İsmet Özel’in tarihsel durakları

Hüseyin Siyabend Aytemur Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Hüseyin Siyabend Aytemur

Son dönemde İsmet Özel’in Kürtler ve Kürtçe'ye dair uzun zaman önce ifade etiği düşünceleri, yeniden gündeme geldi.

Ben de İsmet Özel’in bu açıklamalarının arka planına dair bir göz atmak gerektiğini düşünüyorum.  

İsmet Özel, Türkiye siyasi kültürünün ne olduğuna dair önemli açıklayıcı bir figürdür.

Açıklayayım: 

Türklerin önde gelen şairlerinden İsmet Özel, otobiyografisinde, kendisini Marksçılıktan uzaklaştırıp, İslami değerlerle bütünleştiren süreçler üzerine düşünmekte ve çocukluk döneminde bu dönüşü açıklayabilecek hiçbir dini eğitim veya sistemli dine yönelme teşviki görmediğini söylemektedir.  

Değişimi izah eden umulmadık faktördür: Küçük bir memur çocuğu olarak elde ettiği ayrıcalıklar.

Bunu şöyle dile getirmektedir:

Annem bir ortakçının kızıydı. Babamın ailesi de arabacılık yaparmış. Benim teneffüs ettiğim hava da çocuklu bir memur ailesinin iki yakasını bir araya getirme sıkıntılarıyla dolu sayılırdı. Yani imtiyaz sahibi ve duygusuna sahip olacak bir hayat içinde bulunmadım. Ama benim özel hayatımın dışında ve benim varlığıma da bir anlam katan bir devlet vardı.

Türkiye Cumhuriyeti bürokrasiye tanıdığı zabitçe bir yetkiyle bütün toplumu kuşatmıştı. Cumhuriyet rejiminin temsilcisi olmak kişinin toplum içinde geçerli bir unsur olduğu duygusunu güçlendiriyordu. Buna bir de yerli halkın memurlara karşı mesafeli tutumunu eklerseniz ortaya sahte bir soyluluk manzarası çıkarıyordu. Ben çocukluğum boyunca bu sahteliğin acısını tattım. Okullar, resmi daireler, kütüphaneler, sinemalar, gazete sütunları, kim bilir kaç gömlek aşağıdan firenk taklidi tavırlarla benim gibiler için meşru mekânlardı…

Yıllar ilerledikçe… İtaatsizliğim karşıma tek tek çıkan insanlara değil, toplum kurumlarına yöneldi. Tevarüs edilmemiş asaletim de yön değiştirdi. Artık kendimi ister istemez içinde bulduğum topluma ilişkin bir ayrımın birimi değil, bile isteğe seçtiğim “iyilerin” savunmasını gözü pek ve tavizsiz bir tarzda yapmaya aday bir olarak görüyordu.

(Waldo, Sen Neden Burada Değilsin)


Şerif Mardin sormuş;

İsmet Özel için bu kadar ehemmiyetli görünen bu 'iyilerin davası' nedir?  


Osmanlı devleti ve toplumunda ilişkilerin önemli bir yönünü bu ifadede ihata edilmektedir.

Osmanlı toplumunda avamın “iyiler taifesinden” olduğuna dair kolay silinmeyen modern duygu, Osmanlı’nın modernleşmesi hakkında olduğu kadar modern Türkiye’de İslami ideolojinin yükselişi hakkında da çok şey dile getirmektedir.

Şerif Mardin, İsmet Özel’in içinde bulunduğu duygu durumunu, Osmanlı toplum yapısında, asker-millet ricalinden oluşan seçkin tabaka ve yönetilenlerden oluşan bir gruplar arasındaki bağlantılar üzerinde ve geç 18'nci yüzyıldan bugüne süregelen modernleşme süreci sırasında Osmanlı toplumunun üst ve alt katmanları arasındaki ilişkilere müdahalede bulunan değişimlere anlama teşebbüsleri üzerinde odaklanmaktadır. 

Bu hal ortak bir dile dönüştürülmesi gerekli kılmaktadır. Türkiye modernleşmesinde alt ve üst sınıflar arasında paylaşılan bir söylemler evreninde iki söylem evreni çıkarmak oldu. 

Türkiye toplumunun, tarihsel olarak Osmanlı toplumunun bu ikili tasnifi üzerinden tekrar ortaya çıktığını söylemek mümkün. 

Tanzimat’tan başlayarak Osmanlı-Türk kimliğinin gelişimine baktığımızda birkaç tipe veya gruba ayırabiliriz.

Bunlardan birincisi, kendisini aydın olarak mütalaa eden köklerini geçmişle ilişkilendiren adeta Ortodoks din anlayışına sahip olan Türk milliyetçileridir.

Bunların büyük çoğunluğu devleti yüceltmekle, belirli bir tarihsel ve toplumsal zeminde devleti tesis eden entelektüel Ortodoks kesimdir ki, he ne pahasına olursa olsun devlet ve Türklük eş anlamlıdır. 

Bir diğer grup uzun süre dışlanan entelektüel tartışmaya dahil olmak isteyen, devlet ve millet kategorisinde yer almak isteyen muhafazakar milliyetçi kesimdir.

Bu grup entelektüel, cemaat zemini aşan bir anlayış oluşturmak için kategori oluşturmaktadır. 


Kimyasal bir terkip olarak kullanılan İslamcılık-Osmanlıcılık-Türkçülük, politikasında Osmanlıcılık, gri bir renk ile Türkçülüğü kısmen bulanık göstererek “sıvı” hali temsil etmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna kadar Kürtlere karşı yapılan Milli Mücadele, İslami kimlik ağırlıklı bir rol oynadı.  

Abdülhamid’in milli politikası olarak güttüğü Panislamizm, Milli Mücadele yönetimince devralınarak kullanıldı.

Gerek Misak-ı Milli’de gerek Lozan Antlaşması'nda “Osmanlı, İslam, çoğunluk” gibi argümanlar kullanıldı.

Cumhuriyet ilanında Türkiye Devleti’nin dini “Din-i İslam’dır” dendi.

İslamcı milli şair Mehmet Akif’in Ankara yönetiminin teşvik ve himayesinde söylediği nutuklar (özellikle Kastamonu Nasrullah Camii nutku… Tanıl Bora) ve ordu için sipariş üzerine yazdığı İstiklal Marşı'ndan çok daha kuvvetli dinsel içerikli olan şiir, Milli Mücadele’nin meşrulaştırılmasında, İslami bir milliyetçiliğin gördüğü hizmeti göstermek bakımından yeterince etkileyici örnektir.

Milletleşme ve modernleşme sürecinde reformasyon ihmal edilemez bir basamak olarak tespit edenler, sembolik revizyonlar peşine düştüler.

Mahmut Esad Bozkurt, Luther’in İncil’i milleştirmesiyle Mustafa Kemal’in Kur’an’ı Türkçeleştirilmesi arasında paralellik kurmuştu.

28 Şubat (1997) toplantısının da dine karşı yapıldığı tezi burada çok komik durduğunu belirtmek isterim.

Ben 28 Şubat’ı İslamcılık-milliyetçilik-muhafazakarlık bağlamında devletin yeninden teşekkülü olarak görmek gerektiği düşünüyorum.

Zira akabinde Yaşar Nuri Öztürk’e verilen destekler ve sonraki süreçlerde Gülen’e “Türkçe olimpiyatları” için verilen destekler hepsi bu uzun soluklu politikaların parçasıydı. 

Kur’an'ın Türkçeleştirilmesi tartışması bu bağlamda gelişirken “Kur’an Arapça değildir” ile başlayan tartışma, 1880 yıllarına kadar dayanıyordu.

Milliyetçiliğin fevri bir hali ezanın Türkçeleştirilmesi yine bu zeminden hareketle yapıldı.

İslam toprağın korunması bağlamında milli bilincin uyanması seferberliği yol açtı. Buda yeni bir milliyetçilik seferberliğini genişletti. 

Türk laikliğinin kendisini asla Sünni olmayan bir başka mezhebe veya itikadı çizgiye emanet etmeyeceği çok açıktır.

Zira Hanefilik-Sünnilik, hem İran’a karşı hem de Kürtlere/Şafiilere karşı yüzyıllarca devletin ve Türkçülüğü üretmiş olması göz ardı edilmeyeceği gerçeği söz konusudur.  

Zira Arap ve Fars kültürünün, İslam örtüsü altında, Türk kültürünü ve iktidarını tahrip ettiği, geri bıraktığı tartışması en önemli olgusudur.

Hatta “Allah” yerine “Tanrı” denmesinin altında yatan tartışmada bu noktaya dayanmaktadır. 

Dinsiz Türkçülük yerine, Müslüman Türkçülük inşa edilmesi “Türk Ocakları”nın milli bir müessese olarak “milleti kurtaracak” yegane hidayet yolu bu olduğunu “milliyeti vücuda getiren unsurların hepsine din karışmış” bulunduğunu, “hakiki dindar olmak için Türkçü olmak gerektiği” mayalanmıştı. Saîdê Kurdî’nin tabiriyle; aşılanmıştı

Tapper’ların Türkiye’nin toplumsal yapısında “milli” ve “dini” değerlerin nasıl kaynaştığını gösteren antropolijik araştırmasında; milliyetçi muhafazakar yapının esas milli kimliğin ve ulus devletin kuruluş pratiğinde temellenmiş bir niteliğe ilişkim sağlam göstergeler sunuyor.

Türkiye’nin biyo, pisiko, sosyo, tarihine baktığımızda, işin özü, dinden, milli devlete kutsiyet ve meşrutiyet transferidir.

1950’lerden 70’lere kadar olan süreçte Aydınlar Ocağı milliyetçi muhafazakar Türk ve İslam terkibinden, “Türk-İslam-Batı sentezi”, resmi ideolojinin bir başka veçhesini oluşturuyor.

Özal döneminde ise devlet-millet barışması yine bu politikanın bir parçası olarak ele almak gerekmektedir.

Türklük şuuru ve gururu, İslam ahlak ve fazileti gibi İsmet Özel terkipleri yürürlüğe girdiği ilk dönemler 1970’lerde tamamlanır.

1980’lerde bir adım daha atarak Ülkücülerde bir dindarlaşma, İslam hareketine dönüştüğü izlenimi verir.

İslamcı Türkçü akım birinci planda Kürtlere, ikinci planda Saîdê Kurdî ve Nur camiasına karşı konumlanır (Zeki Velidi Togan’ın çalışmalarına bakınız).

Nur camiası Saîdê Kurdî’nin vefatından sonra çizgisini kaybetmiş bir taraf olarak dini anlayışı, Türkçülük ve devletin ikamesi noktasına çevrilmesi çarpıcı bir örnektir (bu konuya sonra gireceğiz).

1960-1970 Türkiye’de “sol” veya “muhafazakar sol” siyaset jargonunda “İslamcılık” ve “milliyetçilik” kavramları yapışık kullanılması, Kürtlere karşı kullanılan özel bir politikadır.

“Gerici-faşist” yani “İslam ve milliyetçilik” söylemi, dine değil, Kürt-dindar milliyetçi Kürtlere karşı geliştirilen bir politika olarak yerini aldı.

Bu dönemde Kürt çevresinde bunun bir parçası olarak “gerici-faşist” kavramıyla kendi milletine karşı konumlandırıldı.

Kürt solu bilerek veya bilmeyerek “gerici-faşist” kavramının altında dindar Kürt milliyetçiliğine karşı getirildi.

İsmet Özel gibi örnek şahsiyetlerin bir tanesi de Irak’taki örneği Münir Şefik’tir. Kominizden, İslam/Hamas’a kayması örneklerine rastlıyoruz. 

İsmet Özel, katı-sıvı ve gaz hali olarak tanımlayacağımız üç dönemin, 1970’ten 1985’e kadar, 1985’ten 2000’lere kadar, 2000’lerden bugüne kadar geçirdiği üç halin de, Kürt profilini resmi devlet tezi olan Doktor Friç’e dayanıyor.  

