Dünya ekonomisi ve siyaseti yeniden şekillenirken...

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Twitter

Soğuk Savaş döneminin dünya ekonomi-politiğini anlamak nispeten kolaydı.

Bir yanda ‘Batı’ alemi vardı: ABD’nin liderliğinde hiyerarşik olarak hizaya dizilmiş emperyalist ülkeler ve onların ‘komünizm tehdidi’nden ‘koruyup kolladığı’ sömürge ve yarı-sömürgeleri...

Diğer tarafta ise dev bir bürokratik aygıtın yönettiği Sovyetler Birliği ve ona bağlı ‘Doğu Bloku’: İkinci Dünya Savaşı sonrası Sovyet hakimiyet alanında kalan ve Moskova’ya bağlı bürokratik aygıtlarca yönetilen ülkeler...

Aynı dönem ‘Batı’nın ve Sovyetler Birliği’nin hakimiyet alanı dışında kalan bir diğer fenomen de Çin’di...

1970’lere kadar, kapitalist dünyada, İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıntıları üzerinde yükselen bir ekonomik genişleme dönemi yaşandı. Bu ‘refah devleti’ ekonomisini de mümkün kıldı.

1970’lerle birlikte ise rüya sona erdi. Küresel ekonomik kriz patlak verdi.


Sovyet-Çin rekabeti

Sovyetler Birliği ve Çin arasındaki gerilim de 1970’lerde giderek tırmanmaya başladı.

Enteresandır, 1970’ler hem Sovyetler Birliği’nin hem de Çin’in ‘emperyalist Batı’yla giderek artan hacimlerde ticari ilişki geliştirdiği dönem oldu.

Öyle ki, birbirleriyle girdikleri rekabet, Çin’in Sovyetler Birliği’ni ‘baş düşman’ ilan etmesine kadar vardı!

Öte yandan, Batı’yla geliştirilen ekonomik ilişki büyüdükçe, ekonomik krizin kapitalist dünyaya göre çok daha kırılgan ekonomilere sahip Doğu Bloku’na sirayet etmesi kaçınılmaz hale geliyordu.

Bürokratik rejimin yarattığı hantal devlet ve ekonomi yönetimleri krizle başa çıkamadı.

Sovyetler Birliği, 1980’lerde iyice görünür hale gelen krizine çözüm olarak Gorbaçov döneminde formüle edilen ‘Perestroyka’yı, yani ‘yeniden yapılandırma’ adı altında ekonominin kapitalist restorasyonu politikasını geliştirdi.

Yanına bir de ‘Glasnost’ diye anılan ‘açıklık’ ya da demokratikleşme politikası eklendi.

Çin Komünist Partisi (ÇKP) ise daha temkinliydi; Tiananmen katliamıyla, ülkede bir ‘Glasnost’ falan uygulanmayacağı açıkça ilan edildi.

Ama ‘perestroyka’ konusunda durum farklıydı. Tiananmen katliamını takip eden süreçte dünyada ilk defa bir ‘komünist parti’, üyelerine “Zenginleşin” talimatı verdi!

Çin kendi ‘perestroyka’sını bu şekilde uygulamaya koyuyordu.


Doğu’nun çöküşü

Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla başlayan dönem, ‘Doğu’nun talan edilmesi pahasına ‘Batı’ kapitalizminin krizinin ertelendiği dönemdir.

Öyle ki, Sovyetler Birliği’nin her bir tüyünün ayrı bir dala takılıp parçalandığı 1990’lardaki süreçle, 25 milyona yakın Sovyet vatandaşının yaşamını yitirdiği İkinci Dünya Savaşı sürecini karşılaştıran aklı başında iktisatçılar, Sovyetler Birliği’nin çöküşünün Sovyet vatandaşlarına İkinci Savaş’takinden çok daha büyük bir yıkım yaşattığını tespit etti.

Nasıl mı?

Ortalama yaşam beklentisi, kitap okuma, eğitim ve sağlık hakkından yararlanma oranları her sene dramatik rakamlarda düşüş gösterirken; suç oranı, fuhuş, beslenememe ve eşitsizlik de aynı dramatik oranlarda yükseldi.

İnsanlar hayatlarını kaybetmese bile hayatlarından verdiler. O kadar çok verdiler ki, 25 milyon kişinin ölmesinden daha büyük bir felaket ortaya çıktı.

Çin’de ise bir ‘ucuz emek cenneti’ yaratıldı ve ÇKP kendi vatandaşlarını sadece beslenme karşılığı çalışan köleler haline getirdi.

‘Beslenme’den kasıt ‘masa kurma’ değil tabii!..

Çan Kay Şek’in yaygın açlık yaşanan Çin’inden Mao’nun ‘günde üç öğün’ mucizesine sıçrayan Çin, artık yarı-köle bir toplum yaratmış, insan hayatını kemire kemire büyüyordu...


‘Yeni Dünya’ya doğru

Ne var ki, bahsettiğimiz ülkelerde önemli gelenekler var.

Rusya, eski Sovyet mirasının büyük bölümünü kaybettiği 1990’ların etkisini 2000’li yıllarda KGB’nin de yaslandığı ‘Büyük Rus Şovenizmi’ geleneğiyle yavaş yavaş atlatmaya, en azından elinde kalanları korumaya başladı.

Rusya, talana alışmış ‘Batı’yı artık karşı hamlelerle durduruyor, kimi durumlarda yeni hamleler geliştiriyor.

Zengin doğal kaynakları ve silah endüstrisi bu hamlelere imkan sağlıyor. Kendi iktisadını, teknolojisini, stratejisini yeniden inşa ediyor.

Aslında ‘Putinizm’i, emperyal ‘Büyük Rus Şovenizmi’nin yeniden üretilmiş hali olarak da tanımlayabiliriz.

Çin de uzun süre ‘ucuza çalışan millet’ olarak, buna karşılık devasa büyüme ve ihracat rakamları tutturarak ve tüm kazancını Amerikan Hazine bonolarına yatırarak ilerledi.

Böylece o bonolar dolayımıyla ABD ekonomisine göbekten bağlı, bir yarı-kölelik ülkesi doğmuştu. Ya da biz öyle zannediyorduk.

O süreç bitti.

Çin, ÇKP’nin hiyerarşik düzeni altında, artık köle gibi çalışıp Amerikan Hazine bonoları alan bir ülke olmaktan çıktı.

Dünyanın her yanında her şeyi alıyorlar. Otomotiv devlerini aldılar, ortak oldular. Mobil telefonda dünyaya meydan okuyorlar.

Afrika’da büyük topraklar satın aldılar. Limanları topluyorlar. Misal, son olarak Kenya’nın gümrükleme işi artık Çinlilerin. Fransa’da üzüm bağları bile alıyorlar!

Ve Çin, şimdi başta donanması olmak üzere ordu modernizasyon projesini hayata geçiriyor.

Sadece iktisadi olarak değil, siyasi ve askeri olarak bir dünya gücü haline gelme niyetini açıkça ortaya koyuyor.

Bu ‘yeni bir dünya’ demektir.


Şimdi üç soru sorabiliriz.

Birincisi, bu ‘yeni dünya’ yeni bir ‘dünya savaşı’ olmadan kurulabilir mi?

‘Dünya savaşı’ dediğimiz mevhum dünyanın iktisadi olarak yeniden paylaşımı dönemlerine dair bir fenomendir zira.

Ve Pasifik’ten bizim topraklarımıza kadar her yerde yaşanan bölgesel savaşlarda, savaşan tarafların elindeki ‘yerel’ bayrakları çekip aldığımızda esas bayrakları görebiliyoruz.

O halde ikinci soruyu soralım: Emperyal kuvvetler ve onlara katılma hevesindeki yeni kuvvetler enerji ve karbon salınımıyla endüstriyel, pazarlarda ise siyasi, iktisadi ve askeri mücadeleler verirken ‘yeni dünya’da canlı yaşam devam edebilecek mi?

Son bir soru: Sizce Türkiye’deki iktidar bu dünya manzarası içinde bir o yana, bir bu yana salınarak, nasıl bir ‘stratejik derinlik’ geliştiriyor?

Bahar geldiğinde ‘millet bahçeleri’nde ferah ferah yuvarlanabilir miyiz?

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU