Bender bin Sultan: Kral Abdullah, ülkedeki durumu düzeltmesi için Esad'a 200 milyon dolar gönderdi

Suudi Arabistan Eski İstihbarat Başkanı Prens Bender bin Sultan, Suriye krizinin patlak verdiği dönemde Kral Abdullah'ın Beşar Esad'a ıslahatlar yapması için 200 milyon dolar gönderdiğini açıkladı

2009'da Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad Şam Havalimanı'nda Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz'i karşılarken (Getty)

Independent Arabia’nın eski Suudi Arabistan İstihbarat Başkanı, Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri ve Washington Büyükelçisi ünlü Suudi siyasetçi Prens Bender bin Sultan ile gerçekleştirdiği özel röportajın bir önceki bölümünde Beşar Esad ile ilgili olarak Moskova tarafından Riyad'a sunulan dört öneriden bahsedilmişti.

Prens Bender bin Sultan bu bölümde, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın halkına karşı yaptığı zorbalıkların ve kimyasal silah kullanımının önlenmesi karşısında ABD eski Başkanı Barack Obama’nın takındığı kayıtsızlıktan bahsetti.

Prens Bender, ayrıca İngiltere eski Başbakanı David Cameron'un Prens’in Londra dışındaki çiftliğine yaptığı ziyareti ve kendisinden ‘Obama'yı harekete geçmesi hususunda ikna etmesi için Suudilerin olaya müdahil olmasını talep ettiği’ hikayeyi anlattı.

Obama’nın Esad’ın aşırılıkları karşısındaki kayıtsızlığına geçmeden önce ilk kez Beşar Esad ile Suriye'nin eski Başbakanı Riyad Hicab arasında yaşananlara ilişkin detaylar hakkında konuşan Prens Bender, Suriye devriminin genel atmosferi ve Beşar hükümetinin tepkisi hakkında açıklamalarda bulundu. 

 

Prens Bender ile gerçekleştirdiğimiz röportaj kolay değildi. Çünkü Prens ara ara konuyu değiştirir ve farklı şeyler anlatırdı. Dolayısıyla sonradan bunları tertip etmek oldukça karmaşık ve zor oldu. Prens ele aldığı meseleler hakkında uzun konuşuyor ve ne zaman biri hakkında konuşmaya başlasa, bir şekilde konuyu farklı bir noktaya taşıyordu. Beşar ve Refik Hariri ile ilgili konuşmasının ardından  Obama'nın Esad rejiminin vahşiliği karşısında takındığı kayıtsız tavrı, Suudi Arabistan ve Suriye arasında yaşananları ve Kral Abdullah’ın Beşar Esad’a nasihatlerine dair açıklamalarda bulundu.

Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bilindiği üzere Suriye’deki olayların başlangıcında, 12-13 yaşlarındaki bazı çocukların duvarlara devlet aleyhine bazı yazılar yazmaları gibi hadiseler vardı. Suriye güvenlik güçleri bu çocukları tutukladı ve onlara işkence yaptı. İşkence, bu çocuklardan birinin ölmesine sebep oldu. Sonrasında çocukların aileleri de çağrıldı ve onlardan bazılarına da işkence yapıldı. Bunun ardından Esad’a bağlı güvenlik güçlerine yönelik protestolar başladı. Protestolar ilk başladığında talep edilen şeyler arasında rejimin değişmesine ilişkin herhangi bir şey yoktu. Esad, bu protestoları bastırdı. Sonrasında diğer bölgelerde de Dera halkıyla dayanışma amaçlı gösteriler baş gösterdi. Fakat bu gösteriler sırasında da talep edilen şey rejimin değişmesi değil, güvenlik birimlerinin taşkınlıklarına son verilmesi ve birtakım önlemlerin alınmasıydı.”

Suudi Arabistan'ın gelişmeleri yakından takip ettiğini, olaylar karşısındaki tutumunu açıklamadığını ve delegeleri Esad’a göndererek durumu ve gelişmeleri kontrol etmesi için ne gibi önlemler alması gerektiğini söylediğini belirten Prens Bender, sözlerini şöyle sürdürdü:

Kral Abdullah’tan Beşar Esad’a 200 milyon dolar

“Kral Abdullah Beşar’a, olaylar çığırından çıkmadan önce durumun kontrol altına alınması için acil siyasi önlemler alması gerektiğini dile getirdiği bir mesaj gönderdi. Beşar, bunu yapacağına dair söz verdi, fakat ne yazık ki baskıcı politikasını sürdürdü. Kral Abdullah ikinci kez Beşar’a bir delege gönderdi ve durumun daha da kötüye gideceği hususunda kendisini uyardı. Beşar’ın yanıtı, neler olduğunun farkında olduğu ve acil siyasi reform önlemleri alacağı yönünde oldu. Ancak bu ekonomik reformları ve ordunun maaşlarını yükseltmeyi gerektiriyordu. Kral Abdullah ona durumu sakinleştirmesi ve siyasi ve ekonomik sorunların üstesinden gelmesi için 200 milyon dolar gönderdi. Fakat Beşar ve ‘halkı dahil tüm insanları aldatabileceğini düşünen tuhaf zekası’ hiçbir şey yapmadan parayı aldı. Bilakis halka yönelik baskıyı ve şiddeti artırdı. Sonra eski Başbakan Riyad Hicab, Esad’dan ayrıldı ve kendisinden rejim içerisinde yaşananlara ilişkin çok acayip şeyler duyduk. Mesela Hicab, başbakanlık görevini üstlendikten sonra Beşar'la yaptığı ilk görüşmede, Esad’a Deyr-i Zor’da yaşanan iç sorunları anlatmaya çalışmış. Deyr-i Zor halkından birtakım kimseler tarafından şehirde yaşanan işkence ve öldürme olayları hakkında edindiği bilgileri iletmiş. Beşar buna cevap olarak, bu meselenin kendisini ilgilendirmediğini ve durumun kontrol altında olduğunu bildiğini söylemiş. Görüşmenin ardından Hicab’ın kanaati, ‘Dünya ve dünyada yaşananların bir vadide, Esad’ın ise farklı bir vadide’ olduğu yönünde olmuş.”

“Suudi Arabistan Beşar Esad’a iki kez mesaj gönderdi. Kral Abdullah ona durumu sakinleştirmesi ve siyasi ve ekonomik sorunların üstesinden gelmesi için 200 milyon dolar gönderdi. Fakat Beşar bu parayı harcadı”. 

 

 

Prens Bender Obama’nın kayıtsızlığı meselesine geçmeden önce sözlerini şöyle tamamladı:

“Beşar daha sonra roket ve patlayıcı variller ile Suriye şehirlerini vurmaya başladı. Bu durum Kral Abdullah’ı, bu kişiyle işbirliği yapmanın mümkün olmadığına dair ikna etti. Maalesef bugün tahrip edilmeyen ve insanların ölmediği herhangi bir ev, mahalle, köy veya şehir yok."

Obama'nın kayıtsızlığı ve Rus müdahalesi

Prens Bender,  Washington'ın harekete geçmeyeceğinden emin olunmasının ardından İran ve Rusya’nın hızlı bir şekilde Suriye’ye müdahale ettiğini söyledi. Obama yönetiminin nükleer anlaşma konusunda İran'la müzakere ettiği dönemde, Beyaz Saray’ın Esad’ı defalarca birtakım kırmızı çizgilerin bulunduğu ve bunları aşmaması gerektiği konusunda uyarmasının sadece sözde kaldığını dile getiren Prens Bender, Rusya’yı ikinci ziyareti sırasında edindiği izlenimleri şöyle anlatıyor:

“Suriye'deki durumun bozulmasının ve Rusların ve diğerlerinin bölgeye müdahalesinin nedeni, Obama’ydı. Ruslar Obama'nın ciddi bir adım atmasını bekliyorlardı. Amerikalılar, İngilizler, Almanlar, Fransızlar ve Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Ürdün gibi büyük Arap ülkeleri ile bölgesel bir devlet olarak Türkiye, Esad’ın aşırılıklarını durduracaklardı. Ruslar bu devletleri karşısına alacağı bir tutum takınmaktan çekindi. Fakat Obama'nın ciddi olmadığını hissettikleri an harekete geçti.”

Cameron’un Prens Bender’in çiftliğini ziyareti

Tesadüfen yaşanan bir olay ‘Riyad’ın Obama’nın hile yaptığından, bahsedilen kırmızı çizgilerin sadece bir söylemden ibaret olduğundan ve Esad’ın patlayıcı varil ve kimyasal silahlarla sivilleri bombalamaya devam edeceğinden’ emin olmasını sağladı.

Londra dışında ailesinin yaşadığı bir çiftliğe sahip olan Prens Bender, şunları söyledi:

“İngiltere eski Başbakanı David Cameron, çiftliğin önünden geçmiş ve çocuklarımdan birini yanına çağırmış. Sonra beraber çıkmışlar ve evin önündeki küçük bir kulübeye gitmişler. Cameron’un yanında korumaları yokmuş. Oğlumla el sıkışmış ve kendisiyle biraz yürümek istediğini söylemiş. Cameron, oğluma, “Babanla görüşebilmenin bir yolu var mı?” diye sormuş. Oğlumda, “Evet” demiş ve nedenini sormuş. Bunun üzerine Cameron, “Ona, Obama'nın Suriye konusunda ciddi olmadığını, hiçbir şey yapmayacağını, Fransızlarla birlikte büyük çaba harcadığımızı ve Obama’nın bizi dinlemeyi reddettiğini söylemeni istiyorum” demiş. Cameron son olarak oğluma Suudi Arabistan’ın devreye girdiği takdirde bir hareketliliğin olabileceğini söylemiş. Cameron’un bu sözlerine cevap olarak oğlum, “Sayın Başbakan, babam bizi kendi işlerine karıştırmıyor. Bu nedenle size bu hususta herhangi bir söz veremem” demiş. Oğlum bana olanları anlattığında ona, en iyi şeyi yaptığını söyledim ve derhal bu durumdan Kral Abdullah’ı haberdar ettim. Kral Abdullah, bunun üzerine “Bu mümkün değil!” dedi. Bende ona bunun oğlumun sözleri olduğunu söyledim.”

 

Independent Arabia İngiltere eski Başbakanı David Cameron’un Ofisi ile irtibata geçerek bu hikaye hakkındaki yorumlarını sordu. Ofis, Başbakan Cameron ile Prens Bender’in oğlu arasında geçen görüşmeyi teyit etti, fakat dile getirilen ayrıntılar hakkında herhangi bir yorum yapmadı. İngiltere eski Başbakanı’nın Ofisi tarafından e-posta ile gönderilen cevapta, “Cameron’un başbakanlık yaptığı dönemde Prens Bender ile birkaç kez bir araya geldiler” ifadesi yer aldı.

Obama ve sahte vaatleri

Merhum Kral Abdullah bin Abdulaziz, Kraliyet Divanı’ndan Başkan Obama tarafından bırakılan çağrı hakkında Prens Bender’in bilgilendirilmesini istedi. Obama bu çağrısında, Esad’ın halkına karşı işlediği suçlar ve Suriyeli sivillere karşı kimyasal kullanması karşısında bir tutum takınmak için iki gün mühlet istiyordu.

Prens Bender’e göre Obama, güvenilmezliği ve verdiği sözlere riayet etmemesi bakımından Esad’a dönüşmüştü. Fakat Obama hükümetindeki yetkililer, Şam rejimi tarafından Suriyeli sivillere karşı işlenen suçların önüne geçilmesi yönünde bir adım atılması için Suudi arabuluculuğunu istiyorlardı.

Prens Bender, o dönemki ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile olan bir görüşmesinden şöyle bir diyaloğu aktardı:

“Kerry, Obama'nın kırmızı çizgiler hakkındaki sözünü yerine getirmemesi halinde istifa edeceğini söylemişti, fakat bunu yapmadı. Prens Suud el-Faysal kendisi ile yaptığı bir telefon görüşmesinde şakayla karşılık olarak, “Şimdi bir vatandaş mı yoksa dışişleri bakanı olarak mı sizinle konuşalım?” dedi. Prens Faysal bu ifadesiyle, Obama’nın verdiği sözleri yerine getirmemesi halinde Kerry’nin istifa edeceğine dair olan sözüne imada bulunmuştu.”

Obama'nın Beşar Esad’a karşı herhangi bir eylemde bulunmamasının detaylarından ilk kez bahseden Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:

“ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) eski Direktörü David Petraeus ile Ürdün'deki bir toplantıda bir araya geldim. Petraeus bana, Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Beşar Esad’ın aşırılıklarına ve kimyasal kullanımına son verilmesi yönündeki tutumu kabul ettiğini, fakat imzalanması için her harekete geçtiklerinde Obama’nın bunu ya görmezden geldiğini ya da ertelediğini söyledi. Bu durum sadece Rusları değil, İranlıları da Suriye’ye müdahale etme hususunda cesaretlendirdi. İran’ın Suriye’deki kazanımlarının Obama’nın Tahran’la yaptığı nükleer müzakerelerden kaynaklandığını gören Washington’ın müttefikleri bu durum karşısında şok oldular.  İran tarafının yaptırımları kaldırmayı umduğu bir zamanda İran ile nükleer anlaşma konusunda müzakerelerde bulunan Obama’nın bu müzakereleri bozacak herhangi bir adım atmak istemediğini keşfettik. Obama, İranlıların nükleer müzakerelerden çekilmeleri konusunda endişeliydi. Gariptir ki Fransa ve İngiltere, ABD ile birlikte gerçekleştirdikleri kapsamlı bir askeri harekatta, Suriye’deki kimyasal hedefleri vurmak üzere Kıbrıs'a askeri uçaklar gönderdi. Bu ciddi bir kanıttır. Amerikalılar gerek istihbarat gerekse de kimyasalların hedef alınması hususunda katkıda bulunacaklarını söylediler. Şu durumda Rusya'nın henüz müdahale etmediğini düşünün. Kral Abdullah, Obama'nın tepkisi ve hilesi karşısında şaşırdı ve bundan hoşlanmadı. Obama ile Kral Abdullah arasında gerçekleşen son görüşmede Fransa eski Cumhurbaşkanı Francois Hollande ve İngiltere eski Başbakanı Cameron da vardı. Toplantı 40 dakikadan fazla sürdü. Kral Abdullah Obama’ya, “Bir ABD başkanının bana yalan söyleyeceği bir güne tanık olmayı ummuyordum” dedi. Obama ise benimsediği tutumu savunmaya çalıştı.”

Obama’nın İngiltere ve Fransa’yı aldatması

Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, Kral Abdullah’a Obama ile olan son görüşmesini şöyle anlatı:

“Elysee'de Obama'nın benimle konuşmak istediğini söylediklerinde, gerçekten Suriye'ye müdahale etmek istediğini ummuştum. Askeri sektör başkanları da dahil olmak üzere ulusal güvenlik görevlilerini çağrıyı dinlemeye ve daha sonra gerekenleri yapmaya çağırdım. Esad’ın kimyasal silah kullanması karşısında Obama’dan net bir tutum sergilemesini bekliyordum. Fakat Obama’nın, “Onay için Kongre'ye geri dönmem gerekiyor. Bu biraz zaman alabilir” demesi karşısında şaşakaldım ve ona daha ne kadar bekleyeceğini sordum. Sonrasında görüşmemiz son buldu.”

Prens Bender’e göre Cameron, Obama konusunda hiç çaba sarf etmedi. Çünkü daha öncesinde bu konu hakkında kendisine bilgi verişmişti ya da bunu kendine has yollarla öğrenmişti.

Obama'nın İran ve Esad’a karşı tutumunun belirsizliğinin sebep olduğu Riyad ve Washington arasındaki güven kaybından dolayı Suudi yetkilileri, ABD yönetiminin attığı her adıma şüpheyle yaklaşıyordu. Prens Bender bu hususta başından geçen şöyle bir olayı anlattı:

“ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’den bir çağrı aldığım sıra Cidde’deydim. Bana Kral Abdullah ile temasa geçmemi ve biraz sonra CNN’den açıklamalarda bulunacak Obama’yı izlemesini söylememi istedi. O sıra hiçbir şeyin olmayacağını biliyordum. Çünkü Amerikan istihbaratının başından, Cameron'dan ve herkesten Obama'nın müdahale etmeyeceğini duymuştum. Kerry’e Kralın haber kanallarını takip ettiğini ve Başkan Obama’nın Suudi Arabistan'ı ve bölgeyi ilgilendiren herhangi bir açıklama yapması durumunda bunun Arap haber kanallarından aktarılacağını söyledim. Ayrıca kendisine Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri olduğumu hatırlattım ve kendisinin muhatabının Dışişleri Bakanı Suud el-Faysal olduğunu belirterek onunla iletişime geçebileceğini söyledim. Bana Kral ile daha hızlı bir şekilde temas kurabileceğimi söyleyince, ben de ona bunun doğru olmadığını belirttim. 5 dakika sonra Prens Suud el-Faysal beni aradı ve "John seninle temasa geçti mi?" dedi. Ben de “Evet, bana fikrimi sordu. Ben de beni bu işe dahil etmemesini ve seninle iletişim kurmasını söyledim” dedim. Faysal bana Başkan Obama’nın ciddi olabileceği ve bir şeyler açıklayabileceği yönünde beklentimin olup olmadığını sordu. Faysal’ın bu sorusuna olumsuz yanıt verdim. Sonra bana Kral’ı haberdar edip etmemesi hususunda ne düşündüğümü sordu. Ben de ona, eğer onun yerinde olsaydım acele etmeyeceğimi söyledim. Haberlerin iyi olması durumunda zaten Kralın bundan haberi olacaktı.  Faysal bana, “Fakat bu ABD başkanının bir mesajı, nasıl olurda ulaştırmam” diye sordu. Ben de ona böyle bir şey söylemediğimi, fikrimi sorduğunu ve kendisine cevap verdiğimi söyledim.”

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:

“Kısa bir süre sonra, Başkan Obama CNN’e çıktı ve onay almak için Kongre’ye gideceğini söyledi. Sonrasında Prens Suud el-Faysal beni aradı ve bana danıştığı için Allah’a şükretti. Hemen ardından Kraliyet Divanı, Kral Abdullah’ın beni ve Prens Suud el-Faysal’ı çağırdığını söyledi.”

Obama ve Kral Abdullah arasında Suriye krizine ilişkin 4 görüşme!

Kral Abdullah ile Başkan Obama arasında geçen ve Suriye krizine dair olan 4 görüşmeden bahseden Prens Bender, bu görüşmeler ile ilgili şunları söyledi:

“İlk görüşme Dışişleri Bakanı John Kerry, ikincisi Savunma Bakanı Chuck Hagel ve üçüncüsü CIA Başkanı David Petraeus aracılığıyla gerçekleşti. Dördüncü ve son görüşmede ise Kral Abdullah Obama’ya, “Bir ABD başkanının bana yalan söyleyeceği bir güne tanık olmayı ummuyordum” dedi. Kral, Obama’nın bu tutumu karşısında şok olmuştu.”

Prens Bender, Obama ile görüşmeyi göz ardı ettiğini reddediyor ve kendisi ile görüşmemesinin sebebinin tamamen o zamanki koşullardan kaynaklandığını belirtiyor. Kendisine Obama ile görüşmesi için birkaç davet geldiğine ve her seferinde özür beyan ederek bunu kabul etmediğine dair söylentilerin olduğunu söyleyince, Obama ile görüşmediğinden dolayı pişman olmadığını söyledi.

Sudan ve F-5 uçakları

Prens Bender, Obama hakkında yapmış olduğu açıklamaların ardından, Obama'nın bölgeyi 20 yıl geri götürdüğünü ve ABD başkanlığı ile Ortadoğu bölgesini en kötü durumda bıraktığını dile getirerek, sözlerine son verdi.

Daha sonra ABD başkanları ile olan çalışmalarını anlatmaya başlayan Prens Bender, sözlerini şöyle sürdürdü;

“Washington’da askeri ataşe olarak görev yapmadan önce ABD Başkanı Jimmy Carter’la çalıştım. Kendisiyle Suudi Arabistan'da F-5 anlaşması üzerine çalışırken bir araya geldim. Beni tanıdı. Ona, ABD’deki askeri bir akademide kurs almak için geleceğimi söyledim. Büyükelçilik görevini henüz üstlenmediğim dönemde Carter, askeri akademiyi aradı. O sıra henüz eğitim almaya başlayalı çok olmamıştı. Akdeminin komutanı ABD Başkanı’nın arayıp da benimle görüşmek istediğini söylemesi karşısında şaşırmıştı. Carter bana kendisi ile güvenli bir telefonla iletişime geçmemi istedi. Ben de ona askeri akademide bir öğrenci olduğumu ve güvenli telefonumun bulunmadığını söyledim. Sonra generale ulaştı ve benim için güvenli bir telefon temin etti. Carter bana "Başım belada!" dedi. Carter’e neden başının belada olduğunu sordum.”

Prens Bender Carter ile olan telefon görüşmesi hakkındaki konuşmasına devam etmeden önce şu açıklamalarda bulundu:

“O sıra Sudan Devlet Başkanı Cafer Numeyri’ydi. Carter ve Kral Fahd ile Sudan Devlet Başkanı arasında Sudan'a F-5 uçakları satılması üzerine bir anlaşma imzalanmıştı. Uçakların bedelini Suudi Arabistan ödeyecek ve Sudan ise uçaklardan faydalanacaktı. Sudan Devlet Başkanı Cafer Numeyri Suudi Arabistan'a geldi ve Kral Halid ile görüşerek ona, “Amerikalılar sizin bize güvenmediğinizi düşünüyorlar. Bize parayı verirseniz ödemeyi yaparız” dedi. Kral, ona, parayı mı yoksa uçaklarımı istediğini sordu. Numeyri bunun üzerine asıl sorunun halkın gözündeki haysiyetle ilgili olduğunu söyledi. Suudi Arabistan Numeyri’ye 500 milyon dolar gönderdi ve uçaklar, bedelleri ödenmeksizin Sudan’a ulaştı. Amerikan tarafı, anlaşmanın bedelini neden ödemediklerini sorduğunda Sudanlılar, ödemelerini almak için Suudi Arabistan'a gitmelerini istediler ve Sudan’ın parası olmadığını söylediler.”

 

Bu açıklamaların ardından Carter ile olan telefon görüşmesine dönen Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:

“Başkan Carter'la güvenli bir telefondan konuşmaya devam ettim. Satış belgesini Kongre'ye sunması gerektiğini, bunun anlaşma tutarı ödenmeden yapılamayacağını ve uçakların Sudan’a ulaşmasına rağmen herhangi bir ödemede bulunulmadığını söyledi. Carter’a derhal Suudi Arabistan'a gideceğimi ve Kral Fahd’ı bu durumdan haberdar edeceğimi söyledim. Kendisine durumu anlattığım zaman Kral Fahd bana böyle bir şeyi beklediğini söyledi. Kral Fahd, dönemin Maliye Bakanı Muhammed Ebu’l-Hayl ile temasa geçti ve anlaşmanın bedelini ödemesini istedi. Bu olayın ardından ABD Başkanı Carter’ın yanında ayrı bir yer edindim. Benzer bir olayı Fransızlar ile de yaşadık. Yemen hava savunma sistemi ile ilgili olarak merhum Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’e verdiğimiz meblağ Fransızlara ödenmedi. Bunun üzerine yine ödemeyi biz yaptık.”

Filistin-İsrail çatışması

Prens Fahd, Başkan Carter döneminde Veliaht Prens sıfatıyla ABD’yi ziyaret etti. Amerikalılar onu bir devlet başkanı gibi karşıladılar ve Beyaz Saray yakınlarındaki Blair House'da ağırladılar. Resmi akşam yemeğinin ardından Carter, Veliaht Prens ile yalnız görüşmek istediğini söyledi. Sonra balkona geçtiler ve Carter, Prens Fahd’a, “Filistin-İsrail çatışmasını çözmek ve birbirleri ile konuşmalarını sağlamak istiyorum. Bu konuda birlikte bir şeyler yapabileceğimizi düşünüyorum. Filistinlilerin 242 ve 338 sayılı BM kararlarını tanımalarını istiyorum. Buna karşılık Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) Filistin halkının tek temsilcisi olarak tanıyacağım ve Washington'da bir ofis açacağım” dedi. Veliaht Prens Fahd, Carter’ın bu sözlerinden dolayı memnun oldu ve kulaklarına inanamayarak kendisinden sözlerini tekrar etmesini isteyerek, “Ekselanslarından tüm konuşmasını tekrar etmesini ve bir kağıt alıp tüm bunları kaydetmesini istiyorum. Bu söylediklerinizden emin misiniz? Biz bunu yıllardır istiyoruz fakat olmadı” dedi. Prens Fahd’ın bu sözleri üzerine Carter, bunu yapacağına dair söz verdi.”

Prens Bender bin Sultan, Prens Fahd’ın çok önem verdiği bu olay karşısında programını değiştirdiğini ve Washington’dan sonra tatilini geçirmek üzere İspanya’nın Marbella şehrine gitme planını iptal ederek, Suudi Arabistan'a geri döndüğünü söyledi. Kral Halid o sıra Taif’teydi. Prens Suud el-Faysal'dan Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat ile temas kurmasını ve kendisini Taif'e çağırmasını istedi.

Prens Fahd’ın elinde bir kağıt ile ülkeden ayrılmasının ardından Carter hükümetindeki yetkililerinin tepkisi hakkında konuşan Prens Bender şunları söyledi:

“Prens Fahd'ın Suudi Arabistan'a gelmesinin ardından ben, istihbarat başkanı ve savunma bakanı, Başkan Carter'ın cevabını bekliyorduk. Nihayetinde haber aldığımızda başımızı ellerimizin arasında aldık ve Carter’ın Amerika’nın bütün politikasını nasıl olup da değiştirdiğini sorduk. Amerikalı yetkililer, “İsrail’i tanıyana kadar Filistinlileri tanımayı reddediyorduk. Oysa sen şimdi iki kararı kabul ettikleri takdirde onları resmen tanıyacağımızı mı söylüyorsun” dediler. Bunun üzerine Carter, “Bu fikir aniden aklıma geldi. Prens Fahd’a söz verdim ve sözümün arkasında duracağım” dedi.”

 

Prens Bender sözlerine şöyle devam etti:

“Ebu Ammar (Yaser Arafat) Taif'e geldi. Prens Fahd, Carter’la aralarında geçen konuşmayı kendisine anlattı. Ebu Ammar sevinçten yerinden sıçradı ve Prens Fahd’ı kucaklayarak, “Filistin'i kurtardın. Kudüs'ü kurtardın” dedi. Bunun üzerine Prens Fahd, “Teşekkür ederim. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Filistinlilerin çıkarına uygun olduğunu düşünüyorsanız, onları bundan haberdar edeyim. Değilse de olumsuz cevabınızı kendilerine ileteyim” dedi. Bunun üzerine Yaser Arafat, “O nasıl söz. Elbette” dedi. Sonra Prens Fahd, Yaser Arafat'tan bunu kabul ettiğini yazmasını ve imzalamasını istedi. Arafat, Prens Fahd’a bunu kimin ileteceğini sordu. Prens Fahd ise bu soruya, “Bu mesele için Amerika’ya gitmeye hazırım ve eğer yapamazsam Prens Suud'u göndereceğim” diyerek cevap verdi. Arafat bunun üzerine, Filistin Devrim Komutanlığı Konseyi’ne durumu bildirmek için kendisine iki gün mühlet vermesini istedi. Prens Fahd, “Anlaştık” dedi. Yaser Arafat bir uçak istedi ve Kuveyt’e gitti. ABD'nin Riyad Büyükelçisi John C. West, Kraliyet Divanı ile irtibata geçti ve Başkan Carter’ın bir cevap verip vermeyeceklerini sorduğunu iletti. 9 gün sonra Filistinli bir temsilci, Ebu Ammar'ın Carter’e yazdığı bir mektupla çıkageldi. Mektupta, “Fahd bin Abdulaziz ile yaptığınız anlaşmaya dayanarak, aşağıdaki şartlara göre hemfikir olduğumuzu ve 10 şartımızın olduğunu söylüyoruz” yazıyordu.

Filistin tarafından aldığı cevabın Prens Fahd’ı zor durumda bıraktığını ifade eden Prens Bender, Prens Fahd’ın Filistin tarafından bir cevap beklerken aksine bir düğümle karşı karşıya kaldığını ve bunu ABD tarafına açıklamak istemediğini belirterek şöyle devam etti:

“Kral Fahd, Arafat'ın mektubunu okudu ve ABD Büyükelçisi’nden Taif'e gelmesini istedi. Fahd, ABD Büyükelçisi’ne, Suudi Arabistan'ın teklifi incelediğini ve Filistinlilerin haklarını karşılamadığını düşündüğünü söylemesini istedi (bütün bunlar Filistinlileri suçlu çıkarmamak içindi). ABD Başkanı Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski, Filistinlilerin teklifi reddetmelerini memnuniyetle karşıladıklarını ve bunu kutladıklarını söylüyor. Bununla birlikte Camp David anlaşması imzalandı. Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ve Carter, Gazze ve Batı Şeria'da özerklik ile ilişkin anlaşma ekini desteklediler. Arafat şahsen bana bunun Oslo anlaşmasından 10 kat daha iyi olduğunu söyledi. Ben de ona, o zaman neden kabul etmediklerini sordum. Arafat bu soruma, “Hafız Esad, eğer bunu kabul etseydim beni terlikle döveceğini söyledi” dedi. Ayrıca “Suriye’den önce bu barış sürecine nasıl girilebilir” diyerek cevap verdi.

Filistin meselesi

Görünüşe göre Suriye ve Obama sorunu Prens Bender’i, ABD başkanları ile olan ilişkilerinin ayrıntılarını anlatmaya sevk etti. Prens Bender bir kez daha bu konuyu ele alarak şunları söyledi:

“Size söylüyorum, Washington'da 23 yıl geçirdim ve çalışmalarımın en az yüzde 60’ı Filistin meselesi ve Trablus kuşatması ile ilgiliydi.  Bir taraftan Kıbrıs’ta radyo aracılığıyla konuşma yapan Arafat ile telefonda görüşüyor, diğer taraftan ikinci bir telefonla Kral Fahd ve ABD Başkanı Ronald Reagan dönemindeki Dışişleri Bakanlarından George Schultz ile görüşüyordum. İsraillilerin Beyrut'a ilişkin çözümü tamamlamayacağına dair bir karar vardı. Alexander Haig o sıra Dışişleri Bakanıydı. Kral Fahd bana, Reagan ve Haig’in, kendisine Filistinlilerin Lübnan’dan çekilmeye hazır olduklarını ve İsrail’in Filistinlilerin tüm silahları bırakmaları şartının reddedildiğini bildirdiğini söyledi. Ayrıca gemilerde taşınamayacak her silahın müttefiklere verileceğini belirterek, ABD’nin 6. Filo’sunun Beyrut'tan yola çıkan ve İskenderiye'ye giden iki Filistin gemisinin herhangi bir saldırıya maruz kalmaması için onları korumasını istediklerini kaydetti.”

“Kontra meselesinden faydalanan Suudi Arabistan, Reagan'dan FKÖ'yü tanımasını istedi. Arafat daha önce olduğu gibi yine sevindi ve “Filistin'i kurtardın. Filistin'i kurtardın” dedi.”


“Filistinliler saldırıya uğradı ve Alexander Haig Reagan’a İsrail’in kendisini savunduğunu söyleyerek, bu saldırıyı haklı çıkarmaya çalıştı. Haig, saldırıyı Filistinlilerin başlattığını ve İsrail'in yaptıklarının bir tepki olduğunu söyleyerek, Reagan’a yalan söyledi. Reagan çıktı ve İsrail'in kendisini savunduğunu ve bu hakka sahip olduğunu söyledi. Prens Fahd, Prens Suud el-Faysal'a o sıra Almanya'da NATO toplantısında bulunan Reagan'la buluşmak üzere yola çıkmasını söyledi. Prens Suud el-Faysal, Haig’in de bulunduğu bir görüşmede Reagan’a olan biteni anlattı. Reagan, buna ‘her ülkenin kendisini savunma hakkı olduğunu’ söyleyerek karşılık verdi. Prens Suud el-Faysal, bunun doğru olmadığını, Filistinlilerin saldırıda bulunmadığını söyledi. Bunun üzerine Reagan şaşırdı ve Haig’in kendisine olayı böyle anlattığını ve bunun neresinin doğru olmadığını sordu. Prens Faysal, “Dışişleri Bakanı size bunu mu söyledi? Lübnan’daki delegenize sorun, size detayları anlatacaktır” diyerek karşılık verdi. Reagan Prens Faysal’ın dediğini yaptı ve olan bitenin kendisinin anlattığı gibi olduğunu öğrenince Haig’e, “Şimdi git ve İsraillilere saldırılarını durdurmalarını ve geri çekilmelerini söyle” dedi. Bunun üzerine Haig gitti ve İsrail geri çekildi.”

Prens Bender, Beyrut ve Trablus kuşatması üzerine olan konuşmasına şöyle devam etti:

“Kral Fahd, öfkeyle beni aradı ve nasıl olur da İsraillilerin Filistin kamplarına ve Lübnan'ın güneyine saldırabildiğini söyledi. Sonra benden derhal Reagan’a gitmemi, kendisine uyuyakaldığını söylememi ve Schultz ile görüşmemi istedi. Kral Fahd'ın sözlerini harfiyen aktardım. Schultz'un yüzünden hiçbir şey anlaşılmıyordu. Gülüyor muydu, şaşkın mıydı belli değildi. Bana, “Başkana söylememe gerek yok. Birlikte aşağı ineriz ve ben İsrail'in Filistinlilere yönelik saldırılarını, sen ise Trablus'taki Filistinlilere yönelik Suriye saldırısını kınarsın” dedi. Ona “Hayır, Arapların kendileri arasındaki meseleler ayrıdır” dedim. Bir çıkış yolu ararken hayret etmiştim. “Mesele aynı, prensip aynı. Filistinliler saldırıya uğradı. Nasıl oluyor da onları kınıyor ve bunları kınamıyorsun?” dedim.

 

İran-Kontra skandalı ve Filistin meselesi

Prens Bender’e göre ABD Başkanı Reagan, Kral Fahd'dan acil durum yardımı istedi. Suudi Arabistan da aynı şekilde bu durumdan Filistin davasına hizmet edilmesi ve FKÖ’nün tanınması hususunda istifade etti. Reagan, Kontra'yı komünizm ve komünizmin Nikaragua ve Küba'da genişlemesi karşısında finanse etmek istiyordu. Ancak Kongre’deki değişiklik ile birlikte Demokratlar kontrolü ele geçirdi ve Kontra fonunun onaylanması için 6 aydan fazla bir süreye ihtiyaç duyuldu.

 

 

•    “Washington'da 23 yıl geçirdim ve çalışmalarımın en az yüzde 60’ı Filistin meselesi ve Trablus kuşatması ile ilgiliydi.”

Başkan Reagan Kongre’yi ikna etmeye çalışıyordu, fakat onay gelinceye kadar finansman için Suudi desteğine ihtiyacı vardı. Prens Bender, Kral Fahd’a giderek kendisini bu durumdan haberdar etti. Prens, Macfarlane’ye ne kadar paraya ihtiyaçları olduğunu sormuş, o da kendisine “ayda 2 milyon dolar” demişti. Krallığa dönen Prens Bender bu durumu Kral Fahd’a anlattı. Bunun üzerine Prens Fahd, “Bu, herhangi bir Amerikalı işadamının ya da onlara bağış yapan birinin ödeyebileceği bir miktardır. Fakat bu bir fırsattır Bender” dedi.

Prens Bender, Kral Fahd ile aralarında geçen konuşmayı şöyle aktarıyor:

“Bana yıl sonuna kaç ay kaldığını sordu. Ben de 6 ay kaldığını söyledim. Yıl sonuna kadar her ay için iki milyon… Dönemin Maliye Bakanından miktarı doğrudan Washington'daki hesabıma aktarmasını istedi. Bende bunun üzerine, kendilerinden bir hesap numarası alacağımızı ve parayı oraya havale edeceğimizi söyledim. Washington'a geri döndüm ve Macfarlane ile iletişime geçtim. Ona Kralın sadece iki ay değil bir senelik tutarı ödeyeceğini söyledim. İki gün sonra Başkan Reagan beni çağırdı ve gittim. O zamanlar Başkan Yardımcısı olan Baba Bush ve Schultz da onunla birlikteydi. Bana, “Los Angeles'ta oturduğumuz iki sandalyeyi hatırlıyor musun? Geldiğin zaman uçak anlaşması hususunda sizin için oy vermemi istemiştin ve ben Carter'a karşıydım” dedi. Bende ona, “Evet, evinizde oturduğumuz iki sandalyeyi hatırlıyorum” dedim. Bunun üzerine o iki sandalyenin Beyaz Saray’ın çatı katında olduğunu söyledi ve “Gel, gidip görelim” dedi. Bush ve Schultz bizim yukarı çıkmamız karşısında şaşırdılar. Yukarı çıktık ve bana “Bunlar, o sandalyeler” dedi. Sonra bana döndü ve “Sana teşekkür etmek istiyorum, ne demek istediğimi anla” dedi. Ben de ona, teşekkür etmeye gerek olmadığını ve ne demek istediğini anladığımı söyledim.

 

Prens Bender, Kral Fahd’ın Reagan’a Filistin sorunu konusunu açma talimatının ayrıntılarını şöyle anlattı:

“Kral Fahd, Başkan Reagan ile derhal Filistin meselesini görüşmem yönünde talimat verdi. Reagan ile görüşmemizde Dışişleri Bakanı Schultz, Savunma Bakanı Caspar Weinberger, Ulusal Güvenlik Başkan Yardımcısı Macfarlane ve elçilik yardımcılarından Rehab Mesud da vardı. Başkan Reagan, Kral Fahd'ın Amerikan yönetiminin Filistin davasıyla ciddi şekilde ilgilenmesi ve Yaser Arafat'ın temsil ettiği Filistin liderliği ile doğrudan diyalog başlatması ve barış sürecinin 242, 338 ve diğer uluslararası referanslar çerçevesinde yürütülmesi gerektiğini söyledi.

Prens, Oval Ofis'teki sahneyi şöyle anlattı:

“Dışişleri Bakanı Schultz, hareketlendi ve sandalyesinden kalkarak şöyle dedi: “Lütfen Sayın Başkan, bu Ortadoğu'daki politikamızda tam bir değişiklik anlamına geliyor.” Reagan, Schultz’un bu sözlerine karşılık, “Otur Schultz” dedi. Başkan Reagan’dan bana Kral Fahd’a yazılı olarak onay vermesini rica ettim ve Schultz tekrardan elini kaldırarak, “Sözlü bir mesaj aldık ve aynı şekilde karşılık verdik” dedi. Macfarlane, Rehab Mesud’un kulağına eğilerek, “Eğer ofisime nasıl ulaşacağınızı biliyorsanız oraya gidin” diye fısıldadı. Rehab, “Evet, biliyorum. Neden?” diye sordu. Macfarlane Rehab’a cevap olarak, “Yakında öğrenirsiniz” dedi. Toplantı sona erdi ve ikimiz de Macfarlane’nin ofisine gittik ve pencereden Dışişleri ve Savunma Bakanlarının ayrılmasını izledik. Sonra Robert Macfarlane geldi ve Reagan’ın görüşmek istediğini söyledi.”

Prens Bender’in anlattığına göre Reagan, Kral Fahd ve Suudi Arabistan'ın Kontro meselesi hususunda yanında olduğundan dolayı minnettardı. Başkan Reagan’ın yanına gittik. Bana, “Kral Fahd’ın imzalamamı istediği şeyi yaz” dedi. Kendi elimde Kral Fahd’a hitaben başkanın, Washington’un FKÖ’nün Filistinlilerin meşru ve tek temsilcisi olarak tanıdığını ve Tunus'ta doğrudan bir diyalog başlatacağını belirten bir mektup yazdım. Bu, FKÖ'yü bir terör örgütü olarak kabul eden Washington politikasında köklü bir değişiklik anlamına geliyordu. Ayrıca ABD yönetiminin, 242, 338 ve hatta mültecilerin geri dönüşleri ile ilgili olan 191 sayılı kararlar da dahil olmak üzere tüm şartları kabul ettiğini yazdım. Üçüncü olarak örgütten ve Ürdün hükümetinden temsilcilerin yer aldığı ortak bir Filistin-Ürdün heyetinin onaylandığını belirttim. Macfarlane mektubu aldı ve Reagan imzaladı.”

Bender bin Sultan, Yaser Arafat ve Suudi uçağı!

Prens Bender sözlerine şöyle devam etti:

“Kral Fahd'ı aradım ve ona olan biteni anlattım. Benden doğrudan Tunus'a gitmemi ve Sayın Arafat'ı Başkan Reagan'la uzlaştığımız hususlar ile ilgili olarak bilgilendirmemi istedi. Kendisine durumu anlattığım zaman yerinde duramayan Arafat, “Filistin kurtarıldı. Filistin kurtarıldı” dedi ve doğrudan Kral Fahd'a giderek gösterdiği çabalardan dolayı kendisine teşekkür etmek istediğini söyledi. Ona Kral Fahd'ın, ortak bir heyet oluşturmak, süreci başlatmak ve Ürdün ve Filistinlilerin ortak çıkarlarıyla ilgilenmek için doğrudan Ürdün'e gitmek istediğini söyledim. Bu, Filistinlilerin bir daha asla israf etmemeleri gereken büyük ve önemli bir fırsattı.  Küçük bir özel Suudi uçağıyla Tunus'a gittim. Arafat’a, uçağımın onun emrinde olduğunu ve kendisini Ürdün'e götüreceğini söyledim. Yaser Arafat, Suriye ve Aden’deki diğer Filistinli grupların onay ve desteğini alması gerektiğini söyledi. Aden ile olan ilişkimiz, Küba birliklerinin varlığı ve Aden hükümetinin Marksist eğilimleri nedeniyle bir kriz döneminden geçiyordu. Arafat uçağı aldı ve Aden'e gitti. Bir aydan fazla Aden, Bağdat, Şam ve diğer birçok şehir arasında uçakla seyahat etmeye devam etti. Onu daha sonra hiç görmedim.”

Başkan Reagan’ın Washington’ın Filistin politikasını 180 derece değiştirdiğini dile getiren Bender, Dışişleri Bakanı Shultz’un başkanın aldatıldığını düşündüğünü kaydederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Schultz, Başkan Reagan’a bıyık altından güldüğümü düşünüyordu. Elbette, Kontra meselesi ile ilgili anlaşmadan haberi yoktu. Dışişleri Bakanlığı personellerinden en düşük dereceli olan birini beni karşılaması için yönlendirdi. Bunu görmezlikten geldim. Ofisine gittik. Ofisinde sadece tek bir sandalye bulunuyordu. Bu durumdan oldukça utandığı belli oluyordu. Ben sandalyeye oturdum, o da karşımda durdu. Ona bölgedeki durum hakkındaki tutumlarını sordum. Bana bilmediğini söyledi. Öyleyse neden başkanı çağırıp ona sormadığımızı söyledim. Aslında Beyaz Saray ve başkana doğrudan bu soruları soruyordum. Elimizde Filistin davasını destekleyebileceğimiz Kontra meselesi vardı. Krallık o sıra Reagan’dan istediği her şeyi talep edebilirdi. Silah anlaşmaları veya Suudi Arabistan ile doğrudan ilgili olup olmamasının bir önemi yoktu. Kral Fahd, Filistin davasına hizmet etmek için bunu yapması gerektiğini düşünüyordu.”

 

Yaser Arafat hakkındaki konuşmasına devam eden Prens Bender bin Sultan, Riyad'ın Arafat'ın eylemleri karşısında şaşkına döndüğünü belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:

“Arafat Amman’daki Filistinli heyete, Ürdün Kralı Hüseyin’e her şeyi söylemeyeceklerini, bilakis Suudilerin onları karşılamadığını söyleyeceklerini söylemişti. Kral Hüseyin, Yaser Arafat'ı ve Filistinli heyeti karşıladı. Daha sonra Kral Fahd'ı aradı ve ona Arafat’ın ve heyetinin yapmış olduklarını anlattı.”

Kuveyt'i kurtarma savaşından sonra

Suudi Arabistan ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasında Yaser Arafat'ın Kuveyt'i özgürleştirme savaşındaki tutumu konusunda yaşanan anlaşmazlığa rağmen Riyad, sorunu tekrar çözmeye çalıştı ve ABD’ye barış süreci ve çözümleri hakkında mesaj göndermek istedi. Fakat kopuk ilişkilerin gölgesi altında bunun gerçekleştirilmesi mümkün değildi. Yaser Arafat ile aralarındaki ilişkilerin koptuğunu dile getiren Bender, Amerikalıların kendilerine Yaser Arafat’a ulaşmak istedikleri yönünde mesajlar gönderdiklerini belirterek, “Özellikle onların temsilcilerini çağırıyorduk veya daha sonra Filistinlilere bilgi veren Mısırlı kardeşlerimize durumu iletiyorduk. Neredeyse 1994 yılına kadar durum buydu” dedi.

 

Bender sözlerini şöyle sürdürdü:

“Barış görüşmeleri ve Başkan Clinton’un 1999 toplantısından 2000 toplantısına kadar olan girişimleri başladı. Zaman tükeniyordu. Tüm dosyanın yeni bir başkana ve yeni bir ekibe devredilmesi için sayılı günler vardı. Başkan, önünde imzalı bir anlaşma yoksa tamamlanmayan şeyi kabul etmek zorunda değil. 2000 yılının Kasım ayında George W. Bush ABD Başkanı, Colin Powell ise Dışişleri Bakanı oldu. İsrail ve Filistinli delegasyonlar ayrı ayrı müzakerelerde bulunuyorlardı. Filistinli heyete, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Yürütme Kurulu Sekreteri Yasir Abdurabbu başkanlık ediyordu. Basında çıkan haberlerde, Dışişleri Bakanı Powell'ın İsrail heyetini karşıladığı bildirildi. Filistinliler benimle temasa geçtiler ve Yaser Arafat’ın benimle görüşmek istediğini söylediler. Sonunda Yasir Abdurabbu geldi ve “Başkan Bush konusunda iyimseriz. Bush ailesiyle iyi ilişkileriniz var. Colin Powell'ı, insanların, heyetlerin eşit olduğunu görmelerinin sağlanması için heyetimizle görüşmesi konusunda ikna etmenizi istiyoruz” dedi. Bende onlara konunun sadece formalitelerden ibaret olduğunu söyledim.”

Prens Bender bin Sultan, Suudi Arabistan’ın uygulamaya koymakta olduğu barış inisiyatiflerinin detaylarını anlatmaya şöyle devam etti:

“Kral Abdullah 1999 yılının Eylül ayında New York'ta bulunduğu sırada Yaser Arafat ile BM’de bir araya geldi ve müzakerelerin nasıl gittiğini sordu. Yaser Arafat, işlerin iyi gitmediğini söyledi. Kral ona “Emin misin?” diye sorunca, o da “Evet” dedi. Kral, Madeleine Albright’ın geleceğini ve konuyu onunla görüşeceğini söyledi. Arafat, Kral Abdullah'a teşekkür etti. Kral ona, Saddam’ın yanında olduklarından dolayı duyduğu memnuniyetsizliği dile getirdi. Yaser Arafat bunu duyunca konuyu geçiştirmeye ve unutturmaya çalıştı.”

Prens yine anlatısına bir ara verip barış anlaşmasının imzalanması sırasında meydana gelen bir olayı anlattı. Prens’in anlattığına göre olay şöyle cereyan ediyor:

“İmza töreni Beyaz Saray'da, İsrail Başbakanı İzak Rabin, İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Peres ve Yaser Arafat arasında gerçekleşecekti. Tüm büyükelçiler barış anlaşmasının açılış törenine davet edilmişlerdi. Beyaz Saray'da bir sahne kurulmuştu. Sahneye sırasıyla Peres, Rabin, Clinton ve Yaser Arafat çıkacaktı ve konuklar ‘u’ şekilde oturacaklardı. Sağ tarafta, işadamları ve bazı misafirler, ortada Kongre ve solda diplomatlar bulunacaktı. Bende onların arasındaydım. Sahne arkasında o kadar çalıştık ki, en nihayetinde mesele Filistinlilerin lehine sonuçlandı. Her şey tamamlandığı ve artık imza töreninin başlangıcına yaklaşıldığı sıralarda Suudi Arabistan'a özellikle de Cidde'ye döndüm. Kendi kendime törene katılmaya gerek olmadığını düşündüm. Cidde'ye geldim. Batı bölgesindeki hava kuvvetleri komutanı beni havaalanında bekliyordu. Kralın beni aradığını söyledi. Kralın yanına gittim ve bana ne zaman geldiğimi sordu. Ben de daha yeni geldiğimi söyledim. Kral bana, “Clinton benimle temasa geçti, fakat sen gelene kadar kendisi ile temasa geçmek istemedim” dedi. Olumlu şeyler hakkında Kralı bilgilendirdim. Kral daha sonra ne istediğini sormak için Clinton ile irtibata geçti. Clinton, Kral Fahd’a barış sürecini ilerletmek için büyük çaba sarf edildiğini ve en nihayetinde İsrail Başbakanı’nın, Yaser Arafat’ın, İsrail Dışişleri Bakanının ve Suudi Büyükelçisi hariç dünya büyükelçilerinin bir araya geleceğini söyledi. Kral Fahd, manzaranın pek iyi olmadığını söyledi. Bunun üzerine Clinton, “Aksine bizim için oldukça güzel görünüyor. Suudi büyükelçisi hariç herkesi bir araya getirebileceğimizi söyleyecekler” dedi.”

Prens Bender olayın devamını şöyle anlattı:

“Kral Fahd, Washington'a dönmemi ve imza törenine katılmamı söyledi. Bende nasıl emrederlerse öyle yapacağımı ve fakat mürettebatın 4-5 saate ihtiyaç duyduğunu söyledim. Ayrıca Kral’a bu ve benzeri törenlerde birtakım geleneklerin bulunduğu ve gelenlerin ilk safta olanlar ile el sıkıştıklarını söyledim. Ben ilk diplomat olacaktım ve dolayısıyla İsrail Başbakanı ve Dışişleri Bakanı ile el sıkışmak zorunda kalacaktım. Bana, Yaser Arafat onları selamladığı zaman sen de aynı şekilde yap. Filistin meselesi hepimizi yordu. Yaser Arafat’ın selam vermesi helal oluyor da seninki neden haram olsun? Sen de diğerleri gibi selamlaş” dedi.”

Endişeleri dinmeyen ve aile içerisinde herhangi biri tarafından suçlanmak istemeyen Prens Bender, babasının yanına gittiğini aktararak şöyle devam ediyor:

“Prens Sultan'a gittim ve ona durumu anlattım. Bana, “Geri dönmen mantıklı fakat imza töreninde bulunamaman doğru değil. Yaser Arafat tokalaştığı sürece sen de tokalaş” dedi.

Prens Bender imza törenine katılmamayı umuyordu, fakat Başkan Clinton'ın Bender’in orada bulunmasına ihtiyacı vardı.

Arafat'ın öpücükleri ve Clinton'ın endişesi

Prens Bender imzalar atılmadan önceki sahneyi tamamlamak üzere anlatısını sürdürdü. Başkan Clinton’un, onlarla çalışan tek ABD başkanı olduğunu ve erken uyumadığını dile getiren Bender, Clinton’un çoğu zaman fırsat buldukça küçük bir grupla bir araya geldiğini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bende bu gruplardan birindeydim. Ya kağıt oynuyorlar, ya film izliyorlar ya da sigara içiyorlardı. Washington’da geç saatlerde eve ulaşır ulaşmaz Beyaz Saray’ın beni istediğini söylediler. Başkan Bill Clinton ile temasa geçtim. Bana benden iki tane isteği olduğunu söyledi. Başkan Clinton’un istekleri konusunda endişeliydim ve barış görüşmelerine başlamadan önce hemfikir olan kimseler arasında bir anlaşmazlık çıktığını düşündüm. Clinton, taleplerin kişisel olduğunu söyledi. Clinton’un taleplerinden ilki, geldiği zaman kendisini Yaser Arafat’ın öpmemesiydi. Bana, “İnsanlar beni Yaser Arafat'ı öperken görürse seçimleri kaybederim” dedi. Kendisi ile doğrudan irtibatım olmadığı için bunu kendisine iletemeyeceğimi söyledim. Tekrar rica etti. Sonra İncil’den ve Tevrat’tan barış işe ilgili birer ayet seçtiğini söyledi ve benden de konuşmasına eklemek üzere Kuran’dan böyle bir ayet söylememi istedi. Başkan Clinton'a “Ben bir din adamı değilim, tabiyim ve dini görevlerimi yerine getiriyorum. Ancak başkalarına sorabilirim” dedim. Benden ayeti İngilizce yazdırmamı rica etti. Elçilikteki İslami ilişkiler departmanı başkanı Macid el-Ğaşyan’ı aradım ve ona sordum. O da bana, “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et, çünkü O işitendir, bilendir (Enfal 61)” ayetini söyledi. Ona ayeti yazdırmasını ve tercüme etmesini söyledim. Clinton'un kişisel isteği bende bir şaşkınlık yaratmıştı. Filistinlileri aradım ve Yaser Arafat ile görüşmek istediğimi söyledim. Beni memnuniyetle karşıladılar. Ulaştığım zaman Yaser Arafat'ın öpücüklerinden payımı aldım. Meclise girdik. İçerisi insan kaynıyordu. Ulaştıkları neticeden dolayı onları tebrik ettim ve kendisi ile yalnız görüşmek istediğimi söyledim. Yaser Arafat’a, “Kral, Saddam’a olan tavrınız hakkındaki duygularımızı bildiğinizi söyledi. Fakat şehrin onuru için, Filistin için her şeyi yapmaya hazırız. Kralın senden bir isteği var. Bu tarihi anın televizyonlarda kaydedileceğini bilmelisin. Müslümanların ve Arapların hepsi bunu izleyecek” dedim. Sonra Kral’ın, Yaser Arafat’a, “Ağırbaşlı ol ve elini Rabin ve Perez’e uzat” dediğini söyledim. Arafat “Kesinlikle” dedi. Sonra Arafat’a bunları Clinton’a da söylediğimi belirttim. Bana Clinton'ı öpmesi ve ona teşekkür etmesi gerektiğini söyledi. Bende ona bunu yaptığı takdirde Krallığın gelmeyeceğini söyledim. Ondan bunu diğerlerine de iletmesini istedim ve onu gerçekten ikna ettim. Bana bunu yapmayacağına dair söz verdi.”

Burada görevin tamamlandığı belirten Bender sözlerine şöyle devam etti:

“Ancak diğer taraftan Clinton, Yaser Arafat'ın barış hususunda anlaşıp anlaşmadığını öğrenmek için bekliyordu. Eve geldim ve Beyaz Saray’dan üç kez arandığımı gördüm. Clinton benimle konuştu ve sarılıp öpüşmemeyi kabul edip etmediğini sordu. “Evet” dedim ve kendisi ile öpüşme fırsatını kaçıracak kadar yakınlaştığı durumda sarılmasına engel olmak için tedbir almasını önerdim.”

Prens Bender’in talebi ve İsrail Başbakanı ile el sıkışması

Prens Bender’e göre Clinton diğer talebi bekliyordu. Clinton'a diğer meselenin benim protokolüm dahilinde olduğunu söyledim. Ona, Arap elçilerinin yanımda olmasını istediğimi, Suriye büyükelçisi de dahil olmak üzere yanımda oturacak bazı elçileri seçeceğimi ve böylece herkesin eşit bir atmosferde hareket edeceğini söyledim. Gerçekten de öyle oldu.

Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:

“Barış süreci sona erdiğinde, önce Arafat, ardından Clinton ile el sıkıştım. Aniden Rabin önümde belirdi ve elini uzatmadı. O bana bakıyor, ben de ona bakıyordum. Clinton geldi ve bir şeyler olduğunu hissetti. Bir elini Rabin'in omzuna koydu ve diğer elini ise benim omzuma koymaya çalıştı.  Rabin, beni tanıdığını ve AEW&C ve F-15’ler ile ilgili olarak benim hakkımda çok şey duyduklarını dile getirdi. O ara elini uzattı ve el sıkıştık.”

Bir önceki gece, Prens Bender ve bazı Arap büyükelçileri arasında davet ve katılım savaşı söz konusuydu. O zamanki Suriye Büyükelçisi Velid Muallim’in gelmeyi düşünmediğini dile getiren Bender bin Sultan şu açıklamalarda bulundu:

“Önceki gece Velid Muallim’e katılmasını söyledim. Fakat Washington’dan ayrılacağını söyledi. Ben de ona, Camp David'de onlarla oturduğunu hatırlatıp katılması için ısrar ettim. Ona Dışişleri Bakanı Faruk Şara’yı ya da Devlet Başkanı Yardımcısı Abdülhalim Hüddam’ı arayacağımı söyledim. Bana “Eğer beni ararlarsa asla kalmam. Kastımı anladın mı?” dedi. Ben de ona kastını anladığını söyledim ve Hafız Esad’i arayarak ona anlattım. Hafız, Velid’e katılmasını iletmemi söyledi. Ben de kendilerinin bunu ona söylemesini istedim. Esad bana sorun yok dedi ve sonra Velid Muallim ile konuştu. Muallim bana, “Seninle birlikte katılmamı söyledi” dedi. El sıkışma zamanı geldi. Sıra Velid Muallim’deydi. Rabin’le el sıkıştı. Muallim televizyonda görünmemek için tören kitapçığıyla yüzünü kapattı. Bu fotoğraf karesi hala mevcut.”

Prensin talebinden sonra Powell’ın Filistinlilerle görüşmeyi kabul etmesi

Prens yine 1994’ten 1999’un sonlarına atladı ve şunları anlattı:

“Colin Powell'ı aradım. Onu 1978'den beri tanıyorum. Colin'e bir soruna neden olduğunu söyledim. Bana başının ağrıdığını söyledi. Bende ona, “İsrail lobisi başkana baskı yaptı ve benim kendileri ile görüşmemi istediler. Şimdi de sen mi bana baskı yapmak istiyorsun? Buyur” dedim. O da, “Tamam. Olanları aklına getir. Bunu, yeni Amerikan yönetiminin ve Bush ailesinden olan başkanın Suudiler isteyinceye kadar bizimle buluşmayacakları yönünde yorumladılar. Bazı Filistinli yetkililerin komploları göz önüne alındığında ise farklı bir yoruma ulaşırız. Bu yorum, bir ay sonra ayrılacak birisiyle nasıl imza atılabileceği ve Bush’un bu konuda en iyi kişi olduğu yönünde” dedi.”

“Bender bin Sultan: Yaser Arafat Filistin davasına karşı bir suç işledi ve Obama'nın politikaları bölgeyi 20 yıl geriye götürdü”


Prens olayı şöyle tamamladı:

“BM’ye geldiğimizde Kral Abdullah bana oldukça kızgındı. “Anlaşmanın iyi olduğunu ve birdenbire Filistinlilerin hiçbir şey olmadığını söylediğini nasıl bana söyleyebilirsiniz? Suud el-Faysal’a gelmesini söyle” dedi. Ben ve Suud el-Faysal, Albright ve Dennis Ross ile beraber oturduk. Albright, Kral Abdullah’ı selamlamaya gitmeden önce Kral onun sözünü kesti ve “Barış süreci için gerçekten destek istiyor musunuz, istemiyor musunuz?” diye sordu. Albright ve Dennis şok olmuşlardı. Albright bir yanlış anlaşılma olduğunu söyledi. Bunun üzerine Kral, “Onlara bir anlaşma sunmadığınız doğru mu?” diye sordu. Albright bunun doğru olmadığını söyleyince Kral, Yaser Arafat’ın kendisine böyle anlattığını söyledi. Madeleine, Yaser Arafat’ın yalan konuştuğunu söyledi. Kral bize döndü ve bunun makul olup olmadığını sordu. Suud el-Faysal, “Bu, Yaser Arafat’ın söylediği ilk yalan değil” dedi.”

Waldorf Astoria buluşması ve görüşmelerin haritaları

Kral Abdullah ile Madeleine Albright arasındaki gerilim ve Albright'ın bunun doğru olmadığını ispat etme girişiminin ardından Kral Abdullah’ı New York’taki ünlü Waldorf Astoria Otel’e davet etti ve “Sana haritaları ve yeni anlaşmayı göstereyim” dedi.

Prens Bender, Madeleine’nin ağzından yaşananları şöyle anlatıyor:

“Albright, “Sadece Bender’in ve Dennis Ross’un toplantıya katılmalarını şart koşuyorum. Resmi tercümanlar bile bulunmasın” dedi. Kral biraz düşündükten sonra bunu kabul etti ve oteldeki bütün odalar tutuldu. Otelde oturduğumuz en büyük salonda bilardo ve yemek masası bulunuyordu. Albright, Krala, “Yemeğe başlamak ister misiniz?” diye sordu. Kral ise bunu reddetti ve ayrıntılar hakkında bilgi edinmediği sürece iştahının açılmadığını söyledi. Albright, Batı Şeria’nın yüzde 98’inin Filistinlilere iade edileceğini gösteren haritalar sundu. Planda, Batı Şeria’nın Ürdün sınırında 10 yıl boyunca Birleşmiş Milletler (BM) bayrağı altında İsrailli, Filistinli, Amerikalı ve Ürdünlü subayların bulunduğu 6 ya da 7 gözlem merkezi kurulması yer alıyordu. Albright, “Kudüs. İsrailliler Batı Şeria’nın güneyine yüzde 2 oranında bir ekleme yapcaklar. Böylece yüzde 100’e tamamlanır” dedi. Kral Abdullah, Albright’ın sözünü kesti ve ona, “Bir saniye, Yaser Arafat kabul etse bile biz kabul etmeyeceğiz...” dedi. Albright’ten açıklamayı tamamlamak için müsaade istedim ve detayları açıkladım. Birdenbire Kral bana döndü ve tercümenin doğru olup olmadığını sordu. ABD hükümetinin danışmanı ve Beyaz Saray resmi mütercimi Cemal Hilal, tebessüm ederek çevirinin doğru olduğunu söyledi.”

 

Oğul Bush’un Filistin hakkında ne düşündüğüne dair nabzının yoklanması

Suudiler, Filistinlilerin Clinton dönemi müzakerelerini çözmeyeceklerinden endişe duyuyorlardı. Çünkü herkes için zaman tükeniyordu. Prens o anları şöyle anlatıyor:

“Venezuela’dayken Kralın aklında oğul Bush’un nabzını yoklamaya dair bir fikir geldi. Bu Kasım 2000’de gerçekleşti. Bununla Bush’un anlaşmayı iptal etmemesi ve anlaşmanın Clinton tarafından yapıldığını söylememesi gibi hususlar değerlendirilecekti. Kendisine “Sayın Başkan!” diye seslendim. Bana henüz başkan olmadığını, seçildiğini fakat bilfiil göreve başlamadığını söyledi. “Beyaz Saray, önünüze söylenildiği gibi bir resim mi koyuyor?” diye sordum. Nitekim Ulusal Güvenlik Konseyi, günlük olarak başkana sunulan özetin bir suretini çiziyor. Ulusal güvenlik danışmanı, seçilen başkana gidiyor ve eğer varsa pozisyonlardaki çatışma noktalarını açığa kavuşturuyor. Bana, “Evet, bana bir özet verirler” dedi. Ben de ona, “Size Filistin ile İsrail arasında üzerinde çalıştıkları anlaşmanın konunun bir özetini verdiler mi?” diye sordum. Benden kendisini dikkatle dinlememi isteyerek şunları söyledi; “İlk olarak, Clinton ile aynı fikirde olduğum hiçbir şey yok. İkincisi,   babamın yeniden seçilmesi gerekiyordu, Clinton’un değil. Üçüncüsü, her zaman bir başkanımız var ve şu an başkan benim. Bunun dışında belirlediğim politikalar yok, fakat nasihatlerde bulunabilirim. Benimle irtibata geçmeni tavsiye edenlere, başkan oldukları zaman iki şeye bağlı kalmalarını söyle. İlk önce Bill Clinton değilim ve telefon konuşmalarından nefret ediyorum. Ayrıca Camp David, bir buluşma yeri değil dinlenme yeridir. Bu, uzun telefon konuşmalarıyla bilinen Clinton'un bir önerisiydi. İkincisi ise Filistinliler ve ABD Başkanı arasında bir anlaşma imzalandıysa bunu kutluyorum. Aksi taktirde başkan olursam ve anlaşma henüz imzalanmadıysa, sıfırdan başlayacağım.”

Son dakikalar ve kaçırılan fırsat

Venezuela’ya yapılan resmi geziden, Veliaht Prens Abdullah bin Abdulaziz’in Suudi Arabistan’a dönüşünden ve Clinton’ın Beyaz Saray’dan ayrılmasının yakınlaşmasından sonra Prens Abdullah, Bender bin Sultan’ı aradı ve Aspen'deki çiftliğine imada bulunarak “Dağda mısın?” diye sordu. Prens Bender hikayenin geri kalanını şöyle anlatıyor:

“Prens Abdullah bana Washington'a gitmemi ve Yaser Arafat’ın birtakım sorunlar olduğundan bahsettiğini söyledi. Mısır Büyükelçisi Nebil Fehmi’nin beni evde ziyaret etmesini istedim. Washington’daki Ritz-Carlton Oteli'nde Yaser Arafat’ı ziyaret ettik. Bize meselenin sonuçlandığını ve anlaştıklarını söyledi. Kendisine tebriklerimizi ilettik. Ama biz haberleri görmedik. Bize, “Hayır, güvenlik için önemli olmayan basit bir nokta var. George Tenet (eski CIA direktörü) buraya gelecek ve Arapça ve İngilizce metin birbirine mutabık olacak” dedi.”

Prens, Yaser Arafat’ın bunu duyduğunda, işlerin ters gittiğini hissettiğini belirterek şöyle devam ediyor:

“Yaser Arafat’ın ilk söylediği şey buydu. Nebil Fehmi’ye baktım ve “Binlerce kez mübarek olsun Yaser Arafat! Kralla konuştuğum zaman onu bundan haberdar edeceğim” dedim. Arafat bunun üzerine, “Ondan önce bir isteğim var. Kralın Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, Fas Kralı Hasan ve Ürdün Kralı Hüseyin ile temas kurmasını ve bir araya gelmeleri hususunda ikna etmesini istiyorum. Rabat, Kahire ya da Riyad'a gidiyorum. Böylece bana bir Arap örtüsü verirler” dedi. “İmzaladıktan sonra mı?” diye sordum, “Evet” dedi. 10 dakika sonra George Tenet geldi ve gerekli düzenlemeleri yaptık. Sonra ona, bunun Kralın talebi olduğunu ve Aspen'den geldiğimi söyledim. Kendilerini tebrik ettim ve ailemin yanına Aspen’e gitmek üzere müsaade istedim. Yaser Arafat reddetti ve kalmam hususunda ısrar etti. Bende ona, Nebil Fehmi’nin Mısır'ı temsil ettiğini, Mısır'ın hepimizi temsil ettiğini, Arap dünyasının kutbu ve dünyanın anası olduğunu söyledim. Bu arada bana eşlik eden bir Suudi güvenlik görevlisi elinde bir kağıt ile geldi ve müsaade isteyerek, Beyaz Saray'ın acil bir çağrıda bulunduğunu söyledi. Yaser Arafat odadaki telefonunu kullandı. Sonra “Prens Sultan ile konuşmak istiyor” dedi. Özür diledim ve dışarı çıktım. Clinton'un Ulusal Güvenlik Danışmanı Sandy Berger benimle konuştu ve “Onunla birlikte misin?” diye sordu. Ona koridorda olmadığını fakat ondan ne söylemek istiyorsa anlatmasını istedim. Bana, “Zaman aleyhimizde işliyor. Eğer önümüzdeki saatler içerisinde gelmezse, Başkan Clinton yeni yıla kadar tatile çıkmış olacak” dedi. Ona, “Yaser Arafat kabul ettiğinizi söylüyor” dedim. Cevap olarak, “Yalan söylüyor. Clinton benimle konuştuğu zaman sinirliydi” dedi. Ona daha fazla bir şey yapamayacağımı söyledim. İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, anlaşmadan ayrıldı. Bunun üzerine onu tehdit etti ve böyle bir şey yaptığı takdirde bazı tedbirler alınacağını söyledi. Bush'u aradım ve beni teyit etti. Ona Filistin devlet başkanının kendileriyle hemfikir olduğunu söylediğini ve imzaladıktan hemen sonra George Tenet’in geleceğini ve sonra geri döneceğini söyledim. Clinton bana, George Tenet’in Yaser Arafat’a gittiğini ve geri döndüğünü söyledi! Bu hile ve şeffaflık yoksunluğu karşısında şok oldum ve Yaser Arafat'ın bana nasıl olup da yalan söylediğini merak ettim. Neden anlaşamadılar?”

Prens Bender, Yaser Arafat’ın, anlaşmanın mükemmel olması halinde üç hafta bekleyeceğini, oğul Bush’un geleceğini, Suudilerle olan ilişkisinin iyi olacağını ve Filistinlilerin Batı Kudüs ve Doğu Kudüs de dahil olmak üzere mevcut anlaşmada belirtilenlerden daha fazlasını alacağını düşündüğünü belirterek şöyle devam etti:

“Yine Yaser Arafat'a gittim ve “Yaser Arafat, yine de tebrik ederim. Allah yardımcınız olsun ve Filistinlileri uzlaştırsın. Ameller niyetlere göredir ve herkes için niyet ettiği kadarı vardır” dedim. Yaser Arafat bana, “Suudi Arabistan'ın desteğinden müstağni kalamayız” dedi. Ona tüm desteğin kendileri ile birlikte olduğunu söyledim ve veda etmek istedim. Sonra bir veda kavgası gibi bir şey oldu. Bana eşlik eden gardiyanlar bir kavga çıktığını düşündü. Onlara endişe etmemelerini ve Arapların veda etme tarzının böyle olduğunu söyledim. Bana eşlik eden kimselerden asansörü çağırmalarını istedim ve ona, “Allah’a emanet. Nebil Fehmi burada. Görevi yerine getiriyor ve hepimizi temsil ediyor” dedim. Arabada neredeyse ağlayacaktım. Amerikalılar geri çekilmemeleri için İsraillilere baskı yapıyorlardı. Bush, anlaşmanın uygulanmasında ısrar edeceklerini fakat Filistin tarafının saklambaç oynadığını söyledi. Arabadayken Kralı aradım ve ona olanları anlattım. Bana ailemin yanına gitmemi ve tatilimi tamamlamamı söyledi. Fırsat, anlaşma imzalanmadan sona erdi.”

Clinton dönemindeki barış anlaşmasının içeriği neydi?

Prens Bender’e göre anlaşma, BM, ABD ve İsrail de dahil olmak üzere tüm uluslar tarafından tanınan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını, Filistinlilerin talep ettiği tüm güvenlik düzenlemelerini, herhangi bir mültecinin bağımsız bir Filistin devletine geri dönmesini, mültecilerin geri dönüşünü desteklemek için bir fon oluşturulmasını, 20 yıl boyunca her yıl 50 bin mültecinin İsrail'e dönüşünü içeriyordu. Başkan Clinton, mültecilerin geri dönüş sürecine destek olmak için 20 milyar dolar yardım vaadinde bulunmuş ve Avrupa ülkelerinden, Japonya'dan ve diğer ülkelerden de benzer miktarlarda yardım sağlanması için çaba göstereceğine işaret etmişti. Kudüs ile ilgili olarak, Doğu Kudüs’ün bağımsız Filistin devletinin başkenti olarak kabul edilecek ve Doğu Kudüs’e ait olan mahalleler tespit edilecekti.

Suudi Arabistan tarafından keşfedilen sonraki sürpriz, Yaser Arafat'ın İsrail Başbakanı Ariel Şaron’la oğlu Umeyr üzerinden doğrudan temas kurmuş olmasıydı. Şaron onlara Ehud Barak hükümetinden daha iyi bir teklif sözü verdi.

Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:

“Tarihi fırsat sona erdi. Barak gitti ve Şaron geldi. Şaron döneminde Filistinlilere ve Mescid-i Aksa’ya olan oldu. Bundan dolayı Yaser Arafat'ın Filistinlilere ve Filistin davasına karşı suç işlediğini söylüyorum.”

https://www.independentarabia.com/node/7521

Not: İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

DAHA FAZLA HABER OKU