Doktor Friç’in metindeki etnisite mühendisliği olan “Kürdler” kitabı, Kürtleri Türkleştirme; sadece bir kültür değiştirme olmadığını belirtmem gerekmektedir.

“İslam, Türkçülük ve Nüfus” politikası iktidar için muhatabını etkileme yolunda en önemli olgudur.

Nüfus çokluğu aynı zamanda imtiyaz demektir. Bu da hem Ortadoğu’da hem de Batı'ya karşı elini güçlendirmenin önemli bir argümanıdır.

Doktor Frinç gibi istihbari bir aurada bulunan bir kişinin, İsmet Özel tarafından onu özel kılan ne olabilir? Türklük ve Nüfus ile olan ilişkisidir.

Bir başka soru da şu olsun: Doktor Frinç’in kaynakları nereye dayanmaktadır? 

Bu konuda Hurşit Paşa’nın “Seyahatname-i Hudud” kitabına rastlamamız tesadüf olabilir mi?

Resmi ideolojinin istihbari çalışmalarında Kürtlere karşı “sınır kolonisi” uygulamalarının neden İsmet Özel ile buluştuğunu nasıl izah etmeliyiz?

İsmet Özel ilk girişteki kısa alıntı yaptığımız biyografisinde “anlam katan bir tek devlet vardı” sözleri geniş planda adeta Türkiye’yi Yunan işgalinden kurtaran bir kişi rolünde olduğu gibi, yer yer Türkiye’yi Kürtlerin işgalinden! kurtarma rolü üstlenmesi ile kendince Mustafa Kemal ile geleneksel bağını oluşturmaktadır.

İsmet Özel kendince bir şair üslubuyla alt sınıf olan kitle ile değil, devlet ve daha ötesi Türklük ile ilişki kurmayı tercih ettiği, kendince “iyilerden” yana olmak olarak tanımladı.

İsmet Özel’in iyiler meselesindeki gündeme getirmedeki kabiliyeti, Ş.Mardin’e göre:

Jakoben sekülerizmin tek parti yönetiminin son erdiği 1950’den bugüne gelişen şartların neticesidir.


Yani İsmet Özel’in bu üç halini, “Komünist, İslamcı, Türkçü” iyilerin safı olarak tanımlıyordu.

İyiler kimdi?

İsmet Özel’e göre; milli politikalardır.  

Cumhuriyetin laik okullarından mezun olmaları ve bir çocuğun çok partili siyaset tarafından parlamentoya sevk edilmesinin sonucuydu.

Bu mevkileri, içindeki Müslüman söylemin onları köylülerle veya kasaba sakinleriyle (yani seçmenleriyle) iletişim kurmalarına imkan verdiği bir kültür hurcuyla zapt ettiler.

Bununla beraber Batı aydınlanmasından yararlanmaları hususunda giderek incelikli bir hale geldi.

İsmet Özel bahsi, Türkiye Cumhuriyeti'nin laik, jakoben kurucularının yerleştirdikleri eğitim programının etkisi bir adım öteye gitti.

İsmet Özel’in otobiyografisinin başlığı "Waldo, Sen Neden Burada Değilsin?"dir.

Bu, İslam tarihine değil, ABD’nin düşünce tarihine atıfta bulunmaktadır. Dostu Ralph Waldo Emerson’un kendisi hapishanede ziyaret için geldiği sırada, Thoreau’nun hiddetle söylediği bir sözdür. 

İsmet Özel, bu bakımdan iyiler söyleminin özgün halinden farklı bir biçimini temsil etmek istemektedir.

Osmanlı toplumunun yapısal temellerini zaman içindeki ısrarlı devamlılığı aynı zamanda uğradığı tadilatlar bu üç hali nihayetinde gelip dayandığı “Türkçülük”te geçerli kıldığı modele uyuyor diyebiliriz. 

İsmet Özel bağımsız olmayan, bürokratik bir şair olarak, devletin yüceltilmesinden öte, Türklüğün yüceltilmesinin yolunu bulmuştur.

Bu nedenle medyada boy gösteren agresif açıklamaları hiç de mantıksız değildir.

İsmet Özel aydın portresi çizme gayreti bu tarihsel mirasa dayanmak isterken, avam olan konumunu, “Devlet ve Türklük” ile havas bir statüye çıkarabileceğini ummaktadır. 

Bir TV programında, devletin bir MİT görevlisinin, Avrupa’da yaptığı 25 yıllık hizmetini küçümserken, MİT görevlisinin “Arnavut” olmasına bağlamakta, onu hakiki bir hizmet edemeyeceğini ifade ederken, Türk olmaması, onun güvenilir ve Müslüman olmadığının delilidir.

25 yıllık bir MİT görevlisinden daha fazla, devletine bağlı olduğunu gösteren bir şair olarak İsmet Özel, neden ve sonuç olarak içinde bulunduğu durumun inkarı, hayli zor olduğundan, bu minvalde Kürtleri yermesi hiç de şaşırtıcı değildir.

İsmet Özel için bu nedenle “sahih millet”, Türklük ve milliyetçilik kaygısı taşımaktadır.

Türkiye’de komünizmden, İslamcılığa, oradan da Türkçülüğe çok rahat ve hiçbir çelişki yaşamadan geçiş yapıldığına göre "İsmet Özel örneği"; İhvan'dan İŞİD'e, İŞİD'ten muhafazakarlığa, siyasi alana geçiş yapılabilmesinin kolaylığı, siyasi kültürdür. 

Siyasi kültür nedir?

Siyasi kültür; kamuoyunda halkın basitçe belirli meseleler ve problemlere verdiği tepkiden ziyade, uzun dönem "değerler" şeklinde biçimlemesi, yani siyasi kültür, belli bir zaman alt yapısı olan belli değerler çerçevesinde geliştirilen toplumsal siyasal bir tutumu gösterir.

O halde bu kadar çabuk nasıl örgütlenebiliyor? Toplumsal bir tutum haline nasıl getirilebiliyor? Sorusunun cevabı oluyor. 

Türk tarih tezinden, Türk İslam sentezine nasıl geçildiğine bakılınca, konu daha bir netleşiyor, ister İhvan olsun, ister IŞİD vs (uç boyutlar) düşünce yapıları olsun, bu kadar rahat örgütlenebilmelerinin alt yapısı yoksa o zaman bunları mobilize eden "neden ve netice" üzerinden asıl siyasi kültüre bakarak "varoluş gayesi" açısından ayrı bir değerlendirme yapılır.

Siyasi kültür; bir halkın inançları sembolleri değerlerinin ifadesinin yönetimde belirli objelerle karşı psikolojik yönelimidir, yani böylesi bir durum basit bir şekilde toplumsal taban buluyorsa, devlet asıl faildir. 

En nihayetinde İsmet Özel; Türklük ve devlet ilişkisinin daha üst bir seviyeye taşınarak, “iyilerin tarafı”, toplumsal gerçekliğe sahip olan dinden aldığı, milli bir devlete, kutsiyet ve meşruiyetin, amentüsü olan “Türklük merkezli” bir transferi dile getirmektedir.

İsmet Bey bir makalesinde konuyu izah etmektedir:

Bu topraklar için ölenler en başından beri bu topraklarda Müslümanların/Türk müstakilen yaşamasını temin gayesi güttüler. Bir vatan sahibi olmamızın başka gerekçesi yok.

(Yeni Şafak 1997)


Türk olmanın dışında başka yol yok.

İsmet Özel bir şair olarak, devletin üç hali olan katı-sıvı ve gaz halini, devletle birlikte yaşaması bana hayli ilginç gelmiştir.

Her ne kadar bazıları tarafından İsmet Özel, bir kopuş hali yaşadığı iddia edilse de, bu doğru değil.

İsmet Özel’in açıklamaları ve popülerliği bir kopuş değildir, nihayetinde kurduğu “dernek”, görmek istediği dünya özlemidir.

Bir şair olarak, Kürtsüz bir dünya arzulamış ve bunu dile getirmiştir.

Bu konuda diğer bir şair olan Sezai Karakoç ile aynı ifadeler (Çıkış Yolı-1, sayfa 100-101) ve aynı noktada buluşması, Türk kimliğinin tecellisidir.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.   

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU