Türk kadınına demokratik hakları altın tepside mi bahşedildi?

“Cumhuriyet kadını” imajı ile Türk kadınının politik haklarının tek parti döneminde altın tepside bahşedildiği tezi, Nezihe Muhiddin’in oldukça elemli hayat hikâyesi ile çelişiyor

Fotoğraf: Twitter

İstanbul Sözleşmesi” ile başlayan tartışmalarda ailenin konumunun feminist hareketlerce sarsılmaya çalışıldığı iddiası son günlerin popüler konuları arasında.

Buna karşın kadına yönelik tırmanan şiddet ve kadının toplumsal hayattaki yerinin istenilen noktada olmadığını düşünen kadın hareketleri ise politik duruşundan taviz vermemek hususunda oldukça kararlı. 

Bu tartışmalar sürerken bazı kesimler, Türk kadınının demokratik haklarını tek parti döneminde kolayca kazandığını, fakat son yıllarda muhafazakâr temayülleri bulunan bir hükümetle kadınların toplumsal hayatın dışına itildiği görüşü yeni tartışmaları da beraberinde getiriyor.

“Cumhuriyet kadını” imajı ile Türk kadınının politik haklarının tek parti döneminde altın tepside bahşedildiği, kadınların bu konuda ciddi bir hak arayışında bulunmadığı ve Mustafa Kemal Paşa’nın “Afet İnan, Satı Kadın…” gibi karakterler eliyle Türk kadınına demokratik haklarını kendi inisiyatifiyle verdiği tezi Nezihe Muhiddin’in oldukça elemli hayat hikâyesi ile çelişiyor.

Süfrajet Hareketi Türk kadının da içini titretti

4 Haziran 1913 yılında İngiltere Kralı V. George, Epsom Kraliyet Yarışını izlemek için hipodroma gelmişti.

Oldukça yoğun bir kalabalık yarışın başlaması için yerini almıştı. Abartılı rakamlar olmasına rağmen o gün hipodromda bulunanların sayısının on binleri bulduğu düşünülüyordu. 
 

Emily Davison.jpg
Emily Davison / Fotoğraf: The Sun


Her şey rutin bir şekilde devam ederken Emily Davison isimli kadın birdenbire yarış pistine atlayarak elindeki flamalarla Kral George’nin bulunduğu locanın önüne geldi ve kadınların siyasi haklarını talep eden mottoları yüksek sesle söylemeye başladı. 

Bu hadise yaşandığı sırada yarış başlamış, korkunç büyüklükteki İngiliz atları Bayan Emily’in üzerine doğru geliyordu.

Eylemin heyecanıyla atların kendisine doğru geldiğini fark edemeyen Emily yarış pistinden ayrılmadı ve atlar da pistte bir kadının olabileceğini görmeden tüm hızıyla Kral George’nin locasının bulunduğu bölüme doğru koşuyordu.

On binlerce kişinin gözleri önünde İngiliz yarış atları Bayan Emily’nin üstünden geçerek onu ağır bir biçimde yaraladı.

Hemen hastaneye kaldırılan Emily, 4 gün boyunca korkunç acılar çektikten sonra 8 Haziran 1913 yılında hayatını kaybetti.
 

Emily Davison ezilme.jpg
Emily Davison'un ezilme anı / Fotoğraf: YouTube 


Süfrajet olarak bilinen kadın hareketleri Emily’nin korkunç ölümünden sonra politik eşitlik taleplerini daha yüksek sesle dillendirdi.

Bu sese kulak verenlerden birisi de Osmanlı kadının hakkını müsavi şartlara taşımaya gayret eden ve Cumhuriyet kurulduktan sonra da bu mücadelesini sürdürecek olan Nezihe Muhuddin idi.


Devrinin alışık olmadığı bir kadın profili: Nezihe Muhuddin

Nezihe Muhuddin’i anlatmaya Mine Söğüt’ün “Deli Kadın Hikâyeleri” isimli eserindeki şu şiirsel tanım ile başlamakta fayda olacaktır:

Size kadınlıkla lanetlenmiş bir varoluş hezeyanı anlatacağım. 

Sizi saçlarının ve ayaklarının ucu arasında olup biten şeylerden ibaret, doğurmaya mahkûm, çocuklarını kaybetmeye mühürlü, yalnız, yapayalnız bir kalabalıkta dolaştıracağım. 

İçlerine açılan kapıların arkasına saklanmış kadınların delirerek bedenlerinden dışarı açtıkları pencereden bakacağım. 

O pencereden tekrar ve tekrar ve tekrar kendimi aşağı atacağım.


Size Nezihe Muhuddin’in iftiralar, yasaklar ve sansürlerle unutturulan hayatını anlatacağız.
 

nezihe muhuddin 1.jpg
Nezihe Muhuddin / Fotoğraf: kadineserleri.org


Nezihe Muhuddin dosyasının tamamında Yaprak Zihnioğlu’nun “Nezihe Muhuddin Bir Osmanlı Türk Kadın Hakları Savunucusu” adlı akademik çalışmasını referans alarak Cumhuriyet’in makbul kadın tanımının dışına çıkan bir hanımefendinin başına gelen trajikomik öyküyü aktaracağız.


Erkek gibi kadından kadınca bir tasavvura

Türk modernleşmesinin Tanzimat süreci ile beraber temel tartışma sahasına aldığı konulardan birisi de kadının toplumsal konumdaki yeriydi.

Özellikle cariyelik türünden meseleler Ahmet Mithat Efendi, Namık Kemal ve Şinasi gibi önemli aydınlar tarafından, döneminde toplumu şekillendiren en temel ideolojik aygıt kabul edilen edebiyat sahasında, yoğun bir biçimde işlenmiş ve ciddi bir kamuoyu oluşturulmuştu.

Cariyeliğin dışında; görücü usulündeki sıkıntılar, çok eşlilik ve kadınların sokağa çıkmasıyla ilgili sorunlar da edebiyat sahasının işlediği kadına dair konuların arasındaydı; zaman içerisinde Fatma Aliye ve Emine Seniye gibi güçlü kadın kalemler de kamuoyunda görünür olarak kadın tartışmalarına dahil oldu.

Bu süreçte resmedilen kadın profilleri erkeğe dair özellikler gösterdikçe kahraman, vatanperver veya güçlü kabul ediliyordu.

Örneğin; Namık Kemal’in büyük yankı uyandıran “Vatan Yahut Silistre” eserinde Zekiye karakteri bir erkek gibi giyinerek Yunan Harbi'ne katılması takdir edilen bir unsur olarak karşımıza çıkıyor.
 

fatma aliye.jpg
Fatma Aliye / Fotoğraf: biyografya.com


Fatma Aliye’nin romanlarında da kadınların, bir erkek gibi evin sorumluluğunu üstüne alırken kadınlık çizgisinden taviz vermemesi yine dönemin takdir edilme unsurlarından kabul ediliyordu. 

Özetle kadın kriz zamanlarında erkeğin rolünü çaresizlikten dolayı üstlendiğinde kahraman kabul ediliyordu; ama hiçbir gerekçe yokken bir kadının çalışma hayatına girmesi ya da politik bazı haklar talep etmesi akıl ile bağdaşan bir talep olarak görülmüyordu.

Bu durum İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesi ile köklü bir şekilde değişmeye başladı.

Nezihe Muhuhiddin’in önceleri kadının toplumsal hayatındaki yerine dair geliştirdiği söylemleri Cumhuriyet’in ilan edilmesi ile kadının politik hayatta da eşit haklara sahip olmasını talep eden görüşlere evirilmişti. 

Cumhuriyet rejiminde ise kadın, kendi başına güçlü ve tekil bir meseleden ziyade medeni kanun çerçevesinde ele alınan bir zaruret, daha sığ bir ifade ile modernleşmenin getirdiği bir zorunluluktan ibaret görülüyordu.

Oysa Nezihe Muhiddin meşhur “Türk Kadını” isimli eserinde hedef ve yöntemini şöyle açıklıyordu;

Bizim kuvvetli iddiamız, ihtiyacat ve icabat-ı hazıra bizi nerelere sevk ediyorsa kadının behemehâl orada bir mevkii olmasıdır. Bunun iyin vaz edeceğimiz düstur da bundan ibarettir; Kadının muvaffak olabileceği her işte memlekete müfit olmak.

Hâlbuki bütün bu mecburiyetler, zaruretler karşısında kadına aydan saha-i mesai, süprüntücülük, devair hademeliği ile yarısından ziyadesiyle erkeklerin işgal ettiği inas mekatibi muallimliğinden ibaret kalıyor. Kadının her meslekte yerini almasını zaruri görenlerden biriyim. Kadın doktor, avukat, tüccar, memur, muallim, san'atkar, mebus hatta vekil olmalıdır ki kadın hayatını tanzim eden münevver ve nazım zümre arasında kadın varlığını hissettirebilsin.


Muhuddin’in satır arasında değindiği bir mesele memlekette ciddi bir krize dönüşecekti; o, açıkça kadınların mebus (milletvekili) olabilmelerini talep ediyordu ve bunu hayatın doğal akışı içerisinde bir zorunluluk olarak görüyordu.

Kadının birçok meslekten men edildiği bir ortamda böyle bir talepte bulunan Muhuddin, daha Cumhuriyet ilan edilmemiş ve hatta Cumhuriyet Halk Fırkası kurulmamışken “Kadın Halk Fırkası”nı (KHF) kurmak için harekete geçti.

Nezihe Muhuddin’in kurmaya karar verdiği partinin programındaki ikinci madde Ankara yönetiminde rahatsızlığa sebep oldu.

Bahsi geçen maddede Kadın Halk Fırkası üyeleri şöyle diyordu; 

Hukuk-ı siyasiyyemizin istihsali ancak istihkak {hak etme} ve liyakate münevvit bulunduğu cihetle, Türk kadını memleketin siyasi, içtimaı, iktisadi en mühim mesail-i hayatiyyesinde mütebariz bir şahsiyet, kabiliyet ve failiyyet isbatına muvaffak olunca bütün bu safhat-i tekamüliyyenin muhassalası olan hakk-ı siyasisini temin edecek, bir umde ilavesine hak kazanacaktır.


Kadınlar Halk Fırkası, erkeklerle eşit siyasi temsiliyet talep ediyordu ki bu durum ancak gülünç olarak kabul edilebilirdi.

Parti programının Ankara’dan kabul almasını bekleyen KHF, cevabın gelmesini beklemeden 1923 yılında bir kadın kongresinin tertiplenmesi için harekete geçti.

Kongre sürecinde çeşitli demeçler veren Muhuddin, gelen tepkiler üzerine “İlk zamanlar için yalnız münevver kadınlar hukuk-ı siyasiye talep edecektir” diyerek her kadının değil, sadece bilinçli kadınların bu siyasi hakları talep edeceğini söyledi ve havayı yumuşatmaya çalıştı.

Fakat ilerleyen konuşmalarında Muhuddin, kendilerine yönelik sert eleştirilere aynı sert üslupla cevap vererek şunları söyledi:

Onlar bize vermeseler bile biz onları (hakları) alacağız. Hiç şüphesiz hak, azmin, fiilin ve liyakatındır. Kadınlarımızın, şu on beş seneden beri ibraz ettiği fikr-i teşebbüs ve faaliyyet o mevkilere oturmak için bize bir hak bahşetmiştir. Memleketin ihtiyacat-ı hakikiyyesi de o mevkilere bizim sahip olmaklığımızı emrediyor.


Nezihe Muhuddin’in fitilini ateşlediği yangın ülkenin en temel meselelerinden birisine dönüştü.

Ülkede neredeyse her gün gazete ve mecmualar kadınların siyasi teşebbüsü hakkında yayınlar yapıyordu.

Yayınların birçoğu Türk kadınını aşağılayacak cinsteydi ve böyle bir teşebbüsün ilgi görmeyerek akim bulacağı öne sürüyordu.

Kadınlar Halk Fırkası'nın önemli temsilcilerinden birisi olan Nimet Rümeyda meydan okurcasına şu açıklamayı yapacaktı:

Türk kadınının, garb kadınlarından çok geri olduğunu iddia edecek kadar garabet gösterecek yazılar bizim azim ve imanımız1 daha ziyade takviye edecektir.

Biz ne mebus olmak istiyoruz, ne de siyasi cereyanlar peşinde koşmak niyetindeyiz. Bizim en birinci emelimiz içtimaı ve iktisadi gayelerin tahakkukunu görmektir. Çalışacağız ve ispat edeceğiz ki kadın bir memleket için na-kabil-i ihmal bir kemiyyettir.

Bunu ispat ettikten sonra da hakkımızı isteyeceğiz. Daha doğrusu: ‘Veriniz!’ demeyeceğiz. Alıncaya kadar çalışacağız…


Parti kurulmasına izin çıkmaz

Nezihe Muhuddin’in Genel Başkanlığında KHF kurulamadı; ama ciddi bir kamuoyu oluşturan bu kadın hareketine “Kadın Birliği” isminde bir cemiyet kurma izni verildi.
 


Bu süreçten sonra Muhuddin söylemlerini yumuşatmış gibi görünse de hedefinden vazgeçmedi ve 1925 yılında bir kadın anayasal hakkı olmadığı halde bağımsız milletvekili adayı oldu.

Şeyh Said İsyanının başladığı ve Kazım Karabekir’in kazan kaldırarak iktidardan koptuğu bir süreçte Nezihe Muhuddin’in yaptığı destursuz bağa girmekti.

Bu ve benzeri hamleler cezasız kalamazdı; Çankaya Köşkü’nün keskin iki kalemi Yunus Nadi ve Falih Rıfkı Atay mürekkebinin hedefini Nezihe Muhuddin’e çevirdi.

Eleştirilerin içeriği çoğunlukla ya alay idi ya da “Mühim meseleler varken hanımların siyaseti yapmasının sırası mı?” şeklindeydi.

Yunus Nadi, kadınları reklam peşinde koşmakla itham ederek şunları yazar;

Cemiyetin faideli işler gören hanımlarımız da vardır. Fakat onlar o kadar meşguldürler ki İstanbul intihabatı vesilesiyle propaganda veya reklam yapmaya düşünmeye bile vakitleri olmaz… Onlar için hayat ciddi, ötekiler için de eğlencedir (Nezihe Muhuddin kastedilir)… 


Bu tartışmaların yapıldığı sırada Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapanmış, Şeyh Said İsyanı ve sonrasında kurulan İstiklal Mahkemeleri ile birçok gazeteci yargılanıyordu ki bu gazetecilerin pek çoğu Nezihe Muhiddin’in ilişki halinde olduğu kimselerdi.

Hatta kadınların seçilmesi hakkında süren tartışmalarda Muhiddin, Kazım Karabekir Paşa’nın açık desteğini alarak okları iyice üstüne çekmişti:

Hiç şüphe yoktur ki kadınların teceddüd ve terakki yolunda erkeklerden geri kalmalarını arzu etmiyoruz. Onlar da çalışırlar ve bu mesaide devam edeceklerdir. Kadınlık aleminde vücuda gelen her teceddüdü şükür ile karşılamaktayız.

Kadınların hayatın her sahasında muvaffak olmaları esastır. Fakat kadınların mebus olmaları Teşkilat-ı Esasiye Kanununun ruhuna muhaliftir... Kadınlar henüz intihab edilmek (seçilmek) değil, intihab etmek (seçmek) hakkına bile malik değildirler.

Binaenaleyh mebus olmadan evvel müntehib olabilmek için çalışmaları lazım gelmez mi?
 


Medyada sansürlenen, davaya ihanet etmekle suçlanan ve bir vebalıymışçasına herkesin kaçıştığı Kazım Karabekir Paşa’nın iltifat ve tavsiyelerine “Kadın Birliği” şükranlarını sunmakta gecikmez.
 


Artık Nezihe Muhuddin için karar verilmişti, mutlaka tasfiye edilmeliydi. Nezihe Muhuddin, meclise kadar sıçrayan her tartışmaya cevap veriyordu, sözünü sakınmak gibi bir kaygı taşımıyordu.


Nezihe Muhuddin kongrede usulsüzlük ve bütçede yolsuzluk yaptı iddiası

1927 yılında Kadın Birliği’nin yaptığı kongrede Nezihe Muhuddin cemiyetin yeniden lideri olmayı başardı; kamuoyu ve basına açık yapılan kongreden kısa bir süre sonra hükümete yakın bazı muhalifler Nezihe Muhuddin’in kongrede usulsüzlük yaptığını iddia ederek şayiaya sebep oldular.

İddialara hükümet müdahil oldu ve cemiyetin merkezi polisler tarafından basılarak aramalar yapıldı. Cemiyetin genç kızlarının düzenlediği kampa polislerin müdahale ederek çadırlarını dağıtması gerilimi iyice artırdı.

Polisin yaptığı teftiş ve aramalarda Nezihe Muhuddin’nin cemiyetin kasasından 500 lira çaldığı iddia edildi.

Cemiyetin faaliyetleri durdurularak Nezihe Muhuddin hakkındaki tahkikat genişletildi. 

Medyada haberler şu şekilde verilerek şahsiyet cellatlığının son safhası da tamamlanıyordu:

Nezihe Muhiddin Hanımın Kadm Birliğini feci bir vaziyete düşürmesinden son derecede müteessir olan bazı hanımlar kendi aralarında bir kongre akdine lüzum gördüler. 


Nezihe Muhuddin’e açıkça bir darbe girişimiydi ve kadın hakları için mücadele eden bu kadının kalemi Ankara’nın en tepesinde kırılmıştı.

Nezihe Muhuddin pes etmedi 1930’lu yılların muhalif dalgası Serbest Cumhuriyet Fırkası'nda mebus adayı oldu. Ne yazık ki orada da emellerine ulaşamadı ve SCF kapandı. 

Nezihe Muhuddin sonrasında köşesine çekildi ve Cumhuriyet’in kadın meselesinde gerçekleştirdiği devrimleri uzaktan uzağa izledi.

Muhuddin, kimseden bahş veya lütuf beklemeden kadın haklarını almaya teşebbüs etmişti; fakat Cumhuriyet’in çizdiği makbul vatandaş sınırlarının kadınlar için de keskin kuralları vardı.

Oysa Nezihe Muhuddin kural dinleyebilen bir kadın değildi, bu ise ona pahalıya mal oldu.

Afet İnan ve nicesi, Cumhuriyet’in makbul kadın prototipi olarak kamuoyuna takdim edilirken Türk kadını için her satıhta mücadele etmiş Nezihe Muhuddin’in tüm izleri tarihten yok edilmeye çalışılıyordu.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU