Erciş’ten Ümraniye Hastanesi'ne uçuşan sandalyeler kardeşliği

Vahdettin İnce Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: umraniyegundemi.com

Efendim, bendeniz fırsatını buldukça, hatta bazen hiç gereği yok iken doğup büyüdüğüm Erciş’ten bahsetmekten ayrı bir zevk alırım.

Kültürüyle, kadimliğiyle nevi şahsına münhasır gelenekleriyle, kendine özgü Kürtçesi ve Türkçesiyle, hatta Kürtçe ile başlayıp Türkçe ile biten konuşma diliyle, renkli insan tipleriyle her fırsatta anılmayı hak ediyor Erciş.

Bu yüzden Erciş’ten söz etmek sözlerime zenginlik katıyor. Bazen de hiç aklımda yokken kendini hatırlatır.

Aslında dünyalar kadar uzaklardaki bir diyarda gördüğüm bir manzara birden zihnimde Erciş’e dair bir hatıramı, gözlemimi canlandırıyor.

Mesela Erbil’in ünlü iskan caddesinde bir gece geçirmiştim.

Yerlere atılan çekirdek kabukları beni alıp, ta ortaokul yıllarımın Erciş’ine görütürmüştü de bunu bunu yazmıştım da. 

Geçenlerde yine öyle oldu. İstanbul’da inşaatlarda çalışan bir akrabamın çocuğu iskeleden düşmüştü. Haber alır almaz hastaneye koştuk. Allah’tan ciddi bir şeyi yoktu.

Bir iki metrelik bir yükseklikten düşmüş ve bir iki ufak tefek kırıkla kurtulmuştu. Ümraniye Devlet Hastanesi'ndeydi.

Acil kısmının önüne gittiğimde yoğun bir kalabalık gördüm. Yürümekte zorluk çekiyorduk. Her adımda birine çarpıyordum neredeyse. Kendi kendime tıpkı Erciş gibi dedim. 

Malum Erciş, Van Gölü'nün kuzeyinde yer alan büyükçe bir ilçe (maalesef hala) merkezidir. Haftanın her günü çarşısı Ümraniye Devlet Hastanesi'nin önü gibi kalabalık olur.

Sadece ilçeye bağlı köyler veya Van’a bağlı Muradiye ve Çaldıran ilçelerinden değil, Bitlis’e bağlı Adilcevaz hatta Ahlat ve Ağrı’ya bağlı Patnos ilçelerinin köylerinden de insanlar Erciş’e akın ederler.

Bu yüzden de iğne atsan yere düşmez bir kalabalık oluşur gündüzleri. Erciş her zaman kalabalıktır.

Akşamları köylüler çekilince de İstanbul’un Eminönü semti gibi caddeleri sokakları tenhalaşır. İn cin top oynar. 

Erciş’in mahalleleri dışında çarşısının üç önemli semti var. Patnos ve Zilan Deresi kısmından gelen insanları ağırlayan Qiraca Bekiran (Bekiran aşiretinin garajı), Muradiye, Çaldıran ve o cenahtaki köylülerin yoğunlaştığı Cami Kebir ve Kaniya Kidik (Kıdık Pınarı) tarafı ve Adilcevaz ve o taraftaki köylülerin, bu arada bizim köylülerin de kümelendiği “Qoç Kehvesi” (Koç Kahvesi. Hala duruyor mu bilmiyorum) civarı.

Sabah erkenden insanlar bu üç semtteki kahvelerin küçük taburelerine oturur sohbete dalarlar. Soğuk havalarda bu kahvelerde yer bulmak neredeyse imkansız olur.

Alış verişler, anlaşmalar, şakalaşmalar, bazen kavgalar eksik olmaz. Bazen dediysem de aslında sık sık kavga olur.

Her şey yolunda giderken birde bir gürültü kopar ve o küçük tabureler havada uçuşur. Kahvenin içinden dışına doğru bir tazyik başlar.

Dışarıdan da meraklılar hücum eder. Derken cam çerçeve alaşağı olur. Kavganın tarafı değilsen bile başına bir sandalyenin inmesi işten bile değil.

O yüzden benim gibi birçok kişi kahvede kuytu bir köşede oturmayı tercih ederdi, sırtını duvara dayayıp her zaman kopması muhtemel bir kavganın ortasında kalmamak için.

Çocuğu yattığı bölümde ziyaret ettikten sonra Ümraniye Devlet Hastanesi'nin girişindeki kahvehanede, yoğun kalabalık arasında düşe kalka yürüyerek nasılsa bir yer yer bulup oturmuş ve kalabalığı süzerek bunları düşünüyordum ki bütün bakışların aniden bir tarafa yöneldiğini gördüm, yoğun bir patırtının eşliğinde.

Dışarıda kavga vardı. Erciş kahvelerinin taburelerinden biraz daha irici sandalyeler havada uçuşuyordu.

Tarafların simaları da bizimkilere benziyor dedim. Ne çok Ercişlilere benziyorlardı Allah’ım!

Erciş gibi çok renkli bir geçmişiniz varsa yakanızı bırakmıyor işte.     

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU