Erdoğan’ın “Katliam tehdidi altındalar” dediği Kuloğulları, Türk korsanların torunları

Erdoğan, Hafter’in Libya’da "Köroğlu Türkleri’ni" etnik temizliğe tabii tuttuğunu söyledi. Erdoğan’ın Köroğlu dediği Kuloğulları, yüzyıllar boyunca buraya Ege illerinden gelip Akdeniz’de korsanlık yapan Türk gençlerinin soyundan gelen bir topluluk

Kuzey Afrika'daki Türk korsanları Akdeniz'i kontrol altında tutuyordu / Fotoğraf: Twitter

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti Grup Toplantısı’nda Libya’daki gelişmelerle ilgili yaptığı değerlendirmede Halife Hafter’in sayıları bir milyonu aşan Osmanlı bakiyesi "Köroğlu Türkleri'ni" etnik temizliğe tabi tuttuğunu ileri sürdü.

Erdoğan’ın açıklamasının ardından herkes “Kim bu Köroğlu Türkleri?” diye sordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Köroğlu kelimesi bir dil sürçmesinden ibaret.

Köroğlu Türkleri denilen grup Cezayir, Tunus ve Libya’da yaşayan ve Osmanlı kökenli “Kuloğulları” adlı topluluğa verilen bir adlandırma.

barbaros11.jpg
Türkler, Kuzey Afrika'ya Barbaros Hayrettin Paşa ile adım attı / Fotoğraf: Twitter

 

Kuloğulları’nın hikayesi Barbaros ile başlıyor

Kuloğulları’nın hikayesinin başlangıcı 1510’larda Barbaros Hayrettin Paşa’nın Cezayir’e adım attığı döneme dayanıyor.

Barbaros Hayrettin Paşa’nın Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı hakimiyetine girmesiyle birlikte Türkler önce Cezayir’i ardından bugünkü Libya ve Tunus’u ele geçirdi.

O dönemde “Garp Ocakları” adıyla anılan bu üç ülkenin kendine özgü bir yönetimi vardı.

Buralarda asıl güç “Dayı” denilen Yeniçeri Ocağı’nın başlarındaki kişilerdeydi.

Ege illlerinden bekar Türk gençleri toplanıyordu

Ancak Garp Ocakları’nda olan Yeniçeri Ocağı’nın İstanbul merkezli Yeniçeri Ocağı’ndan farkı vardı.

Buradaki askerlere Osmanlı donanmasındaki deniz askerleri gibi “Levent”de deniyordu.

Çünkü onlar da İstanbul’daki Yeniçerilerin tersine ağırlıklı denizlerde savaşıyordu.

İstanbul’daki Yeniçeri Ocağı, Hristiyan ailelerden alınan çocukların devşirilmesinden oluşurken Garp Ocakları’ndaki Yeniçeri Ocağı ağırlıklı olarak bugünkü Ege illerinden toplanan bekar Türk gençlerinden oluşuyordu.

Her yıl ya da birkaç yılda bir Cezayir’den Libya’dan Tunus’tan gelen gemiler, bugünkü Çeşme veya Kuşadası’na demirler ardından yola çıkan tellaklar Muğla, Aydın, İzmir, Manisa, Denizli gibi illeri dolaşarak kendilerine gönüllü olacak gençleri toplardı.

Bu gençler bir daha kolay kolay memleketlerine geri dönmeyeceklerini bilirdi çünkü şartlardan biri de dönmeme şartıydı.

16. yüzyıldan 19’uncu yüzyıla kadar onbinlerce genç bu şekilde Garp Ocakları’nın yolunu tuttu.

Resmi korsanlık dönemi

Katılımların bir nedeni ganimet hevesiydi.

Çünkü her Garp Ocakları’nın en büyük geliri “Deniz Akıncılığı” daha açık adıyla korsanlık faaliyetlerinden elde edilen gelirdi.

O dönemlerde bir çok devlet kendi adına korsanlık faaliyetlerini destekliyordu. Bağımsız korsanlar kadar her devletin kendi adına çalışan korsanlık yapan denizcileri de vardı.

Garp Ocakları’ndaki Yeniçeriler de bir nevi Osmanlı devletinin izniyle resmi korsanlık yapıyor, ganimetlerden devlete de vergi veya hediye olarak pay gidiyordu.

Yerli kadınlarla evliliklerden doğan bir nesil

Garp Ocakları’nda üstlenen “Levent” diye de tabir edilen Osmanlı korsanları 16.’ıncı ve 17.inci yüzyıllarda sadece Akdeniz kasıp kavurmuyorlar zaman zaman Atlas Okyanusu’nda bile faaliyet gösteriyorlardı.

Hatta Hollandalı bir kaptan iken Osmanlı himayesine girerek “Murat Paşa” adını alan denizcinin komutasında 1627 yılında bugünkü İzlanda’yı dahi yağmalamışlardı.

Kimi kaynaklar 1630’lu yıllarda Cezayir’deki Yeniçeri Ocağı’nın mevcudunun 27 binleri bulduğunu öne sürer.

Garp Ocakları’na giden gençlerin bir kısmı zamanla oradaki yerli kadınlarla evlenip ailelerini kurdular.

Yerli Arap ve Berberi kadınlarla yaptıkları bu evliliklerden doğan çocuklarına o dönemde askerlere verilen “Kul” adından dolayı “Kuloğlu” denmeye başladı.

Zamanla artan sayıları ile Kuloğulları bir topluluğa dönüşmeye başladı.

Daha az savaşçı gelince iş Kuloğulları’na düştü

18. yüzyıla gelindiğinde artık Garp Ocakları’nın Osmanlı ile ilişkileri zayıflamaya başlamıştı.

Korsanlık eskisi kadar gelir getirmediği gibi Batı’daki gelişmelerden dolayı daha tehlikeli olmaya başlamıştı.

Ayrıca artık eskisi kadar Ege’den gönüllü toplamak da zordu.

Eskisi gibi Ege’de savaşçı toplayamayınca Garp eyaletleri Yeniçeri Ocakları’nda azalan savaşçı gücünü artık bir topluluğa dönüşen nesilleri devam Kuloğulları’ndan karşılamaya başladılar.

1881’de Tunus, 1911’de Libya’da artık bir Osmanlı toprağı olmaktan çıksa da Kuloğulları, şehirli bir topluluk olarak her zaman bulundukları ülkelerde etkin olmaya devam etti.

Bu ülkeler Osmanlı hakimiyetinden çıktıktan sonra da oralarda kalmaya devam ettiler.

Türk kökenlerini biliyorlardı ama aileleri on yıllardır orada olduğundan artık o ülkelerin bir parçası olmuşlardı.

İstanbuli, İzmirli gibi soyadları onların geçmişi hakkında fikir veriyordu.

Sayıları 10 milyon civarında

Afrika uzmanı Prof. Dr. Ahmet Kavas, Kuzey Afrika’da bir Osmanlı nesli: Kuloğulları adlı çalışmasında Kuloğulları’nı şöyle anlattı:

Cezayir’i ele geçiren Fransızlarca, buradaki Türk kökenli kimselere Kouloughlis denmiş. Bu tanımlama özellikle Indiana Üniversitesinin dikkatini çekmiş ve “kuloğulları” hakkında bu üniversitenin bünyesinde üç önemli çalışma yapılmış. Konu hakkındaki son araştırmalardan birini yapan John Douglas Ruedy’e göre bu bölgedeki Türklere “kuloğlu” denilmesinin nedeni; Osmanlı tarafından buraya atanan yeniçerilerin “elit” bir zümreden gelmiş olması. Yine bu araştırmaya göre bölgedeki halkla kaynaşan kuloğullarının nüfusu: Tunus, Libya ve Mısır’daki Türkler de dikkate alındığından yaklaşık 10 milyon civarında. 2008’deki Cezayir Türk Büyükelçiliğinin rakamlarına göre ise Cezayir’de yaklaşık 2 milyon Türk kökenli insan yaşıyor. Bunların bir kısmı hâlâ daha Türkçe konuşabilirken büyük bir kısmı ise ülkenin genel yapısına uygun olarak Fransızca ve Arapçayı tercih ediyor.

serrac.jpg
Serrac (solda), Erdoğan ile / Fotoğraf: AA

 

Serrac da bir Kuloğlu mu?

Bu arada Türkiye’nin desteklediği meşru Libya hükümetinin başbakanı Fayiz el Serrac’ın dedesi Mehmet Ağa’nın 1830’lu yıllarda Libya’ya asker olarak gidip burada kalan Manisalı bir asker olduğu, onun torunlarının 50 yıl öncesine kadar Manisa’daki akrabalarıyla irtibatlarını sürdürdüğü öne sürülmüştü.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU