Milyonlarca insanın dili Kürtçe; 'bilinmeyen dil' mi?

M. Xalid Sadînî Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Evrensel

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Daha önce de burada Kürtçe üzerine yazılar yazdım. Son günlerde konu yine gündemleşti. 

Kürtçe’nin bugünlerde tekrar gündeme gelmesinin iki önemli sebebi var.

Birincisi; bilindiği gibi her sene bu vakitlerde ortaöğretim düzeyindeki bütün okullarda "seçmeli dersler" için velilerin, öğrencisinin almasını istediği ders için okul yönetimine dilekçe vermeleridir.

İkincisi de, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'ün "Bin yıldır konuşulan bir dile sen nasıl bilinmeyen dil dersin?" çıkışıydı.

Doğrusu sayın bakanın çıkışı çok anlamlı ve değerli bir serzeniştir. Ancak sayın bakanın bilmesi gerekirdi ki, bu "bilinmeyen dil" garabetinin bizatihi kendi partisinden ve TBMM'deki uygulamalardan kaynaklandığıdır.

Zira TBMM'de bazen bazı milletvekilleri Kürtçe veya Kürtçe'nin Zazaki şivesiyle konuştuklarında, meclis katipleri "Hatip; bilinmeyen bir dilde bir şeyler söyledi" diye zapta geçerler.

Daha sonra bu zabıtları incelerseniz şöyle yazıldığını görürsünüz;

Hakkari Milletvekili; Selam.............. ( bilinmeyen bir dil)....

Başkan; Sayın vekil lütfen herkesin anlayacağı ortak dilimizde yüce meclise hitap edelim!

Hatip:  ga.. la.. lu....( bilinmeyen bir dil)....

Başkan; Sayın Hatip lütfen (meclis sıralarına yönelerek) efendim siz müdahale etmeyin, ben söylüyorum. Evet sayın hatip, lütfen yapmayın. Herkesin anladığı dilden konuşun!


Kürt kökenli olduğuna şüphe olmayan bir başka yerin milletvekili, konuşana karşı meclis sıralarından müdahale eder, hatta ayağa kalkıp bağırarak; "Sen bölücüsün, sen PKK'lısın, PKK diliyle konuşma yapamazsın!" derken, başka bir partiden yine Kürt olması muhtemel olan bir milletvekili konuşana; "Sen alçaksın, sen bölücüsün, Atatürk'ün meclisinde nasıl bu dilde konuşursun" diye bağırır. 

Çok arkalardan bir ses; "Sen Barzani'nin uşağısın. Hadi Kuzey Irak'a!" der ve bu böyle devam eder gider. Ta ki başka bir dilde konuşan milletvekili, konuşmasını bitirip kürsüden inene kadar.

İnsan bu tür şeyleri görünce, okuyunca üzülüyor tabi. Zira çözümü çok basit ve çözüldüğünde rahatlatıcı bir etkisi olabilecek yöntemler var.

Mesela Kürtçe bilen bir tercüman TBMM'de görevlendirilse ve bu "bilinmeyen dil" yerine tıpkı Meclisi Mebusan'da olduğu gibi, Türkçe dışında herhangi bir söz söylendiğinde ya da bir sataşma olduğunda, laf atıldığında; bu irrite edici "bilinmeyen dil" cümlesi yerine, "falankes şöyle şöyle dedi" dense, o dille konuşan insanlar kendilerini bu memlekete, bu meclise, bu devlete daha çok ait hissetmeyecekler mi?

Ama bizim ülkemizde bu türden olaylar o kadar fazla ki insan 21'nci yüzyılda hala bu türden basit şeylerle uğraştığına kahroluyor.

Aslında bu türden şeyler, sadece TBMM'de değil, normal meclislerde de çok oluyor. Demokratlığı ile bilinen, hoş görüsünden şüphe etmediğin birinin yanında bir arkadaşını, bir tanıdığını, seninle aynı dili konuşan bir insanı gördüğünde ona kendi dilinden hitap ediyorsun.

O demokratlığından, Müslümanlığından, hoş görüsünden şüphe etmediğin adam, şöyle yüzünü ekşiterek; "Kardeşim birinci kanaldan konuşun, biz de anlayalım" diyor. 

"Yok abi önemli bir şey değil, arkadaşı uzun süredir görmemiştim de, kendi dilimizden bir iki laf edelim dedik" diye mahcup bir eda ile cevap verdiğinde o demokrat; "Kardeşim bilmediğim dilden konuşuyorsunuz, belki bana küfrediyorsunuz" demez mi?

İşte o zaman senin de sigortan atıyor ve yıllardır tanıdığın, aslında tanıdığını sandığın adama; "Kardeşim niye sana küfredelim? Seninle ne alıp veremediğim var ki?" diyorsun ve bir ilişki de bitiyor.

Sen anlıyorsun ki, o Müslüman sandığın, o demokratlığından, hoş görüsünden şüphe etmediğin o adam aslında düpedüz bir ırkçı, rafine bir faşist, ahlaksız bir dalkavuk imiş.

Artık yıllar yılıdır sürdürdüğün bir dostane ilişkinin bitişine mi üzülürsün, arkadaşım dediğin insanın bu kadar ırkçı oluşuna mı yanarsın bilemezsin.

Bu türden basit, ama bir insanın gerçek yüzünü ortaya çıkarması babından ilginç ve öğretici bir kaç yaşanmışlığım var.

Şahsen ben çevremde tanıdığım insanların insanilikle olan derecelerini Kürtçe'yle olan ilişkileriyle değerlendiriyorum; Kürtçeyi bir dil olarak kabul ediyor mu, konuşulduğunda olumlu tepki veriyor mu, herhangi bir kelimesini biliyor mu vs. vs. gibi kriterlerim var.

Bir insan bu kriterlere ne kadar uyuyorsa o kadar bana yakındır.

Irkçı bir imaj vermemek için şu kadarını söyleyeyim ki, ben dile hayran bir insanım. Bütün dillere.

Ayrıca yakın bir zamanda konuşabileceğim dilleri çoğaltmak için ciddi projelerim var.

Sayın bakan, cezaevlerindeki konuşmalar üzerine o beyanatı vermişti. Bendeniz de yeri gelmişken cezaevinde gerçekten yaşanmış bir olayın fıkra halini sizlere takdim edeyim. 

Kamber Ateş adında Sivaslı Kürt bir genç 12 Eylül öncesinde Türk sol hareketlerindeki faaliyetlerinden dolayı tutuklanmıştır.

Önceleri idamla yargılanmış, daha sonra cezası müebbede çevrilmiş bir mahkumdur.

Mamak Askeri Cezaevi'nde ve Çanakkale E Tipi Cezaevi’nde 11 yıl hapiste kaldı ve rahmetli Turgut Özal'ın 12 Eylül mahkumları ile ilgili yaptığı iyileştirici düzenlemeler çerçevesinde 1991’de tahliye oldu.

12 Eylül yargılamalarının, cezaevleri rejiminin nasıl olduğu ile ilgili olarak yüzlerce kitap yazıldı, onlarca da filim çevrildi. 

Bilindiği gibi bu cezaevlerinde görüş kabinin üzerinde; "Yavaş sesle konuşmak, el kol ve yüz hareketleri ile haberleşmek ve Türkçe dışında bir dille konuşmak yasaktır" ibaresiyle, cezası ani müdahaleyle coplanmak olan kesin bir kanun vardı.

Kamber Ateş'i ziyarete gelen annesi ise Kürtçe'den başka bir dil bilmemektedir.

Diğer çocukları, "Ana Kamber'le Türkçe konuş, eğer Kürtçe konuşursan onu çok döverler" diye tembih ederler ve anaya "Kamber Ateş nasılsın?" demeyi de öğretirler.

Ziyaretçiler içeri alınır, içerdeki mahkumlar kabinlere getirilir. Kabindeki mahkumun başında bir asker elinde copla bekler.

Anne ile Kamber birbirlerinin yüzüne bakarlar. Her ikisinin gözleri dolar. Annesi yüksek sesle ciğerparesine; "Kamber Ateş nasılsın?" der.

Oğlu; "Sağ ol anam benim, iyiyim ben, sen nasılsın?" diye cevap verir. Annesi bu sorunun cevabını bilmiyor tabii ki, tekrar yüksek sesle ve ağlamaklı bağırır; " Kamber Ateş nasılsın?"

Oğlu yeniden; "Sağol anam, ben iyiyim, sen nasılsın, babam nasıl, memleket nasıl?" diye cevaplar verir.

Ama anne anlamaz, derin derin yavrusunun yüzüne bakar ve ara sıra "Kamber ateş nasılsın?" demeye devam eder.

Etraftakiler sessizce gözyaşı döker ve ana oğluna bakar ve tekrar eder; "Kamber Ateş nasılsın?"
 


Bu hikayeyi ve benzerlerini 1990'lı yılların başında İnsan Hakları Derneği kitaplaştırmıştı. Eğer yanılmıyorsam daha sonra Belge yayınlarında da yayımlandı. 

Ayrıca 1930 yılında dünyaya gelen, 2005 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan ve 24 Aralık 2008 yılında da vefat eden İngiliz oyun yazarı Harold Pinter, bu ve benzer hikayelerden yola çıkarak "Dağ Dili" adında bir tiyatro oyunu yazmıştı.

Bu kitap dünyanın pek çok diline çevrildi; 1990'lı yıllarda Kürtçe'si de "Zimanê Çiya" adıyla Doz Yayınları arasında yayımlandı. 
 


Şu "bilinmeyen dil" garabeti de o günden bugüne devam ediyor.


Haftaya "seçmeli Kürtçe dersi" konusuyla devam edelim...

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU