Vizyonda bu hafta: Dört yapraklı yonca; “Küçük Kadınlar”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı

Başarısız örneklerinin çokluğu nedeniyle genel olarak edebiyat çevrelerince bir eserin sinemaya uyarlanması fikrine pek sıcak bakılmaz.

Çünkü bilindiği üzere; esere sadık kalmayan her uyarlama, onun yeniden yorumlanmış kötü bir versiyonu demektir.

Sinemacının bir eseri kendi bakış açısına, ticari kaygısına, ideolojisine göre yorumlaması, uyarlanan eseri bambaşka bir hale dönüştürmesi uyarlamaların en büyük handikabıdır.

Bir eserin yorumu, okuyan kişinin okuma tekniği ve bakış açısına göre değişebileceği için bir roman pek çok farklı şekilde okunabilir.

Bir okuma; zaman, mekan, karakter, yazar odaklı yapılabileceği gibi konuya duygusal, sosyal, siyasi, dini gibi pek çok açıdan bakılarak bambaşka şekillerde algılanabilir.

Bu nedenle herkes okuduğu eseri kendi dünyasında istediği gibi canlandırdığı için mutlak bir doğru da olmadığından sinemadaki bir edebiyat uyarlaması, eseri daha önceden okuyan kişiyi her zaman tatmin etmeyebilir.

Ancak, sinema tarihinde çokça örneğini gördüğümüz; kimisi hayal kırıklığı yaratan kimisi yazarın anlatımına sadakatiyle övgüye boğulan edebiyattan sinemaya uyarlanmış yapımları düşündüğümde vizyondaki “Küçük Kadınlar” filminin kitap yapma sürecini gösteren bu yeni uyarlaması, hikayeye eklediği el yapımı bir üretim süreciyle de esere hoş bir övgü niteliği taşıyor.

Ayrıca hem eserin özüne sadık kalması hem de diyalogları değiştirmeksizin daha az belirgin olan mesajların bazılarını açığa çıkaran yönetmenin kendisine has dokunuşlarıyla esere yeni bir boyut kazandırması filmi emsalleri arasında farklı bir noktaya taşıyor ve seyredilmeyi kesinlikle hak ediyor.

Dört yapraklı yonca; “Küçük Kadınlar”

Yönetmen: Greta Gerwig / Oyuncular: Saoirse Ronan, Emma Watson, Florence Pugh, Eliza Scanlen, Laura Dern, Timothée Chalamet, Tracy Letts, Bob Odenkirk, James Norton, Louis Garrel, Chris Cooper, Meryl Streep / 135 dakika
 


Amerikalı yazar Louisa May Alcott’un 1868 ve 1869 yılları arasında iki bölüm halinde yayınlanan romanından esinlenerek çekilen bu film, Amerikan İç Savaşı’na katılan babalarının yokluğunda kendi potansiyellerini sonuna kadar yaşamaya çalışan dört genç kızın anneleriyle birlikte verdikleri yaşam mücadelesini anlatıyor.
 


Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nun kararı ile ilköğretim okulu öğrencilerine tavsiye edilen bu kitap sayesinde, sevgi dolu, cesur, sabırlı ve düşünceli bir anne olan Marmee ile birbirlerinden oldukça farklı karakterlere sahip dört kız kardeş olan Meg, Jo, Beth ve Amy ile vakti zamanında tanışmamış kişi kalmış mıdır, emin değilim.
 


Böylesi bilinirliği yüksek, yıllar içinde pek çok kez başarılı versiyonu çekilmiş olan bir klasiği yeniden uyarlamak büyük bir cesaret ve özgüven ister.

Ayrıca içimizden bazıları da elbette, “Küçük Kadınlar”ın başka bir versiyonuna ihtiyaç olup olmadığını sorgulayabilirler.
 


Bu tür karşılaştırmalar elbette anlaşılabilir; fakat yine de bu karşılaştırmalar bir dereceye kadar eğlenceli olsa da bana göre gereksizdir.

Nihayetinde her versiyon çekildiği zamanın sosyokültürel faktörleri altında bambaşka bir değer kazanır.
 


Belki de bu sorgulamanın cevabı, her kuşağın yeni bir uyarlamayı hak ettiğini düşünmektir ve bu bakışla, hâlâ erkeklerin hâkim olduğu bir dünyada bir kadın yönetmen olarak kendi neslinin sesi olan Gerwig kesinlikle bu zamansız esere yeniden hayat verdiği çalışmasıyla gururlanabilir.
 


Bu yüzden, yıllar içinde bir aile draması/romantizminden cinsiyet eşitsizliği hakkında feminist bir klasiğe dönüşen bu eserin hayranları bu yeni uyarlamayla ilgili hiç endişe duymasın.
 


Tüm dünyada büyük beğeni toplayarak klasikleşen ve günümüzde dahi basılmaya devam eden, pek çok kez televizyona ve sinemaya uyarlanan, ayrıca müzikal ve opera olarak da sahnelenen eserin bu versiyonunu öne çıkaran şeyin Greta Gerwig’in metnin kronolojisine meydan okuyarak filme bir özgünlük kazandıran kurgusal yapısının gücü olduğunu söyleyebilirim.

Gerwig, bu eseri sinemaya özüne ihanet etmeden, aslına oldukça sadık bir şekilde uyarlamış.
 


Ancak hikayenin akışını tekdüzelikten kurtarıp olay örgüsünü anılardan ilham alarak şekillendirmesi anlatıya farklı bir dinamiklik sağlamış.

Klasik esere ve karakterlere zaten aşina olan biri için bu yaklaşım oldukça cazip görünebilir. Çünkü bu anlatı yaklaşımı hikayeye, önceki uyarlamalarının daha önce başaramadığı bir karmaşıklık ve boyut kazandırmış.
 


Bu açıdan, genellikle dönem sinemalarında karşılaştığımız sertliği yönetmenin kendine has modern dokunuşlarıyla kıran filmin bu versiyonu, edebi bir klasiğin Hollywood uyarlamasına oldukça iyi bir örnek olmuş. 

Akademi’nin de ortak kararıyla bu sene En İyi Kostüm Tasarımı dalında Oscar kazanan filmin hem dönemi yansıtan hem de karakterlerin kimliklerini ortaya çıkaran kostümleri de filme renkli bir çekicilik kazandırmış.
 


Mürekkep lekeli parmaklar

Dün ve bugünün feminist gündemini kapsayan ve hala güncelliğini koruyan bir hikâyeye sahip olan Küçük Kadınlar’ın bu yeni versiyonu, yetişkin bir genç kız olan Josephine “Jo” March’ın yazdığı öyküleri yayınlatmak için gittiği bir editör ile yaptığı görüşme ile başlıyor.
 


Hikayenin merkezinde olan Jo March, dört kardeş içinde evlenmek istemediğini söyleyen, hemcinsleri gibi cilve yapmak yerine bir erkek gibi oynayan, koşan, hedefleri olan, yeri geldiğinde hikayelerini, yeri geldiğinde saçlarını satarak aile ekonomisine katkıda bulunan ve her zaman mürekkep lekeli parmakları olan biridir.
 


Ancak erkek egemenliğinin hâkim olduğu bir dönemde yazar olmayı bırakın kadın olmanın bile zorlukları ortadayken Jo’nun yazdıklarını yayınlatabilmesi elbette çok kolay değildir.

Üstelik yazılanlar bir kadın öyküsüyse bunu okutabilmek çok daha meşakkatlidir.
 


Jo’nun görüşme yaptığı editör ona bu yolda bir tavsiye veriyor ve yazara, kadın bir kahramanın sadece iki sonunun olabileceğini hatırlatıyor: Evlilik ve ölüm.
 


Böylece bu açılışla bir yandan romanın yazarı ile kahramanı arasında otobiyografik bir bağlantı kuran Gerwig, öte yandan, yazarın makalelerinin bir editör tarafından kabul edilebilmesi ve okur kazanabilmesi için vermek zorunda kaldığı tavizleri de bir şekilde açıklığa kavuşturuyor.
 


Josephine “Jo” March rolünü ilk kez 1917 yılında Ruby Miller’in üstlendiğini, sonrasında 1918 yılında Dorothy Bernard, 1933 yılında Katharine Hepburn ve devam eden yıllarda ilk renkli çekimi yapılan 1949 yılında June Allyson, 1994 yılında Winona Ryder ve 2018’de çekilen çağdaş bir uyarlamasında Sarah Davenport’in bu karaktere hayat verdiğini biliyor muydunuz?

Haftanın diğer filmleri

Ağır Romantik

Filmin yapım ekibinin belki de bir ilki deneyerek akşamın en işlek saatlerinde Nişantaşı’nda caddeyi trafiğe kapatarak aksiyon ve silahlı çatışma sahnelerinin çekimlerini gerçekleştirdiği Ağır Romantik, birlikte olacağı insanın centilmen ve romantik olmasını bekleyen Aslı ile Aslı’ya karşı ince ruhlu olan fakat büyük bir kapkaç çetesinin liderinin oğlu olduğunu Aslı’dan saklayan Kerem’in hikayesini anlatıyor.

Aslı, sanata düşkün bir anne ve profesör bir babanın, konservatuvarda okuyan genç kızıdır. Bir gün Beyoğlu’nda yürürken bir kapkaççının gazabına uğrar ve çantası çalınır.

Korku ve panik içindeki Aslı’ya, babası İstanbul’un en büyük kapkaç çetesinin başında olan Kerem yardımcı olur ve hemen çantasını bularak ona teslim eder.

Aslı’nın hiç alışık olmadığı ve bilmediği bir dünyadan gelmesine rağmen kendini büyük şirketlere danışmanlık yapan bir finans uzmanı olarak tanıtan Kerem bu olay vesilesiyle sık sık Aslı ile görüşmeye başlar.

Böylelikle Aslı ve Kerem’in tanışıklıkları evliliğe kadar giden romantik bir ilişkiye dönüşür.

Ancak Aslı’nın emniyet müdürü olan dayısının kapkaç çetesini çökertmek için yaptığı büyük takip bu romantik ilişkide bir şeylerin yolunda olmadığını ortaya çıkaracaktır.

Akıllı Balık

Deniz altında yaşayan büyüleyici canlıların dünyasına eğlenceli bir animasyonla dalış yapmaya hazır mısınız?

Shark School, kendilerine her gün yeni şeyler öğreten öğretmenlerini çok seven Bella ve Milo isimli iki balığın okulda yaşadıkları maceraları anlatıyor.

Bu iki genç balık okula gitmeyi çok seviyor. Çünkü onlar için okul, sevimli baloncuklarla ve mutlu dalgalarla eğlenip yaşadıkları dünya hakkında yepyeni şeyler öğrendikleri macera dolu bir yer.

Üstelik bu iki kafadar balığın, onlara her gün yeni bir macera ile hayatı öğreten bilgi küpü bir öğretmenleri vardır.

Bu sevimli animasyon küçük çocuklar için tasarlanmış basit bir film olmasına rağmen, deniz ve içinde ne yaşadığına dair gerçekleri ve yeni kelimeleri gözden kaçırmaz.

Bilgi küpü öğretmen öğrencilerine deniz canlılarının ne yediğini, nasıl büyüdüklerini ve her türe özgü diğer ilginç özellikleri ve gerçekleri öğretirken deniz hayvanlarının savunma mekanizmalarından bahsetmeye daima dikkat eder ve öğrencilerini onlara dokunmamaları konusunda uyarır.

Bazı kaplumbağa türlerinin boynunu kabuklarına nasıl çekemedikleri gibi gerçek bilgiler de oldukça ilginçtir.

Akıllı Balık küçüklerin hayal dünyasını geliştirecek renkli anlatımıyla onların eğlenceli ruhuna hitap ederken hem denizin macera dolu dünyasına doğru bir saatlik yolculuğa çıkarıyor hem de onlara keşif dolu eğitici bir deneyim sunuyor.

Meraklı gençler okyanus canlıları hakkında ilginç gerçeklerle dolu bu basit animasyon filmin tadını çıkaracaklardır.

Her yaştan çocuk için bir dizi öğretici animasyonlar üreten TALK Global Media’nın bu filmiyle küçük çocuklar; ıstakoz, ahtapot, kirpi balığı, karides, yunuslar, foklar ve deniz altında yaşayan diğer birçok renkli deniz canlısı hakkında bilgi edinebilir.

Kiki: Lanet-i Cin

Yönetmenin okuduğu bir gazete haberinden etkilenmesiyle yaptığı araştırmalar sonucu ortaya çıkan filmin hikayesi Samsun’un Vezirköprü ilçesinde yaşanmış gerçek bir olaya dayanıyor.

Kiki: Lanet-i Cin, ikinci eşinden olan kızı Elif’in hastalığına deva arayan Muzaffer’in, bu arayış sırasında bir medyuma başvurmasıyla gelişen olayları konu ediniyor.

Aradığı mutluluğu görücü usulü yaptığı evliliğinde bulamayan Muzaffer, eşi Şenay ve iki çocuğunu bırakıp, yasak aşk yaşadığı Satı ile evlenir.

Satı ile evliliğinden dünyaya gelen kızı Elif şizofreni hastasıdır ve sürekli halüsinasyonlar görmektedir.

Kızının hastalığını kabul edemeyen Muzaffer onu bu durumdan kurtarmak için sürekli doktorlara başvurur fakat hiçbir sonuç alamaz.

Çareyi önce komşuları aracılığı ile tanıştığı astrolog Yeliz’de, daha sonra ise Yeliz aracılığı ile tanıştığı Bedir isimli bir medyumda arayan Muzaffer, Bedir’in kızı için son çare olduğuna inanmaktadır.

Ancak Bedir’in de Elif’i kurtarma çabaları sonuç vermez. Zira onun da fark edemediği farklı bir etki sadece Elif’i değil tüm aileyi çoktan esir almıştır ve Muzaffer kendisi ile ailesini uçsuz bucaksız bir labirentin içinde bulmuştur.

Bedir’in aileyi kurtarma çabaları içerisindeyken farkında olmadan ortaya çıkartacağı sırlar, tüm bağları kopartacaktır. Hangisi hayal, hangisi gerçek her şey birbirine karışmaya başlayacaktır.

Siyah ve beyazın ortasındaki ince bir çizgide yürürken bir ailenin yok yere yok oluşuna tanıklık eden Bedir’in bıkmadan usanmadan verdiği bu mücadelenin aslında kanlı bir intikam savaşına dönüşmesi hiç umulmayan bir netice ile son bulacaktır.

Kirpi Sonic

Video oyunlarıyla büyüyen ve artık bir yetişkin olan kızının Sonic’e olan hayranlığının etkisiyle filmin oyuncu kadrosuna katılan Jim Carrey’nin başrolünde yer aldığı, Sega’nın dünya çapında satış rekorları kıran aynı isimli ünlü video oyunundan sinemaya uyarlanan canlı aksiyon türündeki macera-komedi filmi Sonic the Hedgehog, hükümet yetkililerinin mavi kirpi Sonic’i yakalaması için çılgın bilim insanı Dr. Ivo Robotnik’i görevlendirmesiyle gelişen olayları konu ediniyor.

Hükümet, insan biçiminde bir kirpi olan Sonic’i yakalamak için peşine düşer ancak dünyanın en hızlı kripisini öyle kolay kolay yakalamak pek mümkün değildir.

Devlet görevlileri her yerde onu ararken Sonic bu sırada şeytani Dr Eggman’dan kaçarken kaybettiği yüzükleri geri almaya çalışmaktadır. Ancak yine de bu sandığı kadar kolay olmayacaktır.

Bu yüzden, küçük bir kasaba olan Green Hills’in şerifi Tom Wachowski, Sonic’in peşine düşen hükümet yetkililerinden kaçmayı başarıp, doktordan önce yüzükleri geri alabilmesi için ona yardım etmeye karar verir.

Böylelikle bir takım olan Sonic ve yeni en yakın arkadaşı Tom, kötü deha Dr. Robotnik’e ve onun dünyaya hükmetme planlarına karşı gezegeni savunmak üzere aksiyon dolu bir maceraya girişir.

Masallardan Geriye Kalan

Dünyanın En Güzel Kokusu filmiyle büyük beğeni toplayan senarist ve yönetmen Mustafa Uğur Yağcıoğlu’nun merakla beklenen yeni filmi Masallardan Geriye Kalan, üniversitede doçent olan Evren ile yüksek lisans öğrencisi Hece arasında filizlenen aşkı konu ediniyor.

Evren ve Hece arasında beklenmedik bir zamanda, hızla gelişen aşkı konu edinen filmde, aşkın karşı taraftan çok kişinin kendisiyle ilgili olduğu gözler önüne seriliyor.

Sıra dışı hikayesiyle dikkat çeken film; aşkı, ayrılığı, ayrılık acısını ve affetmeyi fona Eskişehir, Brugge, Paris ve Köln’ü aldığı duygu yüklü sahnelerle anlatıyor.

Canlandırdığı karakter ile şimdiden dikkat çeken Tuba Ünsal, filmde, “Non-Binary” olarak bilinen ve kendisini cinsel kimliği üzerinden tanımlamayan biri olarak seyirci karşısına çıkıyor. Makyajsız hali, koyu renk kısa saçları ve giyim tarzıyla dikkat çeken Ünsal, bu rol ile kendinden oldukça söz ettirecek gibi görünüyor.

Toplumsal cinsiyet eşitliği ve cinsiyetsiz toplum kavramlarının hararetli bir şekilde tartışıldığı günümüzde “Erkek sevmeyeceksin, kadın sevmeyeceksin; insan seveceksin…” manifestosuyla dikkat çeken film tartışmaların odağında tüm eleştirilere göğüs gererek cesur bir adım attığı gözden kaçmıyor.

Nasipse Olur

2014 yılında komedi dalında Sadri Alışık En iyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazanan Algı Eke’nin bu defa uçuk kaçık bir karaktere hayat verme fırsatı bulduğu Nasipse Olur, hayatında kısa süre içerisinde birçok olumsuz gelişmeye maruz kalan babasının erkek kızı Günfer’in, onun bu kötü günlerinin şahidi Gökhan’ın yardımıyla tüm bu felaketlerden sıyrılmaya çalışmasını konu ediniyor.

Küçük dünyasında büyük umutları olan Günfer’in hayatı peş peşe gelen felaketlerle altüst olur. 

Günfer önce kahramanım dediği babasını kanserden kaybeder. Bu ani ölümün şokunu atlatamadan bu kez amcasının kumar borcu yüzünden baba yadigarı ekmek fırınlarına mafya dadanır.

Tüm bu yaşadıkları yetmezmiş gibi evlilik hayalleri kurduğu Yaşar’ın kendisini aldatması bardağı taşıran son damla olur.

Ancak “Boyabatlı’nın umudunun bittiği yerde inadı başlar” sözünden feyz alan Günfer, “ya nasip” diyerek her türlü felaketin üstesinden gelmek için mücadele etmeye başlar. Başına gelen bütün felaketlerin tesadüfen tanığı olan Gökhan, her seferinde Günfer’in imdadına Hızır gibi yetişir.

The Gentlemen

Çektiği suç filmleriyle kariyerini inşa eden Guy Ritchie’nin köklerine geri döndüğü filmi The Gentlemen, İngiltere’de kurduğu büyük çaplı uyuşturucu imparatorluğunu Oklahomalı bir hanedana satma aşamasında olan Mickey Pearson’ın, kendisini bu süreçte rüşvetten şantaja birçok farklı suç faktörlerinin yer aldığı çetrefilli olaylar silsilesi içerisinde bulmasını konu ediniyor.

Mickey Pearson, Londra’da kurduğu dev suç imparatorluğunu bırakıp ailesiyle birlikte Amerika’ya dönmeye kararlıdır.

İşlerini devretmek için ünlü milyarder Matthew ile anlaşmayı planlarken, bir yandan da gözü gibi baktığı arazilerini Coach ve çetesinden korumaya çalışır. Attığı her adımı takip eden özel dedektif Fletcher ise Mickey’nin çevirdiği dolapları ortaya çıkarma peşindedir.

Bu sonu gelmeyen entrikalar ağında, Mickey hayal ettiği gibi işin içinden sıyrılabilecek midir, belli değildir.

Sinema da dahil pek çok sektör cinsiyet eşitliğini destekleyen girişimlerle yollarına devam ederken İngilizlerin Tarantino’su olarak da görülen Guy Ritchie’nin erkek egemenliğindeki yeni bir hikâye ile yönetmen olarak yeniden aslına dönüş yapması, onu bir kadın düşmanı olarak görenleri yeniden harekete geçirecek mi, merak ediyorum.

Yeni Baştan

Vanessa Paradis ile başrollerini paylaştığı 1999 yapım Köprüdeki Kız (La fille sur le pont) filminde olduğu gibi Daniel Auteuil’in duygusal olarak seyircisini yeniden kalbinden vuracağı eşsiz bir film için hazır olun.

Nicolas Bedos’un yazıp yönettiği La belle époque, günümüz hayatına ayak uydurmakta zorlanan ve artık altmışlarında olan Victor’un, tarihin herhangi bir döneminin gerçekçi bir deneyimini müşterilerine sunma iddiasındaki girişimci bir firmanın imkânlarıyla 40 yıl önce hayatının aşkıyla tanıştığı dönemi tekrar yaşama girişimini konu ediniyor.

Zamanda geriye dönebilmek ve ilk aşkla yeniden birlikte olmak. Filmin altmışlı yaşlarını geçen baş karakteri Victor, işte tam da böyle bir fırsata denk geliyor.

Özel bir firmanın desteğiyle hayatının en anlamlı dönemine, 40 yıl öncesine, hayatının aşkıyla tanıştığı günlere geri dönüyor. Tabii profesyonel bir oyuncu, makyaj, tarihçi ve set ekibinin yardımıyla.

Bu tatlı romantik komedi Fransız oyuncu, oyun yazarı, tiyatro yönetmeni ve komedyen Nicolas Bedos’nun ikinci filmi. Cannes Film Festivali’nin bu gizli yıldızı hem eğlenceli hem düşündürücü hem de duygu dolu.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU