Suriye'de yeni paradigma ihtiyacı

Prof. Dr. Rüstem Erkan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AFP

Thomas S.Kuhn’un bilim dünyasına kazandırdığı paradigma kavramı bilimsel yaklaşımlardaki tarihsel dönüşümleri göstermek için kullanılan bir terimdir.

Paradigma, genel olarak belli bir dönemde herhangi bir konu üzerinde uzlaşılan yaklaşımı ifade eder.  

Mevcut paradigma (yaklaşım) gerek bilim dünyasında gerekse toplumsal ve siyasal alanda sorunların çözümünü sağlayabildiği sürece geçerliliğini korur ki buna olağan paradigma denmektedir.

Geçerli olan paradigma bir süre sonra görülen sorunlara çözüm üretemez hale gelir ve bir takım “anomali”ler ortaya çıkar.

Problemler görünmezden gelinmeye devam edilirse kriz dönemi başlar.

T.Kuhn, bu durumda mevcut paradigmanın tamamen terk edilerek (devrimsel) yeni bir pardigmanın benimsenmesi gerektirdiğini ifade eder.

Yeni paradigma, eskisi üzerine kurulmaz. Sorunlar yeni bir bakış açısıyla ele alınır ve çözüm önerileri geliştirilir.


Türkiye’nin Suriye paradigmaları

Suriye’de Mart 2011 başlayan gösteri ve ayaklanmalardan sonra, Türkiye’nin Suriye politikasını belirleyen birinci paradigma; dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun politikalarında kendini göstermiştir.

O dönem Suriye ile ortak kabine toplantıları yapacak kadar yakın ilişkiler olması nedeniyle Davutoğlu, Suriye yönetimine demokratik reformumlar yapması yönünde telkinlerde bulunarak, sorunu aşması yönünde bir yol haritası sunmuştur.

Fakat bu öneriler, Suriye yönetimi tarafından “kontrollü olarak iktidarın muhaliflere devredilmesi” olarak değerlendirilmiş ve kabul edilmemiştir.

Suriye yönetiminin, gösterileri, askeri güç kullanarak bastırma yöntemini seçmesi sonucunda Türkiye bu paradigmayı terk ederek yeni bir sürece girmiştir.

Türkiye’nin Suriye’de uygulamaya başladığı ikinci politikası ise daha çok Esad’sız bir Suriye yönetimi paradigmasına dayanmaktadır.

Bu süreçte Suriye’de rejim karşıtlarına açık destek verilmiş ve sığınmacılara yönelik “açık kapı” politikası uygulanmıştır.

Türkiye’de sığınmacı sayısı yüz bini geçtiğinde uluslararası toplumun müdahale beklentisine girilmiş, fakat bu gerçekleşmemiştir.

Türkiye yönetimi bu dönemde, Suriye’de silahlı muhalifleri destekleme kararı almıştır.

Bu çerçevede ABD ile birlikte “eğit-donat” politikası ile muhaliflere askeri eğitim verilmeye başlanmıştır.

Fakat bu politika, ABD’nin giderek desteğini azaltması ve 2015 yılında Rusya’nın Suriye yönetimine destek için bu ülkeye asker göndermesiyle uygulanamaz bir stratejiye dönüşmüştür.

Suriye politikalarında egemen olan üçünü paradigma dönemi; Türkiye, Rusya ve İran’ın garantörlüğünde uygulamaya konulan Astana sürecidir.

Bu politika “Esad’sız Suriye” talebinden çok ılımlı silahlı muhalifleri de yönetime entegre ederek siyasi bir geçişi hedeflemiştir.

ABD, Astana süreci ile birlikte Türkiye’nin Suriye sorununu çözüm politikalarının dışında kalmıştır.

Bunun en önemli nedeni, ABD’nin IŞİD’e karşı örgütlediği PYD’ye “açık destek” vermesidir.

ABD’nin bu tavrı, Türkiye ile Rusya’nın askeri, siyasi ve ekonomik olarak ilişkilerini güçlendirmesine neden olmuştur.

Astana süreci, belli bir dönem, Suriye’de çatışma ve şiddetin azalmasını sağlamış, fakat İdlib çatışmaları bu süreci de sonlandırma aşamasına getirmiştir.


Suriye sorununda yeni paradigma ne olmalı?

Suriye’deki mevcut durum yeni bir paradigmaya ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Suriye’de yaklaşık on yıldır devam eden savaş, Suriye’den sonra, en çok Türkiye’yi etkilemiştir.

Türkiye, bu sürçte hem yaşadığı sıcak çatışmalar hem de çeşitli saldırılar nedeniyle çok sayıda can kaybı yaşamıştır.

Ayrıca ev sahipliği yaptığı göçmenlerden ötürü ağır ekonomik bedeller ödemektedir.

Suriye sorunu yıllardır Türkiye’nin ana gündemi ve tartışma konusu olmaya devam etmektedir.

Bu durum ülkenin diğer sorunlarını ya ötelemekte ya da hiç gündeme gelmemesine sebep olmaktadır.

Gelinen süreç de mevcut durumun artık sürdürülemez bir hal aldığını göstermektedir.

Tarihsel süreç bir ülkeye yapılan yabancı askeri müdahalelerin, yıllarca o ülkede çatışmaya ve istikrarsızlığa neden olduğunu göstermektedir.

Örneğin 1979 yılında Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a müdahalesi dokuz yıl sürmüş, arkasından da ABD müdahalesine dönüşmüştür.

1979’dan beri Afganistan istikrara kavuşmadığı gibi dünyanın da en önemli sorunu olarak devam etmektedir.

Yine Irak’ın Kuveyt’i işgali ve devamında Kürtlere yönelik katliamları sonucu ABD’nin 2003 yılında Irak’a askeri harekatı o günden bu yana Irak’ın kaosa sürüklenmesine neden olmuştur.

Dış müdahalelerin yarattığı kaosun en yakın zamandaki örneği ise Libya’dır. 2011 yılında yabancı güçlerin askeri müdahalesiyle Kaddafi’nin devrilmesinin ardından Libya bugün başta Türkiye’yi de ilgilendiren önemli bir uluslarası soruna dönüşmüştür.

Bugün gelinen noktada Suriye’de dünyanın iki süper gücü olan ABD ve Rusya’nın çok sayıda askeri gücü olduğu bilinmektedir.

Diğer yandan bölgenin iki önemli gücü olan Türkiye ve İran’ın da önemli oranda askeri gücü bulunmaktadır.

Bunun yanında İŞİD’e karşı koalisyon güçleri adı altında başta Fransa olmak üzere Avrupa devletlerinin de Suriye’de askerleri olduğu bir gerçektir.

Buna ilaveten Suriye’de, birçok “devlet dışı” örgütlerin savaşçıları ve paramiliter güçler de bulunmaktadır.

Bu güçlerin hepsinin ayrı ayrı gündemi ve çıkarı vardır. Suriye’de çözümü olanaksız kılan en önemli faktör de budur. 

Türkiye, Suriye’de en çok kendisini etkileyen bu kaotik ortamdan çıkış için, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni iki gündem maddesiyle acil toplantı ve göreve çağırması krizi aşmada yararlı olabilir.

Bu çağrılardan biri Suriye’de acil olarak ateşkesin sağlanması, ikincisi ise, Suriye’deki bütün yabancı güçlerin eş zamanlı olarak çekilmesini ve devlet dışı örgütlerin silahsızlandırılması talebi olmalıdır.

Ancak bu süreç başladıktan sonra Suriye’nin geleceği üzerine sağlıklı tartışmalar yürütülebilir.

 

 

 * Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU