Osmanlı arşiv belgelerinde Kerkük Kürdistan toprağıdır

Hüseyin Siyabend Aytemur Independent Türkçe için yazdı

Kerkük’te sular ısınır ve bir şeyler değişmeye başlayınca basında klişeleşmiş haberler birbiri ardına dökülür.

Sorunun ana nedeni Kürtler olsa da, dikkatler başka noktalara çekilerek hedef şaşırtılır.

İran’ın Kerkük için bir iç savaş hesabı yaptığı malumunuz. Ama asıl gerçek, Kürtler arası veya Kürt-Arap çatışması bireysel sorunlar olmaktan uzak, Kerkük’te yaşanılan tarihsel bir hesaplaşmanın yansımasındır.

İşte bu nedenledir ki İran-Türkiye-Irak bir hat olarak ortak bir tutum sergilediler. 

Bunun nasıl gerçekleştiğini açıklayayım: Kürdistan dahil olmak üzere, Kürdistan hem coğrafik olarak hem siyasi olarak bölünmüştü, Osmanlı-İran sınırında yer alan Baban Mirliği bu duruma itiraz etti.


Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı (1806 -1808)

Baban aşiretinden Süleymaniye’nin kurucusu İbrahim Paşa’nın ölümünün ardından, aşiretin artan gücünden endişe duyan Osmanlı Devleti, Kürt aşiretleri arasında çelişkiyi artırmak ve Abdurrahman Paşa'ya karşı, Halid Paşa’yı öne sürmek istedi.

Osmanlı Devleti’nin Kürtlere karşı bir politika haline getirdiği kuşkucu, vesvese ve evham hali Kürtler arasında böl ve yönet müdahaleciliğinin bir başka şeklini gösteriyor.
 

Baban Abdurrahman Paşa.jpg
Baban Abdurrahman Paşa / Fotoğraf: Wikipedia


İbrahim Paşa’nın torunu Abdurrahman Paşa’nın (ki bu Baban aşireti Mevlana Xalid Şehrezori’nin en önemli dostu olduğu ailedir) 3 yıla yakın süren bu Kürt ulusal mücadelesi 1808'de bastırılmıştır.

Abdurrahman Paşa, her ne kadar İran ile ilişkili olduğu metinlerde işlense de, Erdelan Beyliği ile ilişkili olarak İran’a (!) geçmişti. -Kürdistan’ın bir başka parçasına geçmiştir- İran, Süleymaniye üzerindeki sınır ihtilafları nedeniyle Babanzadeleri Osmanlı'ya karşı 1823, I. Erzurum Antlaşmasına kadar destekledi.

Ayrıca Babanzade Ahmet Paşa Kürt ulusal mücadelesi başlatmış (1812) Süleymaniye’deki bu ayaklanma, II. Babanzade Ayaklanması olarak da yer almıştır.

1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı’nın sonlarına doğru ve Osmanlı Devleti’nin Sırp isyanıyla uğraştığı bir dönemde, yine aynı aileden, Babanzade Ahmet Paşa’nın başlattığı mücadele 1812’de bastırılmıştır ve Ahmet Paşa’nın idamıyla sonuçlanmıştır.

Bu dönemden sonra 1818-1820 Dersim’de Osmanlı Devleti'ne karşı bir mücadele gelişmiştir. 1830-1834 yılları arasında Ezdîler sınır paylaşımına itiraz ederek bir ulusal mücadele başladılar.

Osmanlı Devleti, Ezdîlerin askere katılımının sağlanması, Hanefileştirilmesi ve idari yapının merkeziyetçilik temelinde uygulanması kararına karşı Hakkari, Rewanduz ve Şengal bölgesindesindeki Ezdîler uygulanmak istenilen idarî düzenlemeleri kabul etmemeleri üzerine mücadele başlatmışlardı.

Ezdîlerin 3 yıl süren bu mücadelesi, Osmanlı Devleti, Semih Paşa komutası altında yürüttüğü askeri müdahaleler sonucunda bastırılır. 

Baban Mirliği XIX. yüzyılın ilk yarısının sonlarına kadar, iki devlet arasındaki çatışmanın yer aldığı alan oldu.

Baban aşireti bağımsızlıklarını korumak için XVI. yüzyıllarından beri sürekli anlaşmazlık kaynağı olan Osmanlı-İran sınır çatışmalarıyla oynadılar.

Kerkük bu dönemin en önemli unsuru olarak bugüne gelmiştir. (Belgelerin tamamını Şeyh Ubeydullah kitabımız da okuyacaksınız)
 


Kerkük, Kürdistan’ın bir parçasıdır. 

Kerkük’ün Kürdistan’ın bir parçası olduğunu birçok arşiv belgesi ve olayları bunu ifade etmektedir. 

Halen Bağdat Valisi Saadetli Ali Paşa Hazretleri tarafından gelmiş olan yazının özetidir:

Kerkük kasabasında ikamet etmiş olan Kürdistan Hakimi Sabıkı Halid Paşa bulunduğu yerin tamamen Kürt nüfusundan müteşekkil olup ve kendisi de Kürt olmasından ve Kerkük kasabasının da Kürdistan sınırları dahilinde olması hasebiyle bu bölgede sürekli kargaşa ve hadiselerin meydana geleceği bundan uzak durulması ihtimali de olamayacağı kuvvetle bilinmektedir.

Adı geçen Halid Paşa’nın taraftarlarından olup Abdurrahman Paşa’ nın yanında bulunanlardan biri Farsça yazılı bir mektup gönderir. Ve adı geçen Abdurrahman Paşa’nın tavır ve hareketlerine dair Halid Paşa kendisine gönderilmiş olan Farsça mektupla birlikte kendisi de bir parça yazı ekleyerek Bağdad Valisi Ali Paşa’ya göndermiş olur.

Gönderilmiş olan Farsça mektup ve Kürdistan eski Hakimi Halid Paşa’nın ekte sunmuş olduğu mektubuyla birlikte tercümeleri yapılarak Padişah’ın emir görüşlerine sunulmak üzere takdim edilmiştir. Abdurrahman Paşa hile ve desiseleriyle ün salmış ve Osmanlı Devleti’ne karşı da ihaneti açık bir şekilde bilinmiş olduğundan bu bölgeyi ona teslim etmek Kürdistan ve havalisini İran’a teslim etmek gibidir.

Bu sebepden dolayı bu bölgeye hakim olur ise Bağdad valileriyle İranlılar arasında sürekli husumet ve düşmanlık artacaktır. 

11. Safer 1222 
20 Nisan 1807

BOA. Hatt-ı  Humayun: 3707


Şemseddin Sami’nin Kamus’ul- A’lam eserinde Kerkük maddesi:
 

Şemseddin Sami’nin Lugat ve diğer çalışmalarının amacı pek tartışılmış bir konu değildir.

Düşün dünyası siyasi pozisyonu özellikle Arapça ve Türkçe rekabeti konusundaki “Kur’an Arapça değildir” cephesinin önemli bir üyesi olduğu, çalışmaları yaşadığı dönemin Osmanlı entelektüel hayat sisteminin siyasi sosyal ve coğrafik yapısıyla ne kadar ilişkin olduğuna dair nedense pek tartışılmamıştır.
 

şemseddin sami.jpg
Şemseddin Sami / Fotoğraf: Wikipedia


Osmanlı coğrafik olarak küçülürken Şemseddin Sami, kimlik arayışı ve yeni anlamlar yükleme “Türkleştirme” siyasetinin bir parçası olarak birçok eser telif etti.

Türkçe ve Türk kimliği konusunda hayli hassas olan Sami Bey, dönemin ruh halini yansıtmaktadır.  

Türkçeyi Arapça ile kıyaslayan Necib Nader: 1885 senesinde “Çocuk oyuncağı gibi gözüken Avrupa dillerinin Arapça ile en belagatli bir şekilde ifade edebiliriz” dedikten sonra şunu eklemektedir:

Türk dili bugüne kadar layık olduğu dilbilgisine henüz sahip olamamıştır. Bu yüzden doğrusu Arapçayı tam bilmeden Türkçeyi doğru yazmak neredeyse imkânsızdır.


Bu iddialar sonrası Şemseddin Sami çileden çıkar ve Necib Nader için “Lübnanlı berdüş Maruni” diyerek dalga geçer.

Sami şunu da ekliyor:

Bendeniz bundan bir şey anladımsa Arap değil Erâb olayım. (Erâb, 'Siyahi Arap'lara demektedir; Arap ise 'Beyaz Arap' anlamında kullanıyor.)

(K.Soleımanı)


Arapça ve Türkçe tartışmaları döneminde “Kürtlerin tebaası” durumu onun için hayli önemlidir. Bu bağlamda Kerkük tartışmaları yaşanırken Kürdistan, Kürt ve Kerkük maddeleri yazılmıştır.

Milli hisleri hayli yüksek olan Şemseddin Sami bile Kerkük’ün Kürdistan toprağı olduğunu kabul etmektedir. 
 

​​​​​
Kerkük maddesi: 

Kürdistan’ın Musul vilayetinde ve Musul’un 160 km güneydoğusunda bir sıra tepelerin altında, geniş bir ovanın kenarında ve Edhem vadisi üzerinde bulunan Şehrezor sancağının merkezi bir şehr olup 30.000 nüfusu, kalesi, 36 cami ve mescidi, 7 medresesi 15 tekke ve zaviyesi, 12 hanı, 1282 mağaza, dükkân ve bedestini, 8 hamamı, ırmağın üzerinde bir Köprüsü, bir rüştiye ve 18 çocuk okulu, 3 kilisesi ve 1 Havrası vardır. Bir tepe üzerinde bulunan Kerkük kalesi ile kalenin altındaki mahallelerden ve ırmağın sağ tarafındaki kısımdan mürekkep olduğu halde, ahalisinin dörtte üçü (3/4) Kürd ve kalanı da Türk, Arap ve diğerleridir, 760 İsrailli ve 460 Keldani dahi vardır. Birkaç kervan yolu kavşağında yer aldığı için ticareti işlek ve akan suları çok olmakla etrafında bağ ve bahçeler; portakal, limon, nar, hurma ve diğer meyveleri ile mahsulatı vardır. 

Etrafında tuzlu suları ile maden suyu ve petrolü çoktur. Şehirde bez ve kumaş yapılıp 20 tezgahı (atölyesi) vardır. Bazı debbagat (deri) fabrikası ve iplik fabrikasında da ip dahi yapılır. Portakal çiçeğinden su çıkarılır. Havası yazın hayli sıcak ise de sağlam ve güzeldir. Şehirde Peygamberlerden Danyal ve Üzeyir (a.s.) makamları, ehli beytin birkaç zat ile bazı büyük şeyhlerin türbeleri ziyaretgâhtır. Kerkük eski bir şehir olup eski ismi “Kerkure” dir. Kerkük kazası Şehrezor sancağının merkez kazası olup, doğusu Süleymaniye sancağı, kuzeyi Köysancak ve Erbil kazaları, batısı Musul sancağı, güneybatısı Bağdat vilayeti ile ve güneydoğusu da Salahiye kazası ile sınırlıdır.

Melhe, Tuzxumarto, Altın Köprü, Kêl ve Şıvan isimlerinde 5 nahiyesi ve toplam 352 Köyü mevcut olup, Dicle’ye tabi Edhem nehri ve aşağı Zab ırmakları ile bunlara veya doğrudan Dicle’ye dökülen birçok çay vardır. Arazisi az arızalı ve büyük bölümü düz ve geniş ovalardan ibaret olup, Toprağı pek bitektir (mümbittir.) Başlıca mahsulatı: Buğday, Arpa, Pirinç, Tütün, Üzüm ve diğerleri bilhassa limondan ibarettir. Merkez kazanın kuzeyinde çok zengin petrol kuyuları vardır. Halkı gaz gibi yakmak için alırlar. “Baba Gurgur” ismiyle bir yerden dahi mavimsi bir alev çıkar. Çeşitli hastalıklara faydalı maden suları ve tuzlu sular çoktur, kaza merkezinde bazı kuyularda hayli tuz çıkarılmaktadır. Koyun, keçi, deve, at ve diğer hayvanları çok olup yapağı ve keçi kılının çoğu mahallinde kilim, aba vesaire işlerde kullanılır.


Yalan olgular

Kerkük yüzlerce yıl boyunca Kürdistan ve Kürtlerin çoğunluğu oluşturduğu bir şehir oldu. Günümüzde orta Irak denilen yer ile Türkiye, Suriye ve İran’ı birbirine bağlayan önemli bir ticari ve idari rota üzerinde kurulmuştur.

Ticaret ve yönetim Arapları ve Türkleri bölgeye getirmiştir ancak Baasçılar bile 1989 yılında, kendilerinin o güne kadar sürdürdükleri Araplaştırma kampanyasının "(Kerkük'teki Arapların ve Türkmenlerin) oranını yüzde 60'a çıkaramadığını" kabul ediyorlardı.

Kerkük'ün güneyinden Erbil'e dek uzanan muazzam petrol yatakları yirminci yüzyıl başlarında keşfedilmişti.

Bu muazzam petrol yatakları Kürtlere muhteşem bir ekonomik potansiyel vaat ediyordu, ama Kürtlere siyasal bir felaket getirdi.

Belli bir oranın kendilerine verilmesi gerektiğini iddia etmektedir. Ancak 1970'li yıllara gelindiğinde, Kerkük petrolleri Irak'ın toplam petrol üretiminin yüzde 70'ini teşkil ettiği için, monarşi sonrası Irak rejimleri, Kerkük'ün kendi özerk bölgelerinin bir parçası olması gerektiğini savunan Kürt tarafının görüşlerini dikkate almadılar.

1960'lı yıllar ile 1991'e kadar Kürtler ile Irak rejimleri arasında yapılan çeşitli özerklik görüşmeleri Kerkük gibi bir kılıca saplandı.

Geçtiğimiz kırk yıl, hükümet baskısı, Kürt başkaldırıları, savaşlar, görüşmeler ve görüşmelerin çıkmaza girmesinden oluşan sonu gelmez bir döngüyle geçti.

Kerkük petrolü bu savaş döngüsünün başlıca nedeni olsa da, tek nedeni değildir.

1958 yılından bu yana iktidara gelen çeşitli Irak hükümetleri kendi dönemlerindeki pan-Arapçılığa saplanmış ve bu pan Arapçılık Kürtlerin bir Arap devleti içinde kendi kaderini tayin etme hakkını reddetmiştir.

Baas Partisi, daha önce İran, ABD ve hatta İsrail ile işbirliği yaptıkları için Kürt milliyetçilerini olası bir truva atı olarak görüyordu.

Saddam Hüseyin'in ve Baasçıların, etnik bakımdan Araplardan ziyade Farslara daha yakın olan Kürtlere karşı ırkçı bir tutum içinde oldukları konusunda bazı spekülasyonlar da yapılmıyor değil.  

Irak hükümetleri ancak demografik gerçekliği değiştirerek Kerkük'ün Kürt bölgesinin dışında olduğunu iddia edebilirdi.

Ve Irak hükümetleri bizzat kendilerinin de Araplaştırma olarak adlandırdıkları bir etnik temizlik politikası sayesinde bu amaçlarında belli bir başarı sağladı.

Baas Partisi 1963 yılında ilk defa iktidara geldiğinde, hiç zaman geçirmeksizin, petrol yataklarının civarında bulunan köylerdeki Kürtleri, Türkmenleri ve Hıristiyanları zorla göçertmeye başladı.

Bu Kürt, Türkmen ve Hıristiyan köyleri önce tahrip edildi, sonra da Arap yerleşimciler için yeniden inşa edildi. 

 

Konuya devam edeceğiz.

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU