Kaotik Arap ülkeleri ve değişime direnç

Son günlerde Irak ve Lübnan’da somutlaşmış olan bu başkaldırı daha geniş ele alınırsa, Suriye, Libya ve Yemen’de devam etmektedir

Fotoğraf: AP

Ortadoğu halkları son on yılda benzerine az rastlanır acılar çekti. Burada, 70 yıldan uzun süredir Siyonist hareketin işgaliyle karşı karşıya kalan Filistin’den bahsetmiyorum sadece.

Bahsi geçen halklar 2010 yılı itibariyle baskıcı yönetimlere karşı barışçıl protestolarla başkaldıran, değişim talep eden ve şu ana kadar başarısız olan kardeşlerimizdir.

Son günlerde Irak ve Lübnan’da somutlaşmış olan bu başkaldırı daha geniş ele alınırsa, Suriye, Libya ve Yemen’de devam etmektedir. Kaosun derinleştiği Libya dışında diğer tüm ülkelerde birinci derecede İran nüfuzu söz konusudur.

Libya da ise diğer bir bölgesel güç olan Türkiye’nin etkisi çoğalmaktadır. Bu ülkedeki çözümsüzlüğün Suriye’deki gibi iç savaşa sürüklenme ihtimali gün geçtikçe artmaktadır.

Irak'ta, aylarca süren protestolar, adam kaçırma, suikast ve tehditler sonrası meclisteki vekiller ve yöneticiler hala seçim kanunu üzerinde tartışıyor.

Reformist vaatleri olan sözde bağımsız Başbakan Abdulmehdi, öfkeli protestocu gençlerle adeta dalga geçercesine yüzlerine gülerek onları son bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı.

Nice protesto sonrasında nihayet istifa eden Başbakan Abdulmehdi, topu gençlerin yüzüne fırlattı, oysa hakim olan milis güçlerine ve siyasