Filistin davası için yeni bir çerçeveye doğru

Arap-İsrail çatışmasının ciddi bir şekilde yeniden ele alınmasının ve eski yaklaşımlar İsrail işgalini sona erdirmek ve Filistin devletini kurmakta başarısız olduğundan yeni Arap yaklaşımlarının benimsenmesinin zamanı geldi

Birkaç kez ertelendikten sonra ABD idaresi sonunda “Yüzyılın Anlaşması” adını verdiği planı açıkladı.

Plan, beklenenden çok daha kötüydü. Filistinli dostumuz, avukat ve aktivist George Salem bunu, İsrail-Filistin çatışması tarihinde mevcut durumdan daha da kötü ilk öneri olarak tanımladı.

Plana dair herhangi bir inceleme, mantıksızlığı ve sunmakta olduğu kibri açıkça gösteriyor.

Hatta plan, Filistin ve Arap taraflarından bunu kabul etmelerini isteyerek mantıksızlığın da ötesine geçiyor.

Yüzyılın Anlaşması, Kudüs üzerinde tam bir İsrail egemenliği, Batı Şeria ile Ürdün Vadisi’ndeki tüm yerleşim yerlerini İsrail’in topraklarına katmayı öneriyor.

Filistinlilere, “Batı Şeria’nın geri kalanı ve Gazze Şeridi için müzakere hakkına sahip olmak istiyorlarsa bunları kabul etme” çağrısında bulunuluyor.

Bu müzakerelerin sonucu, yine İsrail’in kendisinin belirleyeceği güvenliğine bağlı. Diğer bir deyişle, gelecekte Batı Şeria’dan geriye kalan birbirinden kopuk bölümler ile Gazze Şeridi’nde kurulacak Filistin devletinin sınırları da İsrail’in onayına tabi olacak.

Plan daha da ileri giderek Filistinlilerden, İsrail’i bir Yahudi devleti olarak tanımalarını talep ediyor.

Hatta İsrail’in Batı Şeria ile sınırındaki üçgende yaşayan Arapların Filistin devletine katılmasını ve sahip oldukları İsrail vatandaşlığının iptal edilmesini öneriyor.

Böylece İsrail, açık bir etnik temizlik operasyonu ile kendi içindeki Araplardan kurtulup tamamen Yahudi bir devlet olmak istiyor.

Plan, Filistinlilerin geri dönme hakkını inkâr etmesinin yanı sıra Filistin devletine döneceklerin sayısını da sınırlıyor.

İsrail’e güvenliğini tehdit etmeyecek şekilde bu sayıyı belirleme hakkını veriyor.

Doğal olarak, Filistin tarafına ödenecek herhangi bir tazminat içermiyor.

Tüm bunlardan sonra, bu planın adını doğru koymak gerekiyor. Bu bir barış anlaşması değil sözde iki devletli çözümden bahseden ama aslında tek bir “Apartheid” devleti çözümünü pekiştirmeye çalışan bir anlaşmadır.

Plan, Filistin tarafının yokluğunda ve Filistinlilere karşı açıkça kibirli bir üslupla deklare edilmiştir. Ne Arap ne de Filistin tarafının bunu kabul etmeyeceği açıktır.

Arap Birliği’nin planı reddeden bir bildiri yayınlaması elbette yeterli değil.

Ürdün Dışişleri Bakanlığı görevini yürüttüğüm dönemde, Arap Birliği’nin ABD’nin Irak’ı işgal etmesinden üç ay önce savaşı reddeden bir bildiri yayınlamış olduğunu hatırlıyorum. Bu bildiri tabii ki ABD’yi engellememişti.

Dolayısıyla, Arap-İsrail çatışmasının ciddi bir şekilde yeniden ele alınmasının ve eski yaklaşımlar İsrail işgalini sona erdirmek ve Filistin devletini kurmakta başarısız olduğundan yeni Arap yaklaşımlarının benimsenmesinin zamanı geldi.

Bunu yaparken aşağıdakilerden bir ders çıkarmak yararlı olabilir:

Birincisi; iki devletli çözümü gerçekleştirmek için etkili bir planı olmadan sadece sözlü olarak bu çözüme bağlı kalan bir yaklaşımın hiçbir faydası yoktur.

Siyasi koşullar, demografik gerçeklik ve İsrail’in inadı ışığında bu tür bir çözümün, yanılsamadan ibaret kalmasını sağlamaktan başka bir sonucu olmayacaktır.

Bu tür bir çözümde diretmek sadece İsrail’e daha fazla toprak yutması için zaman tanıyacaktır.

Yalnızca Batı Şeria ve Gazze’de değil İsrail içindeki Filistinlileri de zorla topraklarından göç ettirmeye hazırlık olarak sahada yeni gerçeklikler yaratması için ona süre tanımaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Bunun yanında, iki devletli çözüm arayışında diretmek uluslararası topluma İsrail’in ırkçı uygulamalarına göz yumma gerekçesi sağlıyor.

Çözüme ulaşmak için bu tür uygulamalara göz yumulması gerektiği gerekçesini öne sürmesine olanak tanıyor.

İsrail ise, iki devletli çözüme (ki bir tanesinde yani Filistin devletinde yaşamanın imkansız olmasının yanı sıra kendisi Filistinlilerin beklentilerini minimum düzeyde bile karşılamıyor) verdiği sözlü desteğin arkasına saklanarak Kudüs dahil tüm Filistin toprakları üzerindeki kontrolünü pekiştiriyor.

İkincisi; İsrail, istediği Arap topraklarını hiçbir müzakere sürecini ya da uluslararası yasaları umursamadan peyderpey topraklarına katmaya başladı.

Nitekim Kudüs ve Golan Tepeleri’ni topraklarına kattı. Şimdi de Ürdün Vadisi ve tüm yerleşim yerleri üzerinde kontrolü sağlamaya, İsrail devleti içerisindeki üçgeni Arap vatandaşlarından temizlemeye hazırlanıyor.

Tel Aviv, Yahudi varlığını büyütme ve geri kalan Filistinliler üzerinde etnik üstünlük kurarak etnik temizlik yapmak istiyor.

Bu verilere göre, Arap-İsrail çatışmasını çözmek konusunda eski yaklaşımlar yani Madrid Süreci ve Oslo Anlaşması’nda diretmek, sonuçsuz kalmanın yanı sıra İsrail’in yutmak istediği toprakları ve sakinleri ile geride kalanları kovmasına yol açacaktır.

Topraklarından kovulan Filistinlileri ya Ürdün ya da Mısır kabul edecek veya meçhul bir yazgıya mahkûm olacaklar.

Hal böyleyken ve bu tür bir planı durduracak askeri güce sahip değilsek neden İsrail’in bunu yapmasına izin veriyoruz?

Filistin-İsrail çatışmasında yeni bir Filistin yaklaşımının zamanı geldi diye düşünüyorum.

İsrail tarafı, işgali sona erdirmeyi ve yaşamaya uygun bir Filistin devletinin kuruluşunu reddediyor.

ABD kendisini destekliyor, uluslararası toplum da kendisine göz yumuyor.

Filistin Ulusal Yönetimi varlığını koruma sebeplerini hatta bir çözüme ulaşma konusunda Filistin halkının güvenini kaybetmiş bulunuyor.

Tüm bunların ışığında, Netanyahu’nun seçtiği toprakları yutmasına izin vermek yerine, Filistin tarafı, Batı Şeria ve Gazze’nin anahtarlarını sorumluluklarını üstlenmesi için işgale geri verdiğini açıklasın ve tek bir devlette yani İsrail çatısı altında tüm hakları ile eşit bir vatandaşlık talep etsin.

Bu tür bir yaklaşımın, Filistin yaklaşımında kökten bir değişim anlamına geldiği doğru.

Ancak, Filistin halkı içinde birçoklarının artık İsrail’de yaşayan Araplardan Eymen Avde, Ahmed et-Tıybi, Hanin ez-Za’bi ve diğerlerinin Filistinlilerin haklarını daha güçlü bir şekilde savunduklarını düşünmeye başladığı da doğru.

Filistin Ulusal Yönetimi’ne göre daha çok Filistinlilerin haklarını savunma gücüne sahip olduklarını düşünmeye başladıkları bir gerçek. İsrail’i sorumlulukları, kayda değer hiçbir maliyet ödemeden işgali sürdürmeye yardımcı olmadığı gerçeği ile yüzleştirmenin zamanı geldi.

Burada çok önemli bir noktayı gözden kaçırmamalıyız. O da, uluslararası toplumun hatta ABD halkının, eşit haklara dayalı bir yaklaşıma karşı çıkması zor olacak ve dünya Filistinlilere ne devlet ne de hakları olmadığını söyleyemeyecektir.

İsrail işgalini hukuki, müzakereci ya da askeri yollarla sona erdirmek için gerçek bir Arap ve uluslararası iradenin yokluğunda, Filistin tarafının önünde bu yaklaşımdan başka bir yol kalmadı.

Bu yaklaşım, uzun vadede haklarını ve Kudüs dâhil Filistin toprakları üzerinde varlığını korumasının garantörü olacaktır. Geri kalanı ise zaman ve demografik faktör garanti edecektir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU