Sülün Osman: Hayatım boyunca beni dolandırmaya kalkışmamış tek bir kişiyi dolandırmadım

Tarihimizde hikayeleri polis ve jandarma zabıtlarıyla sınırlı kalmamış geniş bir sahtekar literatürü söz konusu. Bu dolandırıcılardan biri ise halkın hafızasından bir türlü silinmedi: Tarihte bugün 1961’de yakalanarak hapishaneye atılan Sülün Osman

Fotoğraf: Twitter

Başbakanlık ofisi her zamanki gibi hareketliydi. Memleketin dört bir yanından gelen parti temsilcileri Başbakan Tansu Çiller ile birkaç dakika görüşebilmek için özel kalem görevlilerini yakın markaja alırken, üst düzey bürokrat ve bakanlar dahi Hanımefendi’den randevu almak için birbiriyle yarışıyordu. 

Ülkenin en kudretli kadını Çiller’e, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin önemli paşalarından Necdet Öztorun’dan telefon olduğu iletildi.
 

çiller.jpg
Tansu Çiller / Fotoğraf: AA


Hanımefendi, bekletmeden telefonu kabul etti. Sayın Başbakan, muhatabını büyük bir nezaket içinde dinledi.Orgeneral Öztorun, Hanımefendi’den Kemalistler Derneği isimli kuruluşa dönemin parasıyla 5 Milyar Türk Lirası istiyordu. 

Başbakan Hanımefendi, böylesi değerli bir paşayı kıramazdı. Hemen talimat verdi ve ertesi günü örtülü ödenekten 5 milyar Türk Lirası Kemalistler Derneği’nin hesabına yatırıldı.

Emniyet görevlileri kayıtları incelediğinde ise korkunç gerçeği fark etti. Orgeneral Necdet Öztorun, Hanımefendi’yi hiçbir zaman aramamıştı, telefonun arkasında Tansu Çiller’i dolandırmayı kendisine misyon edinen Selçuk Parsadan vardı ve Öztorun’un sesini taklit ederek Çilleri kandırmıştı.

Yaşanan bu hadiseden ne Öztorun’un ne Kemalistler Derneği’nin haberi vardı. 
 


Ülkenin siyaseten en güçlü isminin bu şekilde dolandırılması dahi zaman içinde unutulabildi; fakat dolandırıcılar içinde bir isim aradan yıllar geçse de bir şekilde gündeme gelebilmeyi başardı: Sülün Osman.

Dolandırıcıların şehriyarı Osman, halkın hafızalardan bir türlü silinmedi. Tarihte bugün yani 23 Ocak 1961 yılında yakalanarak hapishaneye atıldı. 


Tarihimiz Sülün Osmalar’la dolu

Khaled Hosseini meşhur “Uçurtma Avcısı” isimli eserinde şöyle bir ifadeye yer verir; 

Yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir. Bir adamı öldürdüğünde bir hayat çalarsın. Karısının onun üzerindeki hakkını, çocuklarının babaları üzerindeki hakkını da. Yalan söylediğinde birinin gerçeği bilme hakkını çalarsın. Çalmaktan daha alçakça bir hareket yoktur.


Hırsızlığın en yaygın türü ise dolandırıcılıktır. Bu terim hukuk dilinde şöyle ifade ediliyor;

Bu suçta fail, hileli hareketlerle mağduru gerçeğe aykırı hal ve vakaların varlığına inandırarak belirli bir fikir ve hayaller oluşturarak amacına ulaşır.


Dolandırıcılığın halk arasındaki bilinen adı ise “Güveni kötüye kullanma suçu” çünkü bu suçta faillerin en büyük silahı güvendir.

Sülün Osman 1961 yılında yakalandıktan sadece bir sene sonra 1962 yılında hapishanede yüzlerce mahkûma “Alın teri ile yaşamak” konulu konferans verecek güveni tekrar tesis edebilmişti.
 


Bu silahı kullanan tek kişi Sülün Osman değildi; tarihimizde hikayeleri polis ve jandarma zabıtlarıyla sınırlı kalmamış geniş bir sahtekar literatürü söz konusudur.


Parasız ressam Yıldız Sarayı'nı dolandırmaya kalktı

Cumhuriyet Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ahmet Yüksel’in belgelerini yayınladığı en önemli sahtekarlarımızın başında Yani Kapoçi geliyor.

Kapoçi, hünerli bir ressamdı; fakat gerekli eğitimi bulunmayan genç bir Rum’du.

Ressamlıkta ilerlemek isteyen Kapoçi, bunun için Paris’e gitmek istedi; fakat gerekli parası yoktu.

Günlerden bir gün aklına hınzır bir fikir gelen genç sahtekar Hariciye Nezaretine bir mektup yazarak başta Sultan Abdülhamid olmak üzere devlet ricalini ilgilendiren birçok önemli mesele hakkında hayati sırlara sahip olduğunu iddia etti.

Bu mektuplar Hariciye Nazırı Ahmed Tevfik Paşa’nın dikkatini çekti ve ilgilenilmesini istedi.

Hayatının tehlikede olduğunu iddia eden Kapoçi, Dışişleri Bakanı Ahmed Tevfik Paşa’ya İstanbul’a gelebilmek için kendisine dönemin parasıyla 150 lira göndermesini rica eder ve bundan pişmanlık duymayacağının garantisini verir.

Tevfik Paşa parayı göndermez; ama Kapoçi’nin iddialarının araştırılması için Atina’daki Osmanlı elçiliğine talimat gönderir. Kapoçi mektubunda şu ifadelere yer vermişti;

…Daha önce de arz eylediğim şekilde, Padişah aleyhine ve aleyhinize bir fesat tertip edildiğini haber aldım. Bu vesileden istifade ederek, bir takım fesatçıya değil, ancak Padişah ile Osmanlı Devleti’ne hizmet etmek istiyorum. Bu hizmeti gerçekleştirmeyi başarmak suretiyle uygun bir istikbal temin etmek niyetindeyim.

Padişahın ülkesinde önemli hizmetlerde bulunacağım noktasında hiçbir şüphe taşımıyorum. İmparator Üçüncü Napolyon’a ilişkin bir tarih kitabında okumuştum. Aşağı tabakaya mensup halktan olan bir İtalyan imparatora güzel hizmetlerde bulunmuş olduğundan Napolyon onu yanından hiç ayırmamıştır.

İşte bendenizde o İtalyalıyı taklit etmek istedim. Size maruzatımı takdim etmekteki aciz maksadım budur. Yoksa 150 lira kazanmak falan değildir. Zaten o miktarda bir parayı herhangi bir tehlikeye bulaşmadan ve sadece kendi sanatımı icra ederek 5-6 ay zarfında kazanabilirim.

Bu hususu dikkate alarak talep ettiğim paranın zaman kaybedilmeksizin gönderilmesine onay vermenizi ısrarla yineler ve bundan pişmanlık duymayacağınızı aynı şekilde temin ederim.

Zaten tereddüde sebep olacak kadar büyük bir meblağ değildir. Benim anlatacaklarım belki sadece bir ağacın dalı budağıdır. Unutmayınız ki ağaç budanırsa dalların yerine yenileri çıkar, hâlbuki ağaç kesilirse dallar budaklar da kurur.

Bu münasebetle bir kez daha tekrar edeyim, parayı gönderiniz ve tanınmış birisi değilim diyerek herhangi bir tereddüde düşmeyiniz.

Düşününüz ki bir fare, bağlarını dişleriyle kemirerek kurtardığı aslana lütufta bulunabiliyor. Dolayısıyla, buradan küçüklerin de büyük hizmetler gerçekleştirebilecekleri neticesi çıkıyor.

 
Genç ve sahtekar ressamın iddiaları Dışişleri Bakanı tarafından oldukça ciddiye alındı. Konu üzerinde dikkatle eğilen elçilik 7 Mart 1902 yılında bakanın vehmini gidermek üzere şu cevabı yazacaktı; 

İddiasını ortaya atalı 5-6 ay geçmiş olmasına rağmen, henüz Kapoçi’nin bildiğini iddia ettiği musibetler -her ne ise Allah'a hamdolsun ki- hiçbirisi meydana gelmemiştir.

Mademki ifşa edeceği sırlar o denli bir öneme sahiptir, o halde kendisi neden bu önemliliği hissettirmek emeline düşmeyerek yapılan davete rağbet etmemiş ve konu hakkında bir nebze de olsa bilgi verme lüzumu hissetmemiştir?

Çizdiği bu görüntüden ve kendisinin adeta serseri grubuna mensup olanlardan bulunmasından hareketle bildiğini iddia ettiği sırrın kıymetli olmadığı ve maksadının para kapmak olduğu anlaşılıyor.

Eğer bu mütalaam ve önceki tahkikatım takdir edilmezse talep ettiği parayı ödeyerek ondan gizli olduğunu iddia ettiği bilginin alınması Padişahın emir ve görüşüne bağlıdır.

 

 


Fakat Atina elçisi Hariciye Nazırının endişelerini tamamen giderememiş olacak ki 18 Mart 1902 yılında ikinci bir mektup daha yazmak zorunda kalacaktı; 

Bazı imparatorluk ricaline ilişkin olarak ve tesadüf eseri öğrendiği sırları bildirmek arzunda bulunduğundan bahisle, doğrudan doğruya iletişim kurabileceği birisinin görevlendirilmesine ve kendisine 150 lira gönderilmesine dair nezaretimize daha evvel Ressam Kapoçi imzasıyla iki Rumca mektup ulaşmıştı.

Bunun üzerine onun hüviyet ve maksadının gizlice araştırılması Atina Elçiliği’nden istendi. Elçi Beyefendi cevap olarak kaleme aldığı yazılarında, yürütülen tahkikat neticesinde Kapoçi’nin sözüne itimat edilmez sıradan bir ressam olduğunun, bu münasebetle maksadının sadece hileyle para koparmaktan ibaret bulunduğunun gün yüzüne çıkarıldığını bildirmiştir.


Osmanlı Devleti Dışişleri Bakanı, Tansu Çiller’in düştüğü tuzağın bir benzerine düşmekten Atina elçimizin feraseti sayesinde kurtulmuştu.


İtalya’nın Faşist lideri Mussolini’yi dolandırmak da bir Türk’e nasip oldu

Rıfat N. Balı’nın “Cumhuriyet Tarihi” isimli eserinde bahsettiği Eyüp Halit isimli dolandırıcının yaptığı sahtekarlık ise ülke sınırlarının ötesine ulaşan bir durum arz ediyordu.
 


Eyüp Halit kayıtlı 68 kadını evlenme vaadiyle kandırıp paralarını çalan bir sahtekardı. Bu davaları dönemin gazeteleri büyük bir ilgiyle takip ediyordu;

Dün Ağır Ceza Mahkemesi’nde meşhur kadın dolandırıcısı Eyipli Halid’in muhakemesine başlandı. Halit her zaman olduğu gibi çok şık giyinmiş ve tıraş olmuştu.

Ancak davacılarla şahitlere yapılan tebligatta sehven 9 Şubat denildiğinden dava zarureten ayın 9 una talik olundu. Halit iki kadından zorla para almaktan maznundur.

Halit mahkemeden evvel bir muharririmize şunları anlatmıştır: 

- Allahtan oldu da ağır cezaya geldim. Burada her şeyi anlatırım. Herhalde beraet kararı alacağım. Yalnız iki aylık mahbusiyet yanıma kâr kalacak. Bir iftira yoluna yatıyoruz.

Asıl dava geçenlerde Sabri Beyin reisliği zamanında olmuştu. Tam 50 tane ecnebi kadın davacım vardı. Hepsi bir dilden anlatıyor. İnsan öyle davalardan zevk alıyor ve uğraşıyor.

Ben bu sefer işe ehemmiyet vermedimdi. Ne ise kaderde dost iftirasile yatmak Da varmış. Kadın sulh hakiminde hem beni tanımadığını söyliyor ve hem de boynundaki madalyondan resmimi çıkarıp iade ediyordu. 


Rıfat Balı’nın iddiasına göre; Eyüp Halit’in dolandırdığı kişiler arasında içli genç kızlar yoktu, İtalya’nın faşist lideri Mussolini de Halit’ten payını almıştı.
 

mussolini.jpg
Benito Mussolini / Fotoğraf: Wikipedia


İddialarını dönemin önemli emniyet komiserlerinden Yaşar Danacıoğlu’na dayandıran Balı şunları aktarıyor; 

Eyüp’lü Halit, Mussolini’yi dolandırıyor. İtalya’nın en büyük, o devrin Avrupa’nın ikinci büyük lideri. Ben diyor size olan sempatim, size olan sevgim, sizin düşüncelerinizi beğenmemden ötürü Sultanahmet Cezaevinde’yim diyor.

Çoluk çocuğum aç diyor evde. Bana yardım edin diyor. Bu da bunu İtalyanca yazıyor çünkü koğuşta, beraber yattığı koğuşta bir İtalyan kasa hırsızı var. Eyüplü Halit’de okuma yazma yok ama biraz Fransızca biliyor.

Tabii Giritli Rumca biliyor. Bu İtalyan’ı görünce Türkiye’nin ortamı da müsait. ‘Binito Mussolini, duçe, Roma-İtalya’ böyle bir mektup attırıyorlar. On beş gün sonra İstanbul başkonsolosu İtalyanların, başsavcı, vali muavini Sultanahmet Cezaevi’ne gidiyorlar.

Duçe’nin, Mussolini’nin parasını getiriyorlar. Cezaevi müdürü diyor ki, ‘Bu diyor beynelmilel sabıkalı, dolandırıcı Halit diyor, Eyüplü Halit. Bu ne anlar faşizmden…’ Çağırıyorlar, gel buraya. Anlatıyor, ‘Ben parasızdım, İtalyan kasa hırsızını görünce aklıma bu geldi,’ diyor.

(Bankalar Caddesi Sergisi vesilesiyle Yaşar Danacıoğlu ile yapılan görüşme, 14 Eylül 2000. Görüşen ve bandı çözen kişi Jaklin Çelik. Kaynak: Esra Danacıoğlu arşivi.) 


Yani Kapoçi, Eyüplü Halit, Selçuk Parsadan çoktan unutulup gitti; çünkü onlar sadece çalmak için çalıyorlardı.

Oysa 59 sene önce suçüstü yapılarak yakalan Sülün Osman ne köprü sattığı ne de Haliç’i kiraladığı için değil; farklı bir sebepten dolayı halkın hafızasından silinmemişti.

O farkın ne olduğunu en iyi bilen kişi de Sülün Osman’dan başkası değildi ve durumu şöyle açıklamıştı;

Benim dolandırdığım insanlar dolandırıcıydı aslında. Yani bana yaklaşma sebepleri beni dolandırmaktı. On tane bilezikle geliyorum adamın önüne akşam vakti. Kuyumcunun kapısındayız. Ve dükkân kapalı.

Karımın hastalığını anlatıyorum, acilen bilezikleri bozdurmam gerektiğini, o an nöbetçi eczaneye gidip hastaneden istedikleri ilaçları almamın şart olduğunu söylüyorum falan. Hakiki olsalar bileziklerin fiyatı bin lira.

Diyorum ki 300 liraya ihtiyacım var. Paranın gerisi umurumda değil, yeter ki karım ameliyat masasında kalmasın. Adam sabah kuyumcuya gidip bilezikleri bin liraya bozdurabileceğini ve birkaç saat içinde havadan 700 lira kazanacağını düşünüyor. O arada benim ayakçım da ortaya çıkıyor ve o almak istiyor bilezikleri.

Telaşlanıyor adam kazanç imkânı kaybolacak diye. 300 lirayı verip alıyor bilezikleri, be de kayboluyorum ortalıktan. Adam ertesi sabah kuyumcuya gidip de bileziklerin sahte olduğunu öğrenince, dolandırıldım, diye karakola gidiyor. Ben aranıyorum.

Demiyorlar ki ona, be adam 1000 liralık bileziği 300 liraya almayı düşünürken aklında ne vardı, diye. Gayet açık ki, beni dolandırmayı planlamıştı. Ben hayatım boyunca beni dolandırmaya kalkışmamış tek bir kişiyi dolandırmadım.


Sülün Osman muhtemelen bu sözleriyle de kendisini aklamak sahtekarlığının peşindeydi; fakat en azından yaptığı suça ahlaki bir dayanak peşindeydi.

Oysa dolandırıcılıkta bugün Tosuncuk olarak tanınan Mehmet Aydın gibi saadet zinciri sahtekarları olabileceği gibi kaskosuz aracını kazadan hemen sonra sigortalandıran kişiler de dolandırıcılık tanımının sınırlarında yer alıyor.  

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU