Sahtelik ve gerçeklik arasında Şii dini otorite 'Sistani'

Şii dini otorite olayların tırmandığı sırada, hükümet güçlerinin Bağdat ve ülkenin güney şehirlerindeki göstericilere yönelik eylemleriyle ilgili defalarca kez uyarı mesajları gönderdi

Irak’ta yolsuzluğa karşı düzenlenen protestolardan bir kare / Fotoğraf: Reuters

Irak'taki Şii dini otoritenin konumu ülkede tartışma konusu olmaya devam ediyor. Bu otorite, özellikle ülkede yeni bir ‘sorunlu’ siyasi sınıfın ortaya çıkmasının ardından olup bitenleri kınamaktan, müdahale çağrısı yapmaya ve yolsuzluk davalarını durdurmak için çalışmaya kadar, genel bir siyasi eksen haline geldi.

Şii dini otoritenin çatışmaların iç savaşa dönüşebileceği veya hükümete yakın olanlar da dâhil olmak üzere siyasetçilerin birçoğunun reddedilmesine neden olabileceği korkusuyla mevcut durumun değiştirilmesine yönelik çağrılarını yinelemesine rağmen içinden geçilen süreç dar boğaza girdi.

Uyarı mesajları

Iraklılar her Cuma öğleden sonraları Ayetullah Ali es-Sistani tarafından temsil edilen Necef’teki dini otorite başkanlığı tarafından yazılan ve otoritenin görüşlerini bildiren hutbeleri dinlerdi. Bu hutbeler, Ekim ayının ilk günlerinden bu yana protestolarda yaşananları anlatır oldu. Bağdat'taki siyasetçiler bu hutbeleri, gidişattan hoşnut olmayan protestocular ile yönetici sınıfının arasında ‘hüküm vermek’ olarak nitelediler.

Şii dini otorite olayların tırmandığı sırada, hükümet güçlerinin Bağdat ve ülkenin güney şehirlerindeki göstericilere yönelik eylemleriyle ilgili defalarca kez uyarı mesajları gönderdi. Bu mesajlar özellikle iki ayı aşkın bir süre boyunca gözdağı vermek ve eylemlerinden vazgeçirmek için yüzlerce göstericinin öldürülmesi, on binlercesinin ise yaralanmasının ardından Şii dini otoritenin protestocuların yanında olduğunun bir göstergesiydi.

Protestolar sırasındaki ölümlerin artışı ve olayların Şii dini otoritenin faaliyetlerinin merkezi olan Necef ve Kerbela şehirlerine, Şii eğitim verilen okullarla ve bol gelirin elde edildiği dini turizm yerlerine ulaşması karşısında dini otoritenin konumunu tehdit eden daha önce eşi benzeri görülmemiş bir gerçeklik ortaya çıktı. Protestocu gençlerin İran konsolosluğu duvarlarına nasıl tırmandığını, tüm dünyanın gözü önünde binayı nasıl ateşe verdiğini ve öfke selinin Necef’teki el-Hekim ailesinin dedeleri Ayetullah Muhsin el-Hekim'in 1960’larda ve 70’lerde liderliğini üstlendiği dini otoritenin mescitlerine ve mabetlerine nasıl ulaştığını hepimiz gördük.

Bunlar Necef’in 2003 yılında ABD'nin Irak'ı işgalinden kısa bir süre sonra Ayetullah Ebu’l-Kasım el-Hui’nin oğlu Abdulmecid el-Hui’nin öldürülmesi ve bu ölümden dini-Şii tarafların sorumlu tutulmasıyla sarsıldığı günleri anımsatan sahnelerdi.

Yeni strateji

Bu tarihi ve diğer olaylar dini otoritenin, çatışmalar ve savaşlarla tükenen ülkede yaşananlardan uzaklaşarak ve kamuoyu tarafından onaylanan öncelikli görevi olan asayı ortasından tutarak, siyaset yapmak yerine tavsiyelerde bulunmak için yeni bir strateji geliştirmesini gerektiriyordu. Ancak Şii dini otorite kendisini, devlet kurumlarını saran yolsuzluğa karşı başlayan ve Şii partilerin ülkenin orta kesimleri ve güneyindeki merkez binalarının önünde protestoların düzenlendiği ve binaların ateşe verildiği kısa bir savaşın ortasında buldu. Yolsuzluğun tüm siyasi kadroları sardığını gören onlarca gözlemci, Ayetullah Ali es-Sistani’den Şii partilerin ve silahlı kanatlarının bu şekilde devam etmesini önlemek için müdahale etmesini istediler.

Söz konusu Şii taraflar 1 trilyon doları aşan kamu parasını çalmakla suçlanırken, Irak Meclisi Maliye Komitesi üyesi Macide et-Temimi’nin de söylediği gibi, bu durum, dini otoriteyi protestocuların yanında yer alamaya zorluyor ve talepleri karşılanana kadar evlerine geri dönmemelerini istiyor.

Ayetullah es-Sistani, bazı açıklamalarında da belirttiği üzere halkın taleplerinin yanında yer aldı ve protestolara büyük destek verdi. Hükümet ve iktidar yanlılarının yanı sıra bazı aşırılık yanlısı dini partilerin temsilcileri ve hükümetin bazı üyeleri tarafından dillendirilen protestoların ‘ABD, İsrail ve bazı Körfez ülkeleri tarafından planlanmış bir komplo olduğu’ iddialarını reddetti.

Şii dini otorite, protestoların barışçıl olarak devam etmesini isterken hükümet organlarının ‘üçüncü taraflar’ olarak niteledikleri kişiler tarafından protestoculara uygulanan şiddetin önlenmesi çağrısında bulundu. Bununla birlikte faillerin adalete teslim edilmesini, yargılanmasını ve silah kullanımının sadece devlete ait birimlerle sınırlandırılması gerektiğini vurguladı.

Şii dini otoritenin kayda değer bir diğer tutumu ise Irak’ın bölgesel ve uluslararası güçler arasında bir çatışma meydanına dönüştürülmesinin reddedilmesiyle ‘dış güçlerin’ Irak’ın iç işlerine karışmalarını bir birinden ayırmasıydı.

Aniden değişen tutumlar

Ayetullah es-Sistani, Cuma hutbelerindeki bu tutumuyla protestocuların güvenini kazanırken hükümet üyelerini ve güçlü partileri şaşırttı. Özellikle güvenlik güçlerinin aşırı güç kullandığı göstericilerin en çok ihtiyaç duydukları anda içeriden onlara gerçek bir destek veren Sistani, tarafsız bir komisyon kurularak halkın güvenini yeniden tesis edecek erken seçimlere gidilmesi çağrısında bulundu. Her ne kadar Şii otorite tıpkı İran’da Humeyni’nin 1979 sonrası uyguladığı Velayet-i Fakih sisteminde olduğu gibi siyasi bir otorite tarzını reddettiğini duyursa da Irak’taki kamu hayatına müdahaleleri 2003 sonrası arttı.

Ayetullah Ali es-Sistani’nin öncülüğünde Şii dini otorite sürekli olarak Velayet-i Fakih ilkesini reddederken, Irak siyasi sahnesinde tavsiyeye ihtiyaç duyulması halinde destek verme rolünü de yerine getirdi. Ülkeyi yöneten Şii politikacılar tarafından da her zaman belirtildiği gibi, dini otorite, örneğin 2006 yılında El Kaide terör örgütünün Samarra şehrindeki askeri bir noktaya bombalı saldırı düzenlemesinin ardından iç savaşın eşiğine gelindiği günlerde olduğu gibi veya DEAŞ’ın Musul’u işgal etmesinin ardından yüz binlerce Iraklıya cihat çağrısında bulunması gibi kritik ve istisnai durumlarda olaylara dâhil olmuştur.

Dini otorite, Irak’taki Şii yönetimi destekleyen bir kurumdan, günlük 4 milyon varil petrol ihraç eden bir ülkede hayat şartlarındaki zorluklara ve yolsuzluğa karşı halk arasında egemen olan genel huzursuzluğun bir sonucu olarak siyasi muhalefete dönüştü. Irak’taki Şiilerin çoğunluğunun yoksulluk oranlarının en üst seviyelerde olduğu bölgelerde yaşaması, onların yetkililere olan güvenlerinin azalmasına ve Şii politikacıların seçimlerde destek almak için mezheplerini öne sürmelerine karşı tepki vermelerine neden oldu. Irak’ın dünyanın yolsuzluk konusunda önde gelen ülkelerinden biri olması Şiileri hayal kırıklığına uğratırken, devlet kurumlarındaki yolsuzluk, gençleri sokaklara döken kritik bir seviyeye ulaştı.

Şii dini otorite sessizliğini, yetkililerden memnun olmadığını ve protestocuların talepleri doğrultusunda değişmeleri gerektiğini söylemek için mi bozdu?

Dini otoriteye bağlı kurumlara bakıldığında böyle olmuş gibi görünüyor. Eski başbakanlardan Nuri el-Maliki’nin “vermeyiz” demesi gibi iktidara sıkı sıkıya tutunuyorlar. Buna karşın göstericiler “İktidar kime kalmış ki size kalsın” diyorlar. Ancak liderlerin ve otoritelerin gerçeğin ve adaletin temsilcisi olmaya, verimli bir performans sergilemeye ve iletişim kurmaya devam etmeleri hükümetin sürekliliği için gerekli olan formüldür. Sadece bilgelik, cesaret ve becerinin bir araya gelmesi yetmez.

 

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Seda Demiröz

independentarabia.com/node/81346

DAHA FAZLA HABER OKU