Yaşayan bir ölünün dönüşü; “Gölgelerin Aşkı”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için yazdı

Bütün dünyayı etkisi altına alan ve kaçınılmaz bir şekilde Türkiye’ye de ulaşan koronavirüs, bildiğiniz üzere sinema sektörünü de vurdu.

Ülke genelinde salgına karşı önlemler alınırken pek çok etkinlik gibi sinema filmlerinin gösterim tarihleri de ertelendi.

İçişleri Bakanlığı’nın önlem planları kapsamında sinema salonlarının gösterim faaliyetleri de geçici bir süreliğine durduruldu.

İkinci bir duyura kadar sinema salonlarına veda ettiğimiz şu dönemde vizyon dışı online olarak seyredebileceğiniz filmlere dair değerlendirmeler yapacağım size.

Ama öncesinde sinema salonları perde indirmeden kısa bir süre önce seyretme imkanı bulduğum bir filme dair değerlendirmelerimi paylaşayım sizinle.

Vizyon görme fırsatı bulmuş bu filmi online platformlardan izleyebilirsiniz.

Yaşayan bir ölünün dönüşü; “Gölgelerin Aşkı”

Yönetmen: Claudia Myers / Oyuncular: Olivia Thirlby, Alan Ritchson, Megan Fox, Jim Gaffigan, Maria Dizzia, Tito Ortiz, Justine Cotsonas, Owen Campbell / 111 dakika
 


Bundan on yıl önce, Malatya Uluslararası Film Festivali henüz çiçeği burnundayken festival programında seyrettiğim bir film vardı, ismi; La Femme Invisible yani Görünmez Kadın.

Aynı zamanda aktris de olan Parisli yönetmen Agathe Teyssier’ın çektiği birçok kısa filminin ardından imzasını attığı Görünmez Kadın onun ilk uzun metrajlı çalışmasıydı.

Film, insanların onu sıkıcı bulduğu için görmezden geldiklerini düşünen Lili’nin (Julie Depardieu) korku, affekt, emosyon gibi duygu bozukluklarının içine girerek anksiyete durumunu irdelemekteydi.

Duvarlarını örerek istediği zaman kendisini görünmez yapabildiğine kanaat getiren Lili’nin birey olarak dünyada var olduğunu hissetmesi ve sosyalleşmesi için göstermiş olduğu çabalar, filme bir kara komedi tadı verirken psikanalisttik perspektiften bakıldığında büyümek ve yaşamak kavramlarını sorgulayarak derin sularda yüzmeyi öğretmekteydi.

Bir yerlerde denk gelirseniz, tavsiye ederim, mutlaka seyredin.

Nasıl bir hikaye ile karşılaşacağımı bilmeden bilet aldığım, Claudia Myers’ın yönetmen koltuğuna oturduğu Gölgelerin Aşkı (Above the Shadows) filmini seyretmeye başladığımda da bir an yıllar önce seyrettiğim Görünmez Kadın isimli bu filmi hatırladım ve benzer bir şey izleyeceğimi sandım.
 


Esasında “görünmezlik” konusunda kısmen benzerlikleri olsa da Claudia Myers’ın bu kavrama yaklaşımı Agathe Teyssier’ın derinlikli bakışına kıyasla daha yüzeysel kalmış.

Bu açıdan çarpıcı bir yapım olmasa da yine de fantezi, romantizm ve spor türünü birbirine harmanlayarak seyretmesi keyifli bir film ortaya çıkarmış.


Renksiz bir hayalet

Günümüz yaşantısında geçen filmde Olivia Thirlby’nin hayat verdiği Holly, mecazi olarak değil kelimenin tam anlamıyla görünmez olan bir genç kadındır.
 


Ama tabii ki onun bu görünmezlik durumu sevgili annesinin vefatından sonra daha da belirginleşmiştir.

Annesi hayattayken bile aile içinde her zaman görmezden gelinen, sesi duyulmayan Holly, annesini kaybettikten sonra zaman içinde daha da gözden kaybolur bir hale gelmiştir.
 


Bu durumu bir zamanlar mutlu olduğu bir çocukluğa yapılan geri dönüşlerle açıklayan Holly, annesi öldüğünde “solmaya başladığını” söylüyor.

Bu onun hayattan mecazi anlamda kopmasını düşündürse de ilerleyen süreçte durum daha da farklılaşıyor.
 


Okullarının açıldığı yeni sezonun ilk gününde herkes bir telaş içindeyken ne babası ne ablası ne de erkek kardeşi onun varlığını fark edemiyor.

Nihayetinde hayatta kalan aile üyelerinin ve dünyanın geri kalanının anılarından hızla kaybolmaya başlıyor. Hatta Holly, çekilen aile fotoğrafında dahi artık kendisini göremiyor.
 


İlerleyen süreçte, sanki hiç var olmamış gibi onu yok sayan bu yaşam döngüsünde görünmez olma konusundaki üzüntüsüyle birlikte hayatını idame ettirmeye çalışan Holly, ünlü bir dedikodu gazetesinin editörüne para karşılığı gönderdiği gizli fotoğraflar ve kimsenin bilmediği haberlerle bir nevi paparazzilik işi yapıyor.
 


Renksiz bir hayalet gibi yaşamına devam eden Holly’i kimse görmüyor, duymuyor, ancak o nesneleri hareket ettirebiliyor, çevrimiçi şeyler sipariş edebiliyor ve telefon mesajlaşmaları yapabiliyor.

Yalnız olmanın özgürlüğü, görünmez olmanın sınırsızlığıyla her yere gidebiliyor, açık olan kapılardan kimse fark etmeden girebiliyor ve fotoğrafını çekmek istediği kişinin yanına kadar yaklaşabiliyor.
 


Patronu kim olduğuna dair hiç fikri olmayan bu haber kaynağıyla hiç görüşmediğini düşünüyor, ama elbette Holly, görünmez olmanın imkanıyla bazen onun ofisinde takılıyor, sohbetlerini dinliyor ve duymaması gereken konuşmalara şahit oluyor. Ve ona göre hayatını şekillendiriyor.

Aslında ben varım

Günün birinde Holly, gözüne kestirdiği ünlü birini gece kulübünde takip ederken mekanın güvenlik görevlisi onu durdurur ve mekandan uzaklaştırır.
 


Fedainin onu görebildiğine oldukça şaşıran Holly, olan biteni anlamaya çalışırken, onun bir zamanlar bir film yıldızıyla evliyken başka bir kadınla birlikte olduğu bir anda gizlice fotoğrafını çekerek kariyerinin sonlanmasına sebep olduğu Shayne Blackwell isimli eski boksör olduğu bilgisine ulaşır.
 


Bir anda aniden pişmanlık duyar. Sebep olduğu bu durumu telafi etmek için elinden geleni yapmaya karar verir, bunun da kendi yalnız hayatını değiştirmek için bir anahtar olabileceğini umar.
 


Shayne’ın onu görme yeteneğinin bir işaret olduğunu düşünen Holly hiç vakit kaybetmeden onunla yüzleşmek için yeniden mekana gider.

Ve daha önce hayatını alt üst ettiği Shayne’a eski güzel günlerine kavuşmasına yardımcı olmak istediğini söyler.
 


Böylelikle eğer onun yeniden kariyerine dönüş yapmasını sağlayabilirse kendisinin de yeniden görünür olabileceği konusunda onu ikna eder.

Bu amaçla Shayne’ın dövüş kariyerini yeniden inşa etmeye karar veren Holly, onu antrenmanlarında fotoğraflayıp en iyi haliyle medyada yeniden görünürlüğünü artırır.
 


Shayne’nin eskiden olduğu gibi güçlü ve şöhretli rakiplerini yenerek kimliğini yeniden kazandığı sahnelerle film sportif bir ivme kazanır.
 


Aşkın gözü kör müdür?

Aşkın sadece fiziksel cazibe olmaktan çok ruhsal ve duygusal yakınlıkla da ilgili olduğuna dikkat çeken fimde Shayne ve Holly, bu süreçte gerçek aşkın ne kadar güçlü olduğunu anlarlar ve hayallerinin ötesindeki bir gerçekliği görürler.
 


Her ne kadar aşık olan için sevdiğinin kusurları ve kötü özellikleri görünmezdir anlamında kullandığımız “aşkın gözü kördür” ifadesi doğruysa da bu filmdeki aşıkların gözleri aksine tamamen açıktır.
 


O kadar açıktır ki, çevrelerindeki diğer herkes için Holly görünmez bir varlıkken aralarındaki çekim nedeniyle o Shayne’ın capcanlı bir şekilde karşısındadır.

Üstelik Shayne onu hem görmekte hem de duymaktadır.
 


En yakınında olan bir sevdiğini kaybetmenin travmasını ele alan ve kendini herkesten soyutlayan bir kadının hayatına dair doğaüstü bir anlatıya sahip olan filmin ana metaforuna zarar veren çok fazla çelişki ve kafa karıştırıcı unsurlar varsa da bunları görmezden geldiğinizde ele alınan bu ilginç hikayede birbirine yardım eden iki yabancının dünyayla yeniden ilişki kurmaya çalışmalarında yine de filme bir parça derinlik katan bir anlam bütünlüğü var.
 


Yönetmenin, genç bir kadının trajik bir kayıptan sonra kendini izole etmesi ve önemsiz hissetmesi konusuna “görünmezlik” fikriyle yaklaşması kesinlikle zekice ve yaratıcı.
 


Çoğu zaman kendimize sorduğumuz en popüler sorulardan biri olan “… olsaydı nasıl olurdu?” sorusuna farklı bir perspektiften yaklaşan Gölgelerin Aşkı, görünmez biri olarak hayatını sürdüren Holly’nin kendisini görebilen biriyle tanıştıktan sonra yeniden görünür olma yolundaki çabaları onu yaşayan bir ölü olmaktan kurtarır.
 


Kendi dışında birine yardım etmek ona güven verir, ama aynı zamanda kibrini de ortaya çıkarır.

Nihayetinde hayatın gölgelerinde yıllarca kaldıktan sonra pişmanlıklarıyla, tek başına geçirdiği zamanlardaki depresyonuyla yüzleşir, ailesiyle kopmuş olan bağlarını gözden geçirir ve sonunda hayatın için yok olmaya mahkûm edilmiş bir genç kadın kendisini bir şekilde yeniden “yaşamak istediği hayatı” yaşayan haliyle bulur.


Haftanın diğer filmleri

Araf 4: Meryem

Gökhan Arı’nın yönettiği Araf 4: Meryem, çiçeği burnunda bir öğretmen olan Meryem ile aynı evde kaldığı arkadaşı Güzide’nin başlarından geçen garip olaylar sonrası yaşananları konu ediniyor.

Meryem mesleğinin henüz başında olan genç bir öğretmendir. Şansına tayini akrabasının olduğu bir köye çıkınca, ekonomik imkanlar nedeniyle de kendisi gibi öğretmen olan yakın arkadaşı Güzide ile birlikte teyzesi Nurten’in evinde kalmaya karar verir.

Evde Nurten’in sakat bir oğlu ve bir kızı da vardır. Ama genç öğretmenlerin niyetleri ekonomilerini toparlar toparlamaz kimseye yük olmadan kendi düzenlerini kısa süre içinde kurabilme yönündedir.

Fakat bu süre içinde Meryem ve Güzide, yaşadıkları bu evde garip olaylara şahit olurlar. Meryem başlarda bu durumların psikolojik olduğunu düşünse de aynı olayları Güzide’nin de yaşamasıyla gerçeği yavaş yavaş görmeye başlar.

Meryem bu durumdan kurtulabilmek için üniversiteden bir arkadaşı ile irtibata geçse de yaşadığı olaylarla ilgili bütün sırların cevapları aslında teyzesi Nurten’de saklıdır.

Meryem ve Güzide geçmişin günahlarının bir kurbanı olacak mıdır yoksa bu olanlara bir son verebilecekler midir, belli değildir.

Bloodshot: Durdurulmaz Güç

Vin Diesel’in başrolünde yer aldığı Bloodshot, bir çatışma sırasında öldürülen fakat nanoteknolojik yenilikler üzerinde çalışan bilim insanlarından oluşan gizli bir teşkilat tarafından hayata birtakım özel güçlerle birlikte döndürülen Ray Garrison’ın, kendisini hayata döndürenlere bile güvenemeyeceği olaylar silsilesi içerisinde öldürülmüş olan karısının intikamını almaya çalışmasını konu ediniyor.

Çok satan çizgi romandan uyarlanan filmde Bloodshot isimli bir süper kahraman olarak boy gösteren ve kısa süre önce görev sırasında öldürülen Ray Garrison isimli bir askere hayat veren Vin Diesel, damarlarında dolaşan teknoloji sayesinde kendisini yeniden hayat döndüren şirketin o güne dek yarattığı en güçlü savaşçıdır.

Nanoteknolojik bedeniyle durdurulması imkânsız bir güç olan Bloodshot hayli kudretlidir ve kendini anında iyileştirebilir. Ancak bedenini kontrol eden şirket, zihnini ve hatıralarını da kontrol edebilmektedir.

Sadece kötü adamları haklamaya çalışmanın ötesinde, kendi zihnine güvenip güvenemeyeceğini de çözmeye çalışan bir süper kahraman olan Ray, geçmişi hatırlamaya başladıkça neyin gerçek neyin sahte olduğundan emin olmasa da kendi bedeni ve hayatının kontrolünü geri kazanmaya kararlıdır.

İlk Aşk

Üretken sinemacı Takashi Miike’nin çektiği Hatsukoi (First Love), bir boksör ile aşık olduğu telekızın, bir gece boyunca Tokyo’nun yeraltı dünyasında yaşadıklarını konu ediniyor.

Seyirciyi şaşırtacak ve sarsacak sürprizleri filmlerinden esirgemeyen Miike, manga, samuray, korku ve canavar filmlerinden bir kez daha aksiyon-macera-yakuza diyarına geçiş yapıyor.

Tek bir gece boyunca Tokyo’da geçen filmde, beyin tümörü teşhisi konulan umut vadeden bahtsız boksör, yolunun kesiştiği telekıza âşık olunca kendini bir anda kötü adamların peşine düştüğü bir hedef olarak buluyor.

Kadın

Yann Arthus-Bertrand ve Anastasia Mikova’nın yönettiği belgesel Woman, elli farklı ülkeden kadın karakterlerin portrelerini gözler önüne seriyor.

Çalışma, 50 farklı ülkeden 2000 kadına kulak veren dünya çapında bir proje. Bu kadar geniş çaplı olmasının yanı sıra insanlığın yarı nüfusunu oluşturan kadınların samimi portrelerini gözler önüne seriyor.

Bu belgesel, kadınların tüm dünyada maruz kaldığı adaletsizliklere ışık tutmak için bir fırsat; ancak Kadın’ın daha çok altını çizmek istediği şey kadınların içsel gücü ve karşılaştıkları tüm zorluklara rağmen dünyayı değiştirebilme kapasiteleri.

Kadınların seslerinin daha fazla yankı bulduğu bu yeni dönemde, belgeselin amacı sadece hak aramak ya da problemlere odaklanmak değil, aynı zamanda çözümler bulmak ve cinsiyetleri uzlaşmaya davet etmek.

Mürit

Ich Seh, Ich Seh (Goodnight Mommy) ile yakın dönem korku sinemasının ilgi çeken yapımlarından birine imza atan sinemacılar Severin Fiala ve Veronika Franz’ın yönettiği The Lodge, eski eşinden boşanmak, yeni eşiyle evlenmek üzere olan Richard ve onun iki çocuğuyla birlikte sükûnet vadeden tenha bir kasabada kış tatiline çıkan Grace’in, yakında üvey anneleri olacağı Mia ve Aidan ile samimi bir ilişki kurmaya çalıştığı sırada kaldıkları evde gerçekleşen ürkütücü olayları konu ediniyor.

İkinci evliliğini yapmak üzere olan Richard, çocukları ve gelecekte eşi olacak Grace ile birlikte kısa bir tatile çıkma kararı alır. Bu Grace’in çocuklarla kaynaşması için de bir fırsattır.

Grace, çocukların ondan hoşlanması için elinden gelen her şeyi yapar. Ancak çocukların tek isteği Grace’i göndermek ve babalarından ayrılmasını sağlamaktır.

Diğer taraftan Grace’in de problemli bir çocukluk geçmişi vardır. Çocuklar bu sırada onun bir katliamdan sağ çıkan tek kişi olduğunu öğrenir.

Üstelik gerçekleşen bu katliam bir tarikatın sorumluluğundadır. İntihar tarikatından kaçarak kurtulan tek kişi olmanın travmasıyla boğuşan Grace aynı zamanda çocuklarla anlaşmayı başarabilmek için tüm yolları deneyecektir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU