Vizyonda bu hafta: İki dünya arasında; “Elveda”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı

Geçen hafta Elazığ’da gerçekleşen depremin acısı henüz dinmemiş, enkazın tozu henüz tortulaşmamışken depremin vurduğu Elazığ’ı ziyaretinden sonra ailesiyle birlikte tatil için gittiği Erzurum’daki kayak tatilinin fotoğrafları nedeniyle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ilk anda ben de çok sinirlenmiş ve kendisini eleştirmiştim.

Aslında elbette eleştirdiğim nokta böylesi bir tatili yapmış olması değil, zamansız bir şekilde insanların gözüne sokar gibi yaptığı paylaşıma gösterilen tepkilere karşı söylediği belirtilen “Benim tarzım bu, toplum da buna alışacak” ifadesiydi.

Ancak ilerleyen süreçte yaptığı; “Benim çocuklarıma vakit ayırmam lazım. Hayat gelip, geçiyor. Sekiz yaşındaki kızımın çocukluğunu ıskalayamam. Ergenlik çağını yaşayan oğlumun bu çağlarını ıskalayamam. O çocuğun ruhunda bu eksikliği yaşatan baba olmak istemem. Bir arada olmak, 2-3 gün buluşmak baba olarak sorumluluğum” açıklamasını oturup düşününce bu konuda kendisine hak vermemek mümkün değil.

Deprem bölgesindeki ziyaretten sonra ailesiyle yaptığı bu kısa tatile bir anlamda bir şükür buluşması olduğuna kim itiraz edebilir ki.

Sanırım keşkesiz bir yaşam sürebilmek için de en doğrusu da bu; imkân ve vakit varken sevdikleriyle bir arada olmak için her fırsatı kullanabilmek. Çok geç olmadan her anın tadını çıkarabilmek.


İki dünya arasında; “Elveda” 

Yönetmen: Lulu Wang / Oyuncular: Awkwafina, Shuzhen Zhao, Tzi Ma, Diana Lin, Jim Liu, Han Chen / 100 dakika
 


Lulu Wang’ın kariyerindeki bu ikinci uzun metrajlı filmi sadece iyi yazılmış senaryosuyla değil, aynı zamanda çoğu küçük apartman dairelerinde ve otel odalarında gerçekleşen çekimleriyle sadelikten ödün vermeksizin harika performanslar ortaya koyan oyuncuların mükemmel bir şekilde yönetilmiş olmasıyla da dikkat çekiyor.
 


Filmin ana hikayesini özetlemek gerekirse; altı yaşındayken ülkesinden Amerika’ya göç eden Billi, ailesiyle birlikte New York’ta yaşayan yetişkin bir genç kızdır.
 


Fakat aile bireyleri arkadaşlarını ve akrabalarını geride bırakarak yeni bir hayat için Çangçun’dan göç edip bir Amerikalı gibi yaşamaya başlamış olsa da onları hala köklerine bağlayan önemli aile büyükleri Çin’de yaşamaya devam etmektedir.
 


Bu aile büyüklerinden Billi’nin hala en kıymetlisi onun babaannesidir. Göç ettiklerinden bu yana yani yirmi beş yıldır bir araya gelmemişlerdir.

Ama yine de aralarındaki tüm mesafeye rağmen gerek telefon görüşmeleriyle gerek görüntülü aramalarla bu iki uç nesil sık sık temas halindedir ve kimisi yalanlardan ibaret olsa bile bu sayede birbirleri hakkında neredeyse her şeyden haberdarlardır.
 


Bu yüzden Billi, artık bir New Yorklu gibi yaşıyor olsa da çocukken kurduğu bağları hiç zayıflamamıştır.


Pembe yalanlar

Orijinal isminin tam çevirisi “Ona Söyleme” olan ve hikayesi birtakım yalanlar üzerine kurulan filmde büyükanne ile torunun birbirleriyle yaptıkları son telefon görüşmesinde Billi, yaşantısının ve kariyerinin harika gittiğini büyükannesine söyler.

Fakat, aslında hiç de öyle olmadığı, beklediği bursun reddedildiği, kirasını ödeyemediği için evinden çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı ortadadır.
 


Benzer şekilde büyükanne de bir sağlık taraması sonuçlarını almak için hastanede olmasına rağmen torununa kız kardeşinin evinde olduğunu söyleyerek durumu geçiştirdiği görünmektedir.

Ancak henüz ikisinin de bilmediği en önemli şey büyükanneye ileri seviyede akciğer kanseri teşhisi konulmuş olması ve hayatı için üç aylık bir ömür öngörülmesidir.
 


Büyükanneye konulan bu teşhisi öğrenen aile fertleri ailenin kültürel eğilimleri ve gelenekleri doğrultusunda bunu kendisine söylememeyi seçmiştir.

Bunun üzerine herkesin Nai Nai’ye veda etmesini ve onu son bir kez görmesini sağlamak için farklı coğrafyalardaki aile fertlerinin büyükanneye yapacakları bir veda ziyareti planlanır.
 


Büyükannenin bu ziyaretten şüphelenmemesi için de Billi’nin şimdiye kadar hiç görmediği kuzeni ile onun kız arkadaşı için apar topar bir düğün tertip edilir ve böylelikle herkes yıllar sonra yeniden bir araya gelir.
 


Düğün ve cenaze

Bu bakış açısı ve yaklaşım, Çin’de doğan ancak bireysel haklar ve şeffaflığı destekleyen Amerikan kültürüyle büyümüş olan Billi tarafından iyi karşılanmaz.

Büyükanneye durumunu açıklamamayı doğru bulan ailesinin “öldüren kanser değil, korkudur” şeklindeki eski bir Çin atasözüne dayanan gerekçelerini Billi’nin havsalası almaz.
 


Bu yüzden bu araya sıkıştırılmış düğün organizasyonuna Billi davet edilmez.

Babaannesine düşkünlüğü ve ailenin en duygusal insanı olmasından dolayı kendisini tutamayacağı ve sessiz kalamayacağını düşünen anne ve babası onun Amerika’da kalmasının herkes için daha iyi olacağını söylüyor.

Ancak Billi’nin bu tavsiyeye kulak vermeye pek niyeti yoktur.
 


Her ne kadar babaannesini meraklandırmamak için kendisi de ara sıra ona küçük yalanlar söylüyor olsa da hiç kimsenin babaannesine bu konuda gerçeği söylemeyeceğine inanamayan torun, ilk fırsatta büyükannesine durumunu söylemek için doğru zamanı bulmaya kararlı görünüyor. 
 


Anne ve babasının gidişinden birkaç gün sonra da herkesi şaşırtan bir sürprizle düğüne iştirak etmeye, daha doğrusu babaannesini son kez görmeye giden Billi, büyükannesinin yanında her şeye rağmen soğukkanlılığını korumayı başarabiliyor.
 


Çin ve Amerikan karakterleri açısından fiziksel, zihinsel ve sağlık bakımından kültürel bir bölünmeye dikkat çeken film, hem drama hem de komedi unsurlarını bu yaklaşımla birbirine çok güzel harmanlıyor.
 


Kültürel farklılıklardan yola çıkarak söylenen ve söylenmeyen şeylerdeki mizah, içten duyguları ortaya çıkarırken düğün ve cenaze arasındaki mizahi bağlantıyı oldukça başarılı bir şekilde ele alıyor.
 


Herkes cennete gitmek istiyor ama kimse ölmek istemiyor

Evet, hayat denilen şey ne yazık ki çok karmaşık. Kendi hayatından yola çıkarak filmin senaristliğini ve yönetmenliğini üstlenen Lulu Wang’in ölüm gibi depresif bir konuyu insanın ağzını sulandıran o lezzetli yemek sofralarıyla hafifletme çabası gibi, biz de günümüz dünyasında çoğu zaman omuzlarımıza binen yükleri, sosyal medyadaki akışlar, televizyonlardaki absürt yayınlar ya da çeşitli tatil planları ile hafifletmeye çalışıyoruz.

Ancak kabul etmek gerekir ki kaçınılmaz bir son olan ölüm hepimizin, sevdiğimiz herkesin peşinde “iyi huylu bir gölge” misali dolaşıyor.

Bu açıdan herkes hayatlarımızın öyle mutlu bir sonu olmadığını zaten biliyor. Nihayetinde bu yaşam mücadelesinde herkes cennete gitmek istediğini söylüyor olsa da kimse ölmek istemiyor ve bu acı-tatlı hayata bir şekilde tutunmaya çalışıyor.

Diğer kültürlere samimi bir bakış sergileyen filmleri görmek beni her zaman etkilemiştir. 
 


Bu açıdan aslında tematik olarak ölüme dair bir anlatı gibi görünen Elveda, arka planda doğduğu topraklara dönen bir göçmenin kendi gelenekleriyle verdiği mücadelesi ve geçmişle uzlaşması da olduğu için ayrıca seyredilmeyi hak ediyor.

Her günü apayrı bir başlangıç olan şu mükemmel dünyada, sevdiklerimize ölmeden önce veda edebilme fikri kulağa oldukça güzel geliyor.

Ama hayat ne yazık ki nadiren bu şekilde çalışır. Beklenmedik zamanda gerçekleşen bu vedalar her zaman acı verici bir şekilde travmatiktir.
 


Bu açıdan sevgi dolu bir büyükannenin temsil ettiği şeylerin kaybıyla kuşaklar arası kültürel farklılıklara da değinerek evrensel olanı ortaya çıkararak insanlığı ortak bir noktada birleştirmeyi amaçlıyor gibi görünen film, veda ve yas tutma süreçlerimize kazandırdığı bu bakış açısıyla oldukça öncü bir filmdir.


Haftanın diğer filmleri

Bad Boys: Her Zaman Çılgın

Smith ve Lawrence onlarla özdeşleşen Mike Lowery ve Marcus Burnet rolleri ile geri dönüyorlar.

Will Smith ve Martin Lawrence’ın başrollerini paylaştığı Bad Boys for Life, bir zamanlar narkotikten sorumlu iki polis memuruyken artık sadece müfettişlik yaparak daha sakin bir hayat geçiren Marcus Burnett ile kendini orta yaş krizinde bulan Mike Lowery’nin son bir görev için yeniden bir araya gelmelerini konu ediyor.

Filmde Marcus artık biraz geri planda durarak ailesi ile daha fazla zaman geçirir. Fakat her ne kadar beladan uzak kalmaya çalışsalar da yıllar önce ağabeyini öldürdükleri Arnavut askerinin intikam için gelmesiyle Mike’ın hayatının tehlikede olacağı bir durum oluşur ve Marcus yeniden göreve döner.

Sonuçta Mike da ailedendir ve Marcus onun bu göreve tek başına gitmesine göz yumamaz.

Böylelikle yolları yeniden kesişen ikili, bu sefer de bir uyuşturucu baronu olan Armando Armas’ın peşine düşer. Ancak Armando’yu yakalamak öyle pek de kolay değildir.

Aynı zamanda soğukkanlı bir katil olan Armando’nun peşine düşen ikili, kendilerini zorlu bir maceranın içinde bulur.

Daha önce her biri hit olmuş televizyon dizilerinde rol alan Will Smith ve Martin Lawrence’ı bir sinema filmi için bir araya getiren aksiyon-komedi türündeki Bad Boys, serinin ilk bölümlerinden itibaren ikilinin hayran kitlesini genişletmekte çok etkili olmuştu.

Herkesin sevdiği bu suç filminin yeni bölümü şimdi onları yeniden seyirciyle buluşturuyor. Üstelik ikili her zamanki gibi yine komik, tehlikeli ve ne yapacakları asla tahmin edilemiyor.

Filmin yapımcılığını üstlenen Jerry Brucheimer’a göre bu ikonik karakterlerin dünyasına girmek, onun ekibinin uzun süredir yapmayı planladığı bir şeymiş. Bu sebeple Brucheimer, izleyicilerin Mike ve Marcus ile ve onların çılgın polis teknikleri ile yeniden zaman geçirme şansına sahip olacakları için çok sevinçliymiş.

Brucheimer şöyle diyor;

Bu film aksiyon ile dolu, inanılmaz numaralara, harika yeni karakterlere ve şaşırtan sürprizlere sahip. Daha önceki Bad Boys filmlerini izlememiş olsanız bile, filmin içine balıklama atlayacak, onların sizi çıkaracağı bu yolculuğa bayılacaksınız.


Sonuç olarak bu iki harika ve komik aktörü iş başında yeniden görmek istiyorsanız bu film tam size göre.


Feride

Zeynep Çamcı’nın senaryosunu yazıp başrolünde yer aldığı Feride, çalıştığı tekstil atölyesinden çıkarak hayalini kurduğu tasarımların peşine düşen Feride’nin hikayesini anlatıyor. Gücünü sevgiden alan kahramanların hikayesi bu.

Genç bir kadın olan Feride, yer altındaki bir konfeksiyon atölyesinde terzilik yapmaktadır. Onun hayalindeki kahramanlar çok bambaşka olsa da işi gereği imitasyon kahraman kıyafetleri dikmektedir.

Feride’nin hayatı, bir gün patronu ile iddiaya girmesiyle bambaşka bir hal alır.

Bir gün emek ve sevgi hırsızı patronuna baş kaldıran ve onunla büyük bir iddiaya giren Feride, kendisini bir anda moda devlerine kafa tutan eğlenceli bir yolculuğun içinde bulur.


İnsan Yiyenler

The Young Cannibals, göl kıyısında eğlenceli bir hafta sonu geçirmeyi planlayan bir grup arkadaşın, kendilerine musallat olan acımasız bir yaratıkla olan mücadelelerini anlatıyor.

Peşlerine düşen bu doğaüstü varlıklardan kurtulmak için verdikleri ölüm-kalım savaşı filmin hikayesini oluşturuyor.

Yedi kişiden oluşan bir arkadaş grubu, güzel bir hafta sonu geçirmek için göl kenarında bulunan tenha bir kamp alanına giderler.

Oldukça eğlenceli geçeceğini düşündükleri tatillerinde planlamadıkları durumlarla karşılaşan grup, kendilerini bir anda insan etinden yapılmış hamburger yerken bulurlar.

Grubun insan etini yemeye başlaması, onları teker teker avlayacak olan bir varlığın ortaya çıkmasına sebep olur.

Hapsoldukları ormandan kurtulmanın yolunu arayan bu gençler, vahşi doğada hayatta kalabilmek için zorlu bir mücadele vermek zorunda kalır.


Kutup Köpekleri

Aaron Woodley’nin yönettiği Arctic Dogs, Kuzey Kutbu’nun en hızlı köpek kuryesi olmayı arzulayan Swifty ile arkadaşlarının macerasını ele alıyor.

Kutup posta şirketinde çalışan Buzul Tilkisi Swifty’nin en büyük hayali kutupların yıldızı en hızlı köpek (Husky) kuryesi olmaktır.

Swifty bu role layık olduğunu kanıtlayabilmek için kızaklardan birini gizlice yürütür ve gizemli bir paketi gizemli bir yere götürmek için yola çıkar.

Bu sırada, mekanik ayakları üzerinde dolaşan ve tuhaf sadık martı ordusunu yöneten Denizaslanı Otto Von Walrus ile yüz yüze geldiği gizli bir kaleye rastlar.

Swifty, kısa bir süre sonra Otto Von Walrus’un, dünyanın en büyük lideri olabilmek için Kuzey Kutbu’nu delerek tüm Kuzey Kutbu’nu eritecek kadar eski gazı açığa çıkarmaya çalıştığı gizemli korkunç planını keşfeder.

Swifty tüm bunlardan sonra birbirinden uyumsuz arkadaşlarının yardımını almak zorunda kalır.


Maceracı Yüzgeçler: Büyük Gösteri

Boğaz’ın altında yaşayan dokuz yaşındaki minik barbunya balığı Biba ve dostlarının, denizin üstünde yaşayanların hayatından pek farkı yok gibidir.

Maceracı Yüzgeçler: Büyük Gösteri, Biba ile arkadaşları Çupa, Tuti, Babu, Taka Hamsi ve Alesta’nın İstanbul Boğazı’nın derinliklerinde hazırlamaya çalıştıkları büyük gösteriyi anlatıyor.

Su üstünde yaşadığımıza çok benzer bir hikayesi olan Maceracı Yüzgeçler’de kırmızı barbunya balığı Biba da tıpkı etrafımızdaki çocuklar gibi okula gidiyor, arkadaşlarıyla oyunlar oynuyor ve yeni şeyler öğreniyor. Ama tabi bunların tamamını derinlerdeki gizemli dünyasında yapıyor.

Okumaya, araştırmaya ve kitaplara çok ilgi duyan Biba ve arkadaşları, İstanbul Boğazı’nın sürprizlerle dolu dünyasını da keşfetmeye çalışıyor.

Her biri farklı özelliklere sahip bu sevimli balıklarla su altı tahmin edemeyeceğiniz kadar eğlenceli hale geliyor.

“Büyük Gösteri” tüm Bosfori Halkı için tarifi olmayan bir heyecan. Biba ve dostları da bu gösteri için kostümler, dekorlar hazırlıyor ve onlarca prova yapıyorlar.

İçerisinde 7 ayrı macera ve 7 ayrı dünya olan bu gösteride Biba, Çupa, Babu, Tuti, Taka Hamsi ve deniz kızı Alesta her seferinde başka bir akıntıya kapılıp, eğlenceli maceralar yaşayacaklar.


Mühr-ü Cin

Buğra Kekik’in yönettiği Mühr-ü Cin, tiyatro oyuncusu olan Rana’nın, kendisi ve arkadaşlarına musallat olan doğaüstü varlığa karşı mücadelesini anlatıyor.

Rana, müzikal tiyatro oyunlarında oynayan genç bir kadındır. Bir süredir görüşmüş olduğu Eren ile sevgili oldukları gün, eve geldiğinde bazı doğaüstü durumlarla karşılaşır.

Gördüğü şeyler karşısında ev arkadaşı Kübra eve gelene kadar banyoda öylece korku içinde kalmıştır.

Sonraki günler sahnede iş hayatına devam ederken, sevgilisi Eren’le görüşmeye devam etmektedir.

Çevresi Rana’yı halüsinasyon gördüğüne ikna etse de bir süre sonra çevresindeki arkadaşları da gerçeğin farkına varır.

Rana, gördüğü doğaüstü varlığın hem kendisine hem çevresine zarar vermesinden dolayı onunla savaşmayı seçer. Ölümü dahi göze alan Rana, böylelikle kendisine musallat olan varlık ile yüzleşir.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU