Gelişmelere Tel Aviv-Pentagon-Moskova üçgeninden bakmak

İsmail Hakkı Pekin Independent Türkçe için yazdı

Ortadoğu’daki gelişmelere biraz daha geniş bir perspektiften bakarak birtakım tespitlerde bulunmak istiyorum bu makalede. Belki bu tespitler oynanan oyunun daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir. 

Öncelikle Tel Aviv içinde bulunduğumuz bulanık ortamda Moskova-Ankara ilişkilerini, Kremlin’in elini kısa vadede kuvvetlendirerek yönlendirme potansiyeline sahiptir. Suriye’nin geleceği bağlamında projeksiyonları örtüşmektedir.

Küresel tasarımın Pentagon merkezli BOP boyutuna baktığımızda Ankara ve Moskova’nın birbirlerine karşı bir denge unsuru olarak kullanılmak istendiği görülmektedir.

Pentagon-Tel Aviv-Moskova hattının Ankara ve Tahran’a verdiği mesaj, “Suriye’den çıkın”dır.

Ankara ve Tahran’ın, Suriye ve Irak coğrafyasındaki mücadelelerinin temel hedefi kuşatmayı yarmak, Akdeniz’de var olmak ve Akdeniz’deki çıkarlarını korumaktır.

Pentagon-Tel Aviv-Moskova’nın hattı ise Ankara ve Tahran’ın tecrit edilmesi ve gücünün sınırlandırılmasını istemektedir.

Bu arada şunu da ilave etmeliyim. Küresel tasarımın BOP boyutu Pentagon-Tel Aviv orijinlidir. Moskova’ya bunun uygulanmasında rol verilmiştir ve Moskova da bundan hoşnuttur.

Soğuk Savaş sonrasında kendi müttefiklerinin çok sayıda operasyonuna ve saldırısına maruz kalan Türkiye’ye boyun eğdirilemeyince tecrit edilmeye ve gücü yıpratılmaya çalışılmış ve hala çalışılmaktadır.

Gelinen bu noktada sorun bekamızla ilgilidir. 

Bizi tecrit etmeye, gücümüzü yıpratmaya ve teslimiyete zorlayanların merhametine sığınarak bekamızı ve refahımızı koruyamayacağımıza göre;

Sadece sınırlarımızın içinde kalarak PKK devletinin engellenmesi mümkün olmadığına göre;

Sadece sınırlarımız içinde kalarak milyonlarca sığınmacının kendi evlerine dönmesini sağlamak ve milyonlarca yeni sığınmacının ülkemize gelmesini engellemek mümkün olmadığına göre;

Sadece sınırlarımız içinde kalarak radikal unsurların ülkemiz için yarattığı tehdidi önleyemeyeceğimize göre;

Ve sadece sınırlarımız içinde kalarak Mavi Vatan’ı, buradaki hak ve menfaatlerimizi koruyamayacağımıza göre, ortak akılla bir çözüm üretmekten başka çaremiz var mıdır?

Geçen haftalarda Tel Aviv merkezli bir makalede; "Suriye’deki İran varlığına yönelik IDF’nin stratejisi ne olmalıdır" bağlamında iki hareket tarzı üzerinde durulmuştur. Bunları kabaca şöyle ifade edebiliriz;

  • Kasım Süleymani suikastı sonrası gelişen durum, Suriye’deki İran varlığını söküp atmak için bir fırsattır ve operasyonlar artırılarak devam etmelidir.   
  • Suriye topraklarında İran’ın sadece yüksek isabet yetenekli füze sistemleri hedef alınarak, imha edilmeli, diğer unsurlar hedef alınmamalıdır. Böylece İran ile gerilim gereksiz yere artırılmamış olacaktır.

Mevcut duruma baktığımızda İsrail’in daha çok ikinci seçeneği uyguladığını görmekteyiz.

Özellikle İdlib bölgesindeki gelişmeler dikkate alındığında, İsrail, İran’ın Suriye’deki askeri varlığını hedef almaktan kaçınmaktadır.

Hedef alırsa Türkiye lehine bir durum yaratacağından böyle bir teşebbüste bulunmamaktadır.

Tel Aviv merkezli haber, yorum, makale, stratejik değerlendirme raporları, önemli şahsiyetlerin verdikleri mesajları vb. takip edenler aşağıda belirtilen tespitleri kolayca anlayabilirler.

  • Bölge ülkelerin içinde İsrail çıkarları için en önemli ülke Türkiye’dir. Türkiye’de olan ve olacak olan her şey İsrail halkını ve devletini yakından ilgilendirir. Türkiye’nin İslam coğrafyasıyla ve dünyanın önemli güç merkezleriyle mevcut ve potansiyel ilişkileri ve işbirliği İsrail’i yakından ilgilendirir. İsrail’in radarının odak noktasında Türkiye olmuştur ve olmaya devam edecektir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve halkının İsrail’e yönelik olumsuz yaklaşımı, aleyhinde izleyeceği politika, hele düşmanca bir politika, İsrail Devleti ve halkı tarafından çok ciddi bir tehdit olarak algılanmaktadır.

Türkiye, İsrail’e karşı dostane ve dengeli bir politika izlese dahi, Türkiye’nin potansiyel gücünden dolayı sürekli ihtiyatlı olmayı ve önleyici tedbirler geliştirmeyi tercih etmektedirler.

Tarihe bakıldığında Türk-Yahudi ilişkileri özellikle Osmanlı'nın güçlü dönemlerinde Türklerin himayesi şeklinde olmuştur.

Gerileme ve çöküş döneminde ise Yahudiler, Osmanlı’yı yıkmak isteyen dönemin güçlü devletleri ile birlikte hareket etmişlerdir.

Çünkü İsrail devletini kurmak ve Avrupa’daki gelişmelerde daha çok söz sahibi olmak için Osmanlı'nın yıkılmasıyla tarihi bir fırsat yakaladıklarını düşünmüşlerdir.

İsrail Devleti kurulduktan sonraki dönemde ise Türkiye-İsrail ilişkileri inişli-çıkışlı bir seyir izlemiştir. Bu durum iki taraf arasında güvensizliğe yol açmıştır. Bu durum çoğunlukla uyguladıkları politikalardan kaynaklanmıştır. 

Tel Aviv açısından Türkiye ve Türk halkı daima bölgeyi etkileyemeyecek ve İsrail’e düşman unsurlarla iş birliği yapamayacak bir durumda ve konumda tutulması gereken bir ülkedir.

Bunu sağlayacak araçlar siyasi, ekonomik, askeri alanlar olmak üzere her alanda üretilmiştir. Bu araçlar hep kullanılmış ve kullanılacaktır.

İsrail Türkiye’yi sınırlandıracak aparatları kullanırken örtülü ve sinsi yöntemleri tercih etmiştir.

İsrail, Türkiye’nin tecridi ve başarısız devlet haline getirilme maksatlı politikasını, özellikle ABD’deki güçlü Yahudi lobisi vasıtasıyla gerçekleştirmeye çalışmış ve çalışmaktadır. 

ABD’nin son yıllarda kendi içindeki güç mücadelesi dolayısıyla bölgemizde kararsızlık gösterdiği dönemde İsrail ve Yahudi lobisi Rusya’nın Suriye’ye inmesini teşvik ederek Türkiye’nin sınırlandırılması ve kuşatılmasında Ruslardan faydalanmayı tercih etmişlerdir.

Sonuç olarak Türkiye ve Türk İslam Medeniyeti, İsrail yönetimlerinin ve Siyonizm taraftarlarının daima hedefinde olmuştur ve olmaya devam edecektir.

Tarihimiz ve potansiyelimiz Tel Aviv’in uykusunu kaçırmaktadır. Bunun için terör örgütleri dahil herkesle açık ve örtülü iş birliği yapmaktadırlar. 

İsrail ve Yahudiler Türkiye’nin gücünün, potansiyelinin İsrail için öneminin hep farkında olmuşlardır. Kendi menfaatleri açısından sistemli ve süreklilik arz eden bir politika izlemektedirler.

Türkiye’nin İsrail politikasının çıkarları açısından ihtiyatlı, sistemli ve süreklilik arz eden bir politika olduğunu söylemek mümkün değildir.

Bilerek veya bilmeyerek yapılan hatalar sonucu ve stratejik yalanlarla örtülmüş bir politika izlenmiş olduğu ve çıkarlarımızı koruyacak önleyici tedbirlerin geliştirilemediğine tanık olduk, oluyoruz.

Bilgiye ve tarihe dayalı stratejik öngörü sahibi olabilmek ve stratejik akılla geleceği şekillendirecek kadroların iş başında olmasını sağlamak kilit öneme sahiptir.

Ülkemizi ve milletimizi korumak ve savunmak için çevremizi, bölgemizi ve dünyayı tanımak zorundayız. Öngörüp tedbir almalıyız. Bölgemizdeki barış ve istikrarı ancak bu şekilde koruyabiliriz.

Yazıyı bitirirken son iki cümleyle veda edeyim;

Devlet kurumlardan oluşur ve bir kurumlar hiyerarşisidir.

Türklerin en önemli özelliği savaşçı olmaları değil sahip oldukları organizasyon yeteneğidir.

Asıl korkutan bu yetenektir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU