Türk ordusu 108 yıl sonra Enver Paşa’nın izinde Trablus-ı Garp yolunda

Türklerle Libya halkı arasındaki dostluk ve ittifak çok uzun asırlara dayanıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesi bu derin bağları yeniden güçlendirmesi bakımından şaşırtıcı olmayacaktır

Kolaj: Independent Türkçe

Enver Bey, Mustafa Kemal, Kuşçubaşı Eşref ve daha birçok önemli Osmanlı subayı Trablus-ı Garp’ı düşman eline bırakıp anavatana doğru çekilirken çölde başlayan bu öykü hepsinin içinde bir ukde olarak kalacaktı. 

Sonraları Harbiye Nazırı olarak Trablus-ı Garp ile olan bağları güçlendirmek için önemli teşebbüslerde bulunacak olan Enver Paşa, çölden ayrılmak zorunda kalmasını yazdığı bir mektupta oldukça sert ifadelerle eleştirecekti.
 

enver.jpg
Enver Paşa, Trablusgarp / Fotoğraf: Salvabrani


Enver Paşa: Burada bağımsız bir devlet kuracağım

Dün akşam İtalyan kumandanı bana mektupla sulh kararını bildirdi. Muhtevasını bildiğim için çok üzüldüm. Gece de Harbiye Nazırından düşmanlığa son vermemi emreden ve bana Sultanın anlaşmayı imzaladığım bildiren bir telgraf geldi.

Düşüncelerimi tahmin edersiniz. Kesin bir karar vermek için Şeydi Ahmed’in adamlarını bekliyordum, bugün geldiler. Karar verildi, bana bağlı kalacaklar ve böylece harp devam ediyor. Bugün Harbiye Nezareti’nden gelen çeşitli haberler durumu aydınlatıyor. Gazetelerden, hükümetin 2 bölgeyi tamamen kaybettiğini öğrenmişsinizdir bile.

Bir an düşünün sevgili dostum, ne yaptığımızı bir düşünün! Kadınlarıyla ve çocuklarıyla bir yıl boyunca başarıyla savaşmış olan bu yiğit insanları düşmanın kollarına bırakıyoruz ve böylece terk ediyoruz işte ve onlara anavatanın yardıma geleceğine dair söz verip savaşmayı öğütleyen ben, şimdi tarif edilmez zorluklar içinde kalıyorum.

Bu memleketi terk edecek durumda değilim ve memleketimin öbür yarısının bana ihtiyacı var. Neticede burada bağımsız bir devlet kuracağım.

Balkan devletlerine gelince, onları ezeceğimiz konusundaki ümitlerimi kaybetmedim, nihayet organize olmak için bizi rahat bırakacaklar. Burada iyi çalıştık, ama yeni iktidar partisi her şeyi ezdi, işte böylece utanç verici bir sulhu kabul ettik. Sırtımızda neticesi çok açık olmayan bir dizi harp var.

(Enver Paşa-22 Ekim 1912)


Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, yaklaşık 108 yıl sonra Libya Hükümeti'nin daveti üzerine Kuloğullarının vatanı Libya’ya Türk askeri göndermek üzere tezkereyi geçtiğimiz günlerde meclisten geçirdi.

Libya’nın kendi tarihinde Türkler ve Türklerin tarihinde Trablus-ı Garp beldesi insanlarının son derece farklı bir yeri var. 

Akdeniz’de Haçlılara, Mısır’da İngilizlere, Cezayir’de Fransızlara, Anadolu’da Yunanlılara ve Trablus-ı Garp’ta İtalyanlara karşı omuz omuza savaşan iki ezeli dost millet, yeni bir ittifak için yaklaşık bir asır sonra tekrar bir araya geldi. 


Trablus-ı Garp’ın fethi 

Antik Yunanlıların verdiği Libya ismi Müslümanların kullanmayı tercih ettikleri bir isim değildi. Müslümanlar Libya’ya Trablus, Trablusu’l Garp, Tablus-ı Garp veya Bingazi isimlerini kullanmayı tercih etmişti.

Libya’nın günümüzdeki tam ismi de şöyledir; “el-Cemâhîriyyetu’l- ‘Arabiyyetu’l -Lîbiyyetu’ş -Ş a‘biyyetu’l-ıştirâkiyyetu’l-‘Uzmâ” yani “Büyük Libya Arap Halk Sosyalist Cemâhîriyyesi”dir.

707’de Mûsâ b. Nusayr Bizanslıları yenerek bölgeyi fethettiğinde ise, bu bölgeye İfrîkiyye ismini verdi.

908 yılında Ağlebîlerin hükümranlığına son veren Fâtimîler de, bölgeyi bir süre yönetmişse de 1510 yılında Haçlı kuvvetlerinin eline geçti.

1551 yılına gelindiğinde Haçlı kuvvetlerinin Akdeniz’deki hakimiyet sahasına son vermeye karar veren Türk donanması, içinde binlerce Yeniçeri askerinin de bulunduğu, kadırgalarla yola çıktı.

Donanmanın başında Sinan Paşa bulunuyordu; ama sefer sırasında Turgut Reis gibi önemli bir Türk denizcisi de kritik görevler üstlenmişti.

Donanma öncelikle stratejik bir üs olan Malta Adası’nı yoğun bir topçu ateşine tutarak Libya kuşatmasına müdahale etmesinin önüne geçti. 

Malta güçleri etkisiz hale getirilince Türk donanması yönünü bu kez Libya’ya çevirdi. Kıyılar çevrilip topçu ateşi başladığında Fransa kralının elçisi Senyör Gabriel D’Aramont bölgeye gelerek kuşatmayı kaldırmasını istedi.

Fransa ve Osmanlı yakın bir siyasi ilişki içindeydi; fakat Sinan Paşa kuşatmanın Sultan Süleyman’ın emri olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetti. Senyör Gabriel D’Aramont’u da kuşatma bitene kadar alıkoydu. 

Başlarda Libya’yı asla teslim etmeyeceğini belirten Gaspar dö Villiye komutasındaki şövalyeler yaklaşık üç günlük şiddetli bir Türk hücumu sonrası teslim olmayı kabul ederek kaleyi 16 Ağustos 1551’de Sinan Paşa’ya teslim etti.
 

turgut reis.jpg
Turgut Reis / Fotoğraf: marefa.org


Garp Ocakları ve Kuloğulları

Libya fethedildikten sonra burada hızlıca Garp Ocakları yönetimi kuruldu. İlk olarak Murad Ağa, Beylerbeyi olarak atanmışsa da sonrasında bu görev Turgut Reis’e tevdi edilince Trablus-ı Garp’ta ciddi bir devlet teşkilatlanması başlamış oldu. 

Turgut Reis’in ölümünden sonra bölgeye kara kuvveti olarak gelmiş yeniçeri askerleri darbe ile yönetimi ele geçirdi. Yönetimin başına geçirdikleri “Dayı” isimli devlet idarecisinin Osmanlı hükümetince onaylanmasını talep ettiler. Osmanlı idaresi de bu talepleri kabul ederek bölgede Dayılık Rejimi’nin başlamasını resmen onayladı.

Osmanlı merkezi sisteminin üstünde bir konumda olmadığını bilen yeniçeriler, ailede babadan sonra önemli kişilerden biri olan “Dayı” unvanını kullanarak yeni bir yönetim modeli geliştirmişlerdi.

Yapılan askeri darbeler sonucu herhangi bir mevkideki yeniçeri askeri Dayı olarak Libya yönetiminin başına geçebiliyordu. 

Zaman içerisinde meydana gelen önemli gelişme ise “Kuloğulları” hadisesidir. Yeniçerilerin evlenmesi yasak olmasına rağmen Libya’da yerel halktan kadınlarla evlenerek büyük aileler kurdular. Yeniçeri olmalarından dolayı Türk kabul edilen bu aileler zamanla Libya yönetim aristokrasisinde önemli yerlere geldiler. 

Kuloğulları olarak bilinen ailelerin içinde Karamanoğlu ailesi ise Trablus-ı Garp vilayetinin yönetiminde uzun yıllar önemli bir etkiye sahip olmuştu.

Dayılık sistemi ile ülkede sık sık askeri darbe meydana gelmesi üzerine Osmanlı merkezi hükümeti bölgeye zaman zaman yeni bir vali gönderme teşebbüsünde bulunmuşsa da Kuloğulları ailelerinin politik gücü Osmanlı idarecilerinin bölgede etkili olmasının önüne geçmişti.

Osmanlı 17'nci yüzyıldan sonra Kuloğulları ile mücadele edebilmek için askeri müdahalelere başvurmuş ve onları kritik bölgelerden sürmek zorunda kalmıştı. 


Senusilerin bölgede yükselişi

Libya tarihinde Türklerle olan ilişkileri göz önüne alındığında en kritik topluluğun Senusiler olduğu göze çarpıyor.

Bir cemaat olan Senusiler, Hazreti Hasan’ın soyundan geldiği kabul edilen Seyyid Muhammed bin Ali es-Senusî tarafından kuruldu.

Fas’ta bulunan Ticani Tarikatı’nın etkisinde kalan Senusi, bölgede Hristiyan misyoner ve müstemlekecilerin Afrika’ya hakim olmasını engellemek için harekete geçti.

Bu amaçla 1837 yılında Ebu Kubays Dağı’nda ilk Senusi medresesini kurdu; fakat Osmanlı yönetiminin dikkatini üzerine çekince daha güvenli bulduğu Cağbub’ı cemaatini güçlendirmek ve yaymak adına merkez olarak belirledi.

Senusi Cemaati kısa bir süre içinde Fas’tan Sudan’a, Mısır’dan Libya’ya kadar yaklaşık 20 milyon Müslüman üyeye sahip olmuştu. Üstelik bu sayının 5 milyona yakını Afrika iç kısımlarında yaşayan bedevi, Müslüman olmayan halklardı. 

Senusiler bu hareketle Hristiyan misyonerlere Afrika’da büyük bir darbe vurmuştu; fakat Avrupalı güçlerin Afrika kıtasını doğrudan işgal etmelerinin de önüne geçmeleri gerekiyordu.

Bu ortak amaç Osmanlı Hükümeti ile Senusi Cemaati'ni birbirine yakınlaştıran ülkü oldu.
 

ahmed eşşerif.jpg
Mustafa Kemal Atatürk, Seyyid Ahmed Eş’şerif Es-Senusî (ortada beyaz kıyafetli) ile birlikte / Fotoğraf: Twitter


Seyyid Ahmed Eş’şerif Es-Senusî ve Osmanlı İttifakı

Seyyid Ahmed Eş’şerif Es-Senusî’nin Osmanlı tarihinde kritik bir yeri vardı. 1912 yılında Trablusı-ı Garp direnişinde genç Osmanlı subayları ile yaptığı ittifakla İtalyanların Afrika içlerine ilerleyişini durdurmuştu.

Sultan Vahdettin’e hilaf ve kılıç kuşatarak onu tahta oturtmuştu ve ABD elçiliğinin raporlarına göre, Mustafa Kemal Atatürk’ün halifelik makamını Osmanlı Hanedanlığı'ndan aldıktan sonra vermek istediği kişiydi.

Seyyid Ahmed Eş’şerif Es-Senusî,1878 yılında Senusiliğin merkezi olan Cağbub’ta doğmuştu. Senusiliğin önemli isimleri olan babası Muhammed Şerif, amcası el-Mehdi ve Ahmed er-Rifi ile hem yakından çalışmıştı hem de eğitimini bizzat onlardan almıştı.

Seyyid Ahmed Eş’şerif Es-Senusî, 1915 yılında tüm Senusi Cemaati'ni Osmanlı’nın yanında savaşa soktu ve İtalyan işgalini kıyı kesimine hapsetti; fakat İtalyanların direnişi kırması sonrası milyonlarca üyesi bulunan Senusi Cemaati'nin lideri Seyyid Ahmed Eş’şrif Es-Senusî Libya’dan ayrılarak İstanbul’a geldi.

Türk halkının büyük bir hürmet gösterdiği Ahmed Eş’şerif, Milli Mücadele’nin de manevi önderlerinden biri oldu.

Ankara Hükümeti’nin Anadolu’da yaşayan Kürtlerden savaş boyunca destek almasını sağlayan en önemli isimlerden birisi Ahmed Eş’şerif’ti.

Irak’a gitmek üzere Antep’ten geçmesi dahi bölgedeki Fransız karşıtı direnişe büyük bir moral ve motivasyon katmıştı. 


Seyyid Ahmed Eş’şerif Es-Senusî’nin sürgünü

1926 yılına gelindiğinde İtalyanların Ankara Hükümetine baskısı sonucu Ahmed Eş’Şerif Suriye’ye geçmek zorunda kaldı.

Suriye’ye vardığın binlerce kişinin törenlerle kendisini karşılaması üzerine Fransız hükümeti kendisinden rahatsız olarak ülkeyi terk etmesini istedi.

Ahmed Eş’şerif bunun üzerine Mekke’ye geçti; fakat bu kez Suud Krallığı Ahmed Ahmed Eş’şerif’in bölgede kalamayacağını söylemesi üzerine Asir’e geçerek 10 Mart 1933 yılında hayata gözlerini yumana kadar burada kaldı. 

Ahmed Eş’Şerif, Tük halkına olan inancını ve bağlılığını ölümüne kadar koruyarak tüm cemaatine sonuna kadar Türklerle ittifak halinde kalmalarını tavsiye etti.

Cephede hem Enver Paşa hem de Mustafa Kemal ile düşmana karşı savaşmış Ahmed Eş’Şerif, kendisine karşı yapılan kötü muamelelere rağmen herhangi bir kırgınlık ifadesi kullanmamayı tercih etmişti.

Senusiler Libya’da bağımsızlığı elde edince Libya Başbakanı'nı Ankara Atadı

Senusiler Mussolini iktidarında büyük bir yara almıştı. Diktatör Mussolini, Senusi direnişini kırarak onları korkunç planlarında kullanmaya başlamıştı;

Libya yerlilerinden oluşturulan askerî birliklerde bedevîlere yüksek seviyede bir yaşama imkanı sağlanıyordu.

Libya’yı işgal ederken Eritre’den getirdikleri askerleri kullandıkları gibi bu defa 1936-1937 Habeşistan Harbi’nde Libya’dan gönderilen önemli sayıda Libyalı yerli birliklerin yararlılıkları Trablus’u ziyaretlerinde İslâm Kılıcını (Seyful-ıslâm) kılıcı kuşanan Mussolini’nin nutkunda, o askerlerin parlak iltifatlarla anılmalarına sebep olmuştur.

Nihayet Libyalılar, İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıç aşamalarında İtalyan saflarında savaşmışlardır.Nurettin Ceviz - Libya Tarihine Kısa Bir Bakış)

 

kral idris.jpg
Kral İdris / Fotoğraf: The Libya Times

Libya’nın uzun süren işgali sonrası 1943’te Senusiler, Şeyh İdris liderliğinde bağımsızlığını kazandı.

1948 yılında ise İngiliz hakimiyetinden tamamen kurtulan Libya, 1951 yılında BM’nin de onaylamasıyla tam bağımsız bir ülke oldu.

Fakat İtalyanlar döneminde eğitim hakkı dahi engellenen Libya halkı, hiçbir mevki için yetişmiş eleman bulunamıyordu;

Araplara sadece hademelik, odacılık ve kapıcılık ya da alt seviyede memurluklar verilmiştir. Bunun bir sonucu olarak İngilizlerce işgal edilen Bingazi ve Trablus’ta (1943), yerli idare için gerekli yetişmiş unsur bulmakta zorluk çekilmiştir. Bağımsızlığın verildiği 1951’de yüksek öğretim görmüş Libyalı bir mühendis, bir doktor, dişçi ya da eczacı yoktu.

(Nurettin Ceviz - Libya Tarihine Kısa Bir Bakış)

Kral İdris döneminde Libya bağımsızlığını kazanınca ilk yapılan icraat Türklerle yeniden güçlü bir bağ kurmak oldu. Bu sebeple bir kuloğlu olan Sadullah Kuloğlu başbakanlığa atandı.

s.koloğlu.jpg
Sadullah Koloğlu / Fotoğraf: biyografya.com


Bu durumu Sadullah Koloğlu’nun oğlu Orhan Koloğlu yıllar sonra katıldığı bir TV programında şöyle açıklıyordu; 

Babama Libya’nın ilk başbakanı denilebilir. Bağımsızlık kazandıktan sonra kendi kadroları yoktu. Türkiye’de valilik görevi yapan babam, Türk hükümetinin izniyle orada o görevi üstedi. Bir süre başbakanlık yaptı.

Bizim soyadımızdan bellidir; aslında soyadımız Kuloğlu’dur. Osmanlı’nın yeniçeri veya levent olarak Kuzey Afrika’ya gönderdiği Türk asılı gençlerin, oradaki kadınlarla evlenmesinden doğan karışık çocuklardır.

Büyükbam da hem Derne’nin aşiret reisi hem de belediye başkanıydı. Padişah Abdülhamid, babamı İstanbul’a aldırıyor. Aşiret mektebinde okuyor, mülkiyeyi okuyor.

O zaman Arap-Türk ayrımı yok. Babam Türkiye’de kaymakamlıklar, valilikler yaptı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1947-48’de Libya’da yeni bir devlet kurulmasını girişildiğinde babam Ankara hükümetinin izniyle oraya gitti. Babam teklifi reddetmiyor, hizmet etmek istiyor. Yerli halk da iktidarı almak istiyor. Babam bambaşka bir anlayışla yaklaşıyor.

Kral, babamı özellikle istedi. Babam, İstiklal Savaşı’na katılmış, bağımsızlığı tam savunmuş halka hizmet eden bir insan. İngilizlerin getirdiği kadrolar baş eğen, onlara uyan insanlardı. Babam İngiliz kumandanlarıyla boğaz boğaza kavgalara girişti.

İstiklal Savaşı’nı yaşamış, bağımsızlığı yaşamış bir insan olduğundan onun için onları idareyi elde tutmak isteyen İngilizlerin karşısına sürdüler. (NTV)


Kral İdris, Kaddafi tarafından devrildiğinde de Türkiye’de bulunuyor olması kaderin bir başka cilvesiydi.

Türklerle Libya halkı arasındaki dostluk ve ittifak çok uzun asırlara dayanıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesi bu derin bağları yeniden güçlendirmesi bakımından şaşırtıcı olmayacaktır.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU