisel tuvalet kullanılmamaması, insan dışkılarının sokaklara dökülmesine neden oluyordu. 

En büyük sıkıntılardan birisi de “yıkanma” kültürünün Avrupalılarca uygulanmamasıydı; bunun en önemli gerekçe ise sağlıktı.

Şifacılara göre bedenin ağır kokusu dönemin tehlikeli salgınları tifo, veba ve cüzzam gibi hastalıkların önüne geçiyordu.

Banyodan daha etkili olan bir yöntem de kokuların içinde bulunan yağların koruyucu özelliğine olan inançtan dolayı ağır kokulu parfümlerdi.

Bu inanç, Avrupa’da güçlü ve geniş bir parfüm endüstrisinin gelişmesini sağladı.

Baştan aşağı yıkanmak ve suyun vücutta mikrop geçiriciliğini artırdığına olan inanç 18'nci yüzyıla kadar sürmüş; ancak yabancı seyyahların Türk hamamını ve onun iyileştirici özelliğini keşfetmesiyle suya karşı olan mesafe büyük oranda kırılmıştır ve Arupa’da Türk hamamları modası başlamıştır.

Kolonyanın ortaya çıkışı ve dünyaya yayılması ise Fransız askerlerinin Almanya ile yaptığı savaşlarda Köln suyu olarak getirdiği “Eau de Cologne” de ile olmuştur.

Ancak Almanların bu suyu 14'ncü yüzyıldan itibaren kullanıldığı tahmin ediliyordu.

Özellikle Napolyon’un kolonyaya karşı düşkünlüğü, bu alkollü ve hoş kokulu suyun duyulmasını sağladı.

Türkler, “buhur suyu” ismi verilen kokuyu yaygın olarak kullanıyordu ve bunun yanında gül suyu da toplum içinde bir hayli yaygındı.
 

gül suyu.jpg
Fotoğraf: Pinterest


Gül suyu ve buhurun dışında çeşitli miskler ve galiye isimle koku yayan macunlar da mevcuttu; fakat Türkler kolonya ile tanıştığında bu güzel kokudan sadece hoşlanmamış, ona adeta aşık olmuştu.

Kolonya kullanımı ferahlatıcı özelliği ile kısa sürede gül suyu da dahil olmak üzere diğer tüm kokuların yerini alarak Türk halkı için ekmek ve su gibi gündelik hayatın vazgeçilmezleri arasındaki yerini almıştı. 

Kolonya Türk toplumunda öylesine yaygınlaştı ki kısa süre içinde dünyanın en kaliteli kolonya üreticisi olarak Türk şirketleri Fransız rakiplerini çok geride bıraktılar.

Türk girişimciler “Ethem Pertev, Süleyman Ferit, Necip Bey, Hasan Hassan, Evliyazade Nurettin, Ahmet Ekrem, Hasan Sevki, İsmail İbrahim ve Kemal Kamil ve Faruki” kolonya markaları kısa süre içinde Türk halkının vazgeçilmezleri arasına girdi.

Kolonyanın kullanımı ise Türk kültüründen nezaketin en önemli göstergelerinden birisi olarak yerini aldı.
 

kolonya.jpg
Fotoğraf: AA


Gelin suyu gibi çeşitli isimler verilen kolonya; Türkler için bir misafir geldiğinde, otobüs yolculuklarında, hasta ziyaretlerinde, kız isteme fasıllarında, tıraş sonrasında veya bir kişi bayıldığında akla ilk gelen ilk şeydir.

Kullanımının dışında üretiminde de bir yerlilik söz konusudur söz gelimi:

İzmir inciri, Antalya’nın turunç çiçeği kolonyası, Rize’nin çay kolonyası, Düzce’nin ceviz yaprağı ve tütün kolonyaları, Trabzon’un hamsi ve fındık kolonyaları, Amasya’nın elma kolonyası, Isparta’nın gül kolonyası, Edremit ve Ayvalık’ın zeytin çiçegi kolonyası, Sındırgı’nın çam kolonyası, Balıkesir’in beyaz zambak kolonyası örnek gösterilebilir.

(Hande Topal - Koku Kullanım Kültürü ve Türkiye’de Kolonya Ambalajı)


Bugün koronavirüse karşı yerli ve milli kabul edilen gizli silahımız kolonya aslında bir Alman buluşuysa da çoğu Alman dahi Türklerin kolonya düşkünlüğünden dolayı bu hoş ve ferahlatıcı kokuyu Türklere has bir madde zannetmektedir.


Türklerin taharet ve banyo alışkanlıklarının kökleri

Türkler son dönemde bu alışkanlıklarını yitirmeye başlamışsa da temizlik taviz verilemeyecek bir imani meseledir.

Temizlik Türklerde öylesine içselleştirilmiş bir alışkanlıktır ki bu alışkanlığı karşılamak için literatüründe yüzlerce kelime vardır; temiz, temizlik, tahir, taharet, nezih, nezafet, pak, paklık hatta latif, letafet… Bir çırpıda akla gelenlerdir. (Hüseyin Çelik – Temizlik Doğu’dan Gelir) 

Temizliğe böylesine düşkünlüğün kökleri evvela Türklerin İslamiyet hassasiyeti ve üzerine kurulduğu Anadolu’nun geniş bir medeniyet birikimine sahip olmasından ileri geliyordu. 

Öncelikle İslamiyet’te dört maddi vücut temizliği her Müslüman’a emrolunmuştur; bunlar abdest, gusül, taharet ve öldükten sonra ölünün defnedilmeden evvel yıkanmasıdır.

Bunların dışında Kur'an-ı Kerim’deki pek çok surede temizliğin önemi vurgulanmıştır;

... Orada temizlenmeyi seven kimseler vardır. Allah da temizlenenleri sever.

(Tevbe Suresi, ayet 108.)

 

... Şüphesiz Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever.

(Bakara Suresi, ayet 222.)

 

Giydiğin elbiselerini de (her zaman) temiz tut.

(Müddessir Suresi, ayet 4.)


Bunun dışında İslam Peygamberi Hazreti Muhammed’in temizlik üzerine söylediği sözler önemli yer tutar;

Din temizlik (esasları) üzerine kurulmuştur.

Namazın anahtarı temizliktedir.

Temizlik imanın yarısıdır.

 
Bunların dışında namaz kılınan seccadenin ayak ve baş yerinin üst üste gelmeyecek şekilde katlanması, peygamberin tavsiyesi olduğu için elbise konusunda en çok beyaz libasın tercih edilmesi Türklerin temizlik alışkanlıklarını imani bir çerçevede değerlendirmesinin tezahürüydü. 

Türklerin temizlik alışkanlığının en önemli şahitleri ise Batılı seyyahlardı. Onların Türklerin temizlik alışkanlığına yönelik yazdıkları, konunun daha mücessem kılınmasını sağlayacaktır.


Sultan Abdülaziz’e Türk Hamamı ricası

Türk temizliğinin Avrupa’da tanınmasından sonra birçok Avrupalı devlet Osmanlı Sultanlığına rica mektupları yazarak Türk mimarlarını ülkelerine göndererek Türk hamamları inşa edilmesi ricasında bulundu.

Bunlardan en ilginç olanlarından birisi 1867 yılında Londra seyahati sırasında İngilizlerin Sultan Abdülaziz’e yapılan Türk Hamamı inşası ricasıydı;

Saadetli Efendim Hazretleri,     

İlm-i taharet ve ve nezafette kempâye ve belki ulûm-ı riyaziyyeden ma’ada da bî-vâye olan Frengistan ahâlisine ta’rif-i taharet meramıyla Londra’da bina etmiş olduğum Türk hamamını, maiyet-i şâhâne’deki zevât-ı kirama, ikâmetleri müddetçe terk etmiş olduğumu haber vermenizi niyaz ederim. Zevât-ı mumaileyhin Avrupa’ya faide-bahş olacak fezâil-i nezâfeti göstermek için hamam-ı mezkûra rağbet ve müsaraat buyuracaklarını ümid eylerim.


Günümüz Türkçesiyle; 

Saadetli Efendim Hazretleri, 

Temizliğin nasıl yapıldığı konusunda pek nasibi olmayan, fen bilimlerinin dışındaki diğer alanlarda da nasipsiz olan Avrupalılara temizliği öğretmek amacıyla Londra’da yaptırmış olduğum Türk hamamını, yüce Sultan’ın beraberinde bulunan muhterem heyete Londra’da kaldıkları sürece tahsis etmiş olduğumu bildirmenizi rica ederim. Bu zatların Avrupa’ya faydalar bahşedecek olan temizliğin faziletlerini göstermek için sözü edilen hamama ilgi göstereceklerini ümit ederim.

(David Urquhart – İngiliz Büyükelçiliği Genel Sekreteri)


Böyle bir rica mektubu alan tek sultan, Abdülaziz değildi. Sultan Abdülmecid de bu kez Saint Anne’s Cemiyeti’nden ve Cork Belediye Başkanı’ndan aldığı mektuplarda benzer bir ricayla karşılaşıyordu;

The Saint Anne’s Komitesi’nden Sultan’a, 

Efendim, Avrupalı milletlerin, sizin vatandaşlarınız arasında yaygın olan temizlik ve keyif vasıtalarından mahrum olduğu malumunuzdur. Size bu satırları yazdığımız yer olan beldemizde, Kraliçe’nin çeşitli hastalıklardan muzdarip olan birçok vatandaşı ilaç kullanmadan sadece sıcak su kullanma yolu ile sıhhatlerine kavuştular. Bu insanların dikkati bu yöne çekilmişken Osmanlı İmparatorluğu’nda hayran olunacak hamamların bulunduğunu hayret, hatta sevinçle öğrendiler. Bu insanları tedavi eden Doktor Barter, toplumun aşırı ilgisi ve itmesi yüzünden Türk hamamını İrlanda topraklarına taşımaya teşebbüs etti. Söz konusu teşebbüs, bir şahsın imkânlarını aşmaktadır.

Daha da ötesi, inşa edilecek Türk hamamının uydurma bir şey olmayıp sizdeki orijinallerinin aynısı olması esas hedeftir. Dr. Barter’ın hastaları, sizin bu teşebbüsü memnuniyetle karşılayacağınız ve öğütlerinizle, sağlayacağınız teknik yardımlarla hamamın mükemmelce taklit edilmesini sağlayacağınız hususunda yüce himayenizi esirgemeyeceğiniz inancıyla siz majestelerine müracaat etmeyi düşündüler.

Böyle bir müracaata cüret ederken bize cesaret veren şey, sadece kendi halkınızın mutluluğu için kalbinize yerleştirilmiş olan ve bütün insanlığın hayranlık duyduğu cömertliğiniz değil, aynı zamanda temelde İrlanda gibi cömertliğinizin nimetlerinden yararlanmış bir ülkenin insanları olmamızdır. Biz, Türk müesseseleri ve Türk karakterinin değerini ortaya koyacak böyle bir teşebbüse sizin şefkatli kalbinizin ilgisiz kalmayacağına inanıyoruz.

En derin saygılarımızla Efendim... Majestelerinizin en mütevazı ve itaatkâr hizmetlisi 

R. BURKE
(Başkan (Free Press, October (Ekim) 18, 1856, s. 75.)

 

roma hamamı.png
Görsel: Pinterest


Hamam bir medeniyet meselesiydi

İngiliz Urquhart, Türklerin hamam kültürünü bir temizlik meselesi olarak gördüğünü ve bu yapıları Romalılar gibi istismar etmediğini ise şöyle açıklıyordu;

Türkler hamamı görür görmez benimseyip onu cemiyetlerinin ve yerleşim birimlerinin vazgeçilmez bir kuralı haline getirdiler. Sultanlar ve şehzadeler kendi isimlerini şerefle yâd ettirmek için hamamlar inşa ettirdiler. 

Onlar, hamamı aldıktan sonra onu, her türlü ahlaksızlık ve aşırılıktan kurtarıp temizlik sanatını en mükemmel bir mevkie çıkardılar ve bu sayededir ki onlar yeryüzünün en vakur ve kendine en çok güven duyan milleti haline geldiler. Onların bu mevkie gelmesi herhangi bir idarecinin temizlik meselesine verdiği önemden değil, onların karakterlerinin saflığından ve dillerinin kuvvetinden kaynaklanmaktadır.


Osmanlı hükmünü götürdüğü her yere hamam da götürüyor ve bunu bir medeniyet meselesi olarak görüyordu.

Urquhart, Türklerin yalnızca hamam temizliğine değil, vücut ve tuvalet temizliğine de hayrandı.

Türklerin vücudundaki gereksiz kılları temizlemesine karşı Batılı hemşehrilerinin bunu önemsememesine sitem ediyor ve bu davranışları sonucu bitlerin sebep olduğu hastalıkların yaygınlığına dikkat çekiyordu. 
 

David Urquhart.jpg
David Urquhart / Fotoğraf: Wikipedia


Batılı seyyahların gözünde bir diğer şaşkınlık ise hamamlarda din ve sınıf farkının gözetilmemiş olmasıydı.

Zengin, fakir, Müslüman, Hristiyan, soylu veya köylü temizlik herkes için eşit derecede önemli olması sebebiyle Osmanlı hamamları herkese açıktı.

Osmanlı hamamları kadın ve erkeklerin birlikte bulunmasını ise kesin hatlarla yasaklamıştı. Bu kuralı yanlışlıkla da olsa ihlal etmenin cezası idama kadar varabiliyordu.
 

türk hamamı.jpg
Angelo Bucarelli’nin “Su. Aşkın Gözyaşları Gibi’, Küratör: Laura Barreca İstanbul. 15 Eylül – 13 Ekim 2013 Küçük Mustafa Paşa Hamamı, Mustantik Sokak. Cibali. Fatih. 13. İstanbul Bienali Paralel Etkinliği (Architecture of Life).


Ayrıca yine Romalılardan farklı olarak Türkler hamama üryan bir biçimde girmiyordu. Bunun yerine hamama özel “peştamal” denilen kıyafetler üretmişti. 

Osmanlıların beden temizliğine gösterdiği dikkat karşısında ünlü düşünür Urquhat şöyle nedamet getiriyordu; 

Avrupalı temizdir; ancak bu temizlik sadece dış görünüştedir. Elbise ve ayakkabı fırçaları, ayakkabı boyaları, elbise ütüleri vs. vardır. Bunlar düzgünlüğü sağlayan şeylerdir. Temiz gömlek, kirli vücut üzerine giyiliyor. Gün ve hava gören, etrafın gördüğü yüz ve eller vücudun yıkanan tek organlarıdır. Görülmeyen taraflar kesinlikle kirlidir.

(Family Economist, s. 40)


Osmanlı’da insan ömrünün uzunluğu ve bireylerin sıhhatli oluşu da Avrupalı seyyahların gözünden kaçmamıştı.

Bunun en temel sebebi hamam ve beslenme alışkanlıkları olarak görüyorlardı. Fransız seyyah Jean Thévenot bu durumu şöyle açıklıyordu; 

Onların bu şekilde sıhhatli olmalarını sık sık gittikleri hamamlardan ve yeme içme konusundaki ölçülülüklerinden ileri geldiğini tahmin ediyorum. Çünkü onlar ölçülü yerler, Hristiyanların yaptığı gibi çeşitli (karmakarışık) şeyler yemezler.


Thévenot bu satırları yazarken yani 17'nci yüzyılda Avrupa’da ortalama yaşam süresinin 30-40 arasında olduğunu hatırlatmak gerekir.


Taharet hassasiyeti hayran bırakıyor

Bugün taharet musluklularının bulunmadığı Avrupa’da kağıt peçetenin halk arasında yaygınlaşmasının tarihi ise 200 yılı geçmez.

17'nci yüzyılda yani günümüzden yaklaşık 400 yıl önce bu satırları yazan Fransız seyyah Thévenot’u dehşete düşüren şey ise Türklerin taharet konusundaki muazzam hassasiyetiydi.

Thévenot bu hayranlığını şöyle kaleme dökecekti; 

Bunun içindir ki, idrar yapacakları zaman üzerlerine veya elbiselerine birkaç damla düşmesi korkusuyla kadınlar gibi çömelirler. Çünkü vücutlarının veya elbiselerinin kirlenmesinin ruhlarını da kirleteceğine inanırlar. Vücutlarını temiz tutarak ruhlarını da arındırdıklarına inanırlar. İdrar yaptıktan sonra erkeklik organını kalanlar damlamasın diye bir şeyle kurularlar. İşleri bitince daha önce söylediğim gibi hiç kağıt kullanmazlar, su ile taharet alırlar, sonra ellerini yıkarlar. Bunu ihtiyaçlarını yaptıktan, hatta idrar yaptıktan sonra asla ihmal etmezler. Bunun içindir daima su dolu bir kap vardır ve hatta yıkadıktan sonra ellerini kurulamak için kemerlerinde iki mendil taşırlar...


Seyyahların, Türklerin temizlik anlayışlarına dair yazdıkları cilt cilt kitaplar sayısız örnek ve kıyaslamalarla dolu.

Köpeklere karşı merhametli olmaları ama temizlik kaygısı ile evde beslememeleri, eve girerken ayakkabılarını çıkartmaları gibi sayısız özellik tıpkı taharet, hamam ve kolonya gibi alışkanlıklarda olduğu gibi hayret ve hayranlıkla karşılanmıştı.

 

 

*Daha ayrıntılı bir okuma için Profesör Doktor Hüseyin Çelik’in “Temizlik Doğudan Gelir” isimli çalışması incelenebilir.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU