Ortadoğu notları (3): Paris Arap Kongresi

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: almrsal.com

Ortadoğu haritaları bugün yeniden şekilleniyor.

Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında yaşananlar yüz yıl sonra neredeyse birebir tekrar yaşanıyor.

Türkiye'nin, Ortadoğu kapsının önündeki en büyük sorunu ise Kürt sorunu

Bir türlü doğru ve kalıcı bir sonuca ulaşılamıyor. Neden 'ulaşılamadığı' sorusunun cevabı ise tarihin derinliklerinde yatıyor.

Hepinizi bildiği gibi Osmanlı İmparatorluğu dağılırken, imparatorluktan ilk önce Yunan, Sırp, Bulgar, Romen ve Makedonlar gibi gayrimüslim halklar ayrıldılar.

Ermeniler ise Taşnak ve Hınçak örgütlerini kurarak savaşmaya başladılar, ancak Müslümanlarla iç içe ve yaşadıkları coğrafyada azınlık oldukları için ayrılamadılar.

Bu olaylar yaşanırken, imparatorluğun içine düştüğü ekonomik, sosyal, siyasi ve idari sorunlar ciddi bir tahlile tabi tutularak, önlemler alınacağına; Hıristiyan halkların ayrılma sebepleri objektif bir şekilde incelenerek, derde derman reformlar yapılacağına, 'Kabahat samur kürk olmuş da, kimse üzerine almamış' misali tüm suç ayrılmak isteyen halklara yüklendi.

Hiçbir özeleştiriye yanaşmayan yöneticilere göre, zaten hepsi 'İslam düşmanı gavurlardı ve Rusya'dan Fransa'ya, İngiltere'den İtalya'ya kadar tüm ehli salip onlarla birlik olmuş ve kışkırtmışlardı. Bizim de onlarla savaşmaktan başka bir çaremiz kalmamıştı.

Hıristiyan halklar imparatorluktan kopunca 'Osmanlıcılık' fikri de iflas etmiş oldu. 

Sultan Abdulhamid ve bazı Müslüman aydınlar dört elle 'İslamcılığa' sarıldılar.

Osmanlı'nın ayakta kalabilmesi için 'Haçlı ittifakına' karşı tüm Müslümanların, halifenin bayrağı altında birleşmeleri gerekiyordu!

Ne var ki derli toplu, uzun vadeli ve gerçekçi bir zemine oturmayan; Sultan Abdülhamid'in günü kurtarmaya dönük bu siyaseti, cihat ilan edilmesine rağmen bile işe yaramadı!

Kısa bir müddet sonra Müslüman halklarda da kıpırdanmalar başladı.

Arnavut, Arap ve Kürt aydınları birbiri ardına örgütler kurmaya, sorunlarını dile getirmek için dergi ve gazeteler çıkarmaya başladılar.

Arnavutlar Başkim Cemiyeti'ni, Kürtler Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti'ni kurdular. Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti'nin üyeleri arasında Seyyid Abdülkadir Efendi ve Said-i Kürdi gibi İslamcı aydınlar da vardı.

Meşrutiyetten sonra kurulan Arap örgütlerinin ilk akla gelenleri ise şunlardı:

  1. İha El Arabi El Osmani (Osmanlı Arap Kardeşliği Cemiyeti) 1908'de kuruldu. 
    Önde gelen liderleri Şam milletvekili Müslüman Şefik El Mueyyed ve Hıristiyan Nadra El Madran'dı.
  2. El Munteda El Edebi El Arabi (Arap Edebiyatçıları Kulubü) 1909'da İstanbul'da kuruldu. 
  3. El Fetat (Genç Araplar) Cemiyeti 1911'de Paris'te kuruldu.
  4. Hızb El La Merkeziye El İdari El Osmani (Osmanlı İdaresi Ademi Merkeziyet Cemiyeti) Kahire'de 1912'de kuruldu.
  5. El Cemiyetül Umumiyetul Islahiyye (Umumi Islahat Cemiyeti) Beyrut'ta 1912'de kuruldu.
  6. El Ahd Yemin cemiyeti 1910'da kurulan Kahtaniyye Cemiyeti'nin yerine, 1913’te İstanbul'da,  Osmanlı Ordusu'ndaki Arap subaylar tarafından kuruldu.

Bu kurulan örgütlerin hemen hepsinin ortak taleplerinin başında ana dilde eğitim hakkı ve yerel yöneticilerin yerel halktan atanması isteği gelmekteydi.

Ağır vergilerin azaltılması ile çok uzun süreli ve çoğu kez sonu belirsiz olan askerliğin kısaltılması da en fazla dile getirilen şikayetlerdi.

Ana dilde eğitim taleplerini ilk olarak 1871'de sultana bizzat ileten Arnavut aydınları hiç bir somut sonuç elde edemediler.

Gayrimüslimlere tanınan ana dilde eğitim hakkı Müslüman halklara tanınmadı, cumhuriyet döneminde de Lozan Anlaşması ile Ermeni, Rum ve Yahudilere tanınan bu hak başta Kürt ve Araplar olmak üzere Müslüman halklara tanınmadı.

Osmanlı'nın kendilerini 'sütten çıkmış ak kaşık' olarak gören aymaz yöneticilerine göre kurulan Arnavut, Kürt ve Arap örgütleri; 'Bir avuç dış destekli bölücü hainin Müslümanları birbirlerine düşürerek kendi şahsi ikballerine alet etme' ihtirasından başka bir şey değildi!

'Hainlik sırası' Hıristiyan halklardan; Müslüman Arnavut, Kürt ve Araplara gelmişti!

Bunların destekçileri İngiltere, Fransa, Rusya... gibi emperyalistlerin ise tek hedefleri vardı: Osmanlı'yı yıkmak!

Devletin hiç bir yanlışı ve günahı yoktu!

Halk arasında 'En tehlikeli yalan, yarısı doğru olan yalandır' derler.

Çok yerinde söylenmiş bir söz!

Resmi ağızların söylediklerinin yarısı doğruydu!

Dünyayı kendi aralarında paylaşarak sömürmek isteyen, paylaşımda anlaşamadıklarında ise 'Dünya savaşları' çıkaran Batılılar için söylenenler doğruydu. 

Hedefleri Osmanlı içindeki Hıristiyan ve Müslüman halkların haklarını savunmak değil, öncelikle Osmanlı'yı yıkmaktı.

Keçecizade Fuad Paşa'nın Fransa Kralı'na 'Yıllardır siz dışarıdan, biz içerden Osmanlı'yı yıkamadık' ironisinde belirttiği gibi; içeride de çok sayıda hain ve işbirlikçiler vardı, bu da doğruydu.

Ancak bunların hepsinden önemlisi, esas sorun içerdeydi.

Değişen dünyaya ayak uyduramayan, yaşadıkları çağı ve sorunları kavrayamayan, çoğu yeteneksiz, beceriksiz ve hırsız yöneticiler; tüm sorunları doğru bir gözle görüp çözmek yerine, sorunları halının altına süpürüyorlardı.

En haklı ve doğru talepleri bile, bugün olduğu gibi 'bölücülük ve hainlikle' damgalıyorlardı.

fazla oku

1913 yılında aralarında Osmanlı Meclisi Mebusanı'nda Şam milletvekili olan Şükrü el Aseli ve Hama Milletvekili Abdulhamid Zehravi'nin de bulunduğu bir grup Arap aydını sorunlarını konuşmak için Beyrut'ta bir Arap Kongresi toplamak istediler.

Hükümet Beyrut'ta da, başka bir şehirde de toplanmalarına izin vermeyince, toplantıyı Paris'te yapmaya karar verdiler.

İttihat ve Terakki kongreyi engellemek için parti sekreteri Mithat Şükrü Bleda'yı Paris'e gönderdi, ancak toplantının yapılmasını engelleyemedi.

18 Haziran 1913'te Paris'te toplanan kongrede, Osmanlı İdaresi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti adına konuşan ve sözlerine, Arapların imparatorluktan ayrılmak istedikleri yönündeki iddiaları kesin bir dille yalanlayarak başlayan İskender Ammun; toplantının amacını ve isteklerini açık bir dille anlattı: 

Osmanlı Devleti bir uçurumun eşiğindedir, ancak Arap ümmeti kendini Osmanlı İmparatorluğundan koparmak istemiyor.

Tüm arzuladığı halihazırdaki hükümet sistemini bu imparatorluğu oluşturan tüm unsurların (halkların, dinlerin ve mezheplerin) ihtiyaçlarıyla daha uyumlu olacak; herhangi bir vilayetin sakinlerinin kendi iç işlerinde son sözü söylemlerine imkan verecek şekilde makul bir biçimde değiştirmektir...

Biz bir Osmanlı hükümeti istiyoruz, ne Türk ne Arap. Tüm Osmanlıların eşit hak ve yükümlülüklere sahip olduğu bir hükümet istiyoruz...

Böylelikle, Arap, Türk, Kürt, Ermeni; Müslüman, Hıristiyan, Musevi veya Dürzi hiçbir grup dini ve kavmi nedenlerle haklarından mahrum bırakılmayacak ya da kimse haklarını gasp edemeyecektir..

 

1913 Paris Arap Kongresi.png
1913 Paris Arap Kongresi / Fotoğraf: Kalimah Press


Divan Başkanlığı'nı Hama Milletvekili Abdulhamid Zehravi'nin yaptığı, 18-24 Haziran 1913'te toplanan Paris Arap Kongresi'nde; 11'i Müslüman, 11'i Hıristiyan ve 1'i Yahudi olmak üzere 23 delege ile 200'e yakın katılımcı, Osmanlı Padişahı'na iletilmek üzere aşağıdaki kararları aldılar:

  1. Arap vilayetlerinde ilk ve orta öğretim Arapça olarak yapılacak, yükseköğrenim ise bölgede çoğunluğun dilinde yapılacaktır. Ortaöğretimde Türkçe zorunlu ders olarak okutulacaktır.
  2. Vali dışında tüm devlet ileri gelenleri Arapça bilmek zorunda olacaktır.
  3. Askerler memleketlerine yakın yerlerde askerlik yapacaklardır.
  4. Vilayetlerdeki yerel meclislerin kararları her şart altında geçerli olacaktır.
  5. Osmanlı Devletinde kurulacak her hükümetin kabinesinde en az üç bakanlık Araplara verilecektir.
  6. Araplar arasından en az 5 vali ve on mutasarrıf tayin edilecektir.
  7. Meclis-i Ayan'da her Arap vilayeti için ortalama ikişer temsilci tayin edilecektir.
  8. Her Arap vilayetinde kararlaştırılan noktalara yabancı danışmanlar atanacaktır. Bu danışmanları görev ve salahiyetleri özel bir kanun ile belirlenecektir.
  9. Vilayetlerdeki bayındırlık işleri yerel idarelere bırakılacaktır.
  10. Resmi işlemler Arap vilayetlerinde Arapça yapılacaktır.

Parti sekreteri Mithat Şükrü Bleda ile kongreyi engelleyemeyen İttihat ve Terakki Hükümeti, bir orta yol arayışına girdi ve kongre heyeti ile uzlaşarak taleplerini kabul etti.

Anlaşmayı kongre heyeti başkanı sıfatıyla kongre adına Abdülkerim El-Halil ile İttihat ve Terakki iktidarı adına Dahiliye Nazırı (İç İşleri Bakanı) Talat Bey imzaladılar.

Ancak her zaman olduğu gibi hükümet sözünde durmadı. 

Bir yıl sonra ise başlayan Birinci Dünya Savaşı gerekçe gösterilerek anlaşma rafa kaldırıldı.

Suriye Valisi olan İtttihatçı Cemal Paşa, Kongreye katılan ve destekleyen aydınlardan yakaladıklarını ise Beyrut (20 Ağustos 1915) ve Şam'da (6 Mayıs 1916) idam etti.

Paris Arap Kongresi'ndeki Arap aydınlarının istekleri ile bugünkü Kürt aydınlarının talepleri büyük benzerlikler göstermekte.

Tarih bugün sanki tekerrür etmekte ve sorunlar ne yazık ki yine bir türlü çözülememektedir. 

1905'te Yemenlilerin, İmam Yahya liderliğindeki isyanlarında da Osmanlı idaresi önce tüm meşru taleplere 'Evet' demiş, isyanı bastırdıktan sonra ise halk tabiri ile 'kulağının üzerine' yatmıştır.
 

Yemen Valisi Mahmut Nedim Bey.jpg
Yemen Valisi Mahmut Nedim Bey / Fotoğraf: Twitter - @mesutuyar10


Yemen Valisi Mahmut Nedim Bey anılarında, Sultan Abdülhamid ile bu konuyla ilgili konuştuklarını ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır:

Bir müddet tedrisatı Arapça yapmayı düşündüm. Bu fikrin bazılarını da dinledim. Bunu isteyen birçok arızalar da var. Fakat birçok esbab (sebepler) ve mülahazat (düşünceler-gerekçeler) sevkile maarif idareleri ile mektepleri lağvetmeyi daha muvafık buldum.


Sultan'ın cevabı oldukça ilginç ve ibret vericidir!

Sultan çözümü, Yemenlilerin ana dille Arapça eğitim hakkını tanımakta değil, mektepleri kökten kapatmakta bulmuştu!

Yemen Valisi ve Cidde Mutasarrıfı Mahmut Nedim Bey'in, İttihat ve Terakki'nin en önde gelen liderleri Enver Paşa ve Başbakan'ı Talat Paşa ile yaptıkları görüşmelerin birçoğunda ise cevap hep aynıydı:

Munasip zamanın hululunde (geldiğinde) Arabistan'da lazım gelen ıslahatın icrasına elbette tevessül edilecektir! 


Dillerden düşmeyen bu münasip zaman işte hulül etmişti. Filhakika Osmanlı zihniyetine göre, bu münasip (uygun) zaman ancak felaket zamanıdır. 

Felaket kapıya gelmedikçe münasip zamanın daha çok uzakta olduğuna nasıl inanmıştık, nasıl iman etmiştik, bunu ben değil vakalar anlatıyor...

Asla kabul edilmiyordu ki biz yıllarla süren bir gaflet ile mütemadiyen, biperva işlediğimiz günahların cezasını çekiyoruz...

Yalnız Arabistan'da değil, bu her tarafta böyle idi. Yemen'de de ıslahat için münasip zaman ancak orada bir isyan hareketi başlayınca gelirdi.

Ve bu isyan hareketi birçok kan dökülerek bastırılınca, münasip zaman da geçmiş, gitmiş addolunurdu (kabul edilirdi). 

Suriye'de aynı hal, Hicaz'da aynı hal, daha ötelere gidin Arnavutluk'ta, Balkanlar’da hep aynı hal...

Bazıları da ''Rahat edemiyoruz, şöyle bir asude (rahat-mutlu) zaman bulamıyoruz ki ıslahatla uğraşalım'' derlerdi.

'Asude zaman' bugün bile bulunamadı.

Arapların meşhur bir atasözleri var:

Sen sabır etsen de zaman sabretmez!


Ne yazık ki sorunlar bugün de, çözülmek için sabır etmiyor!

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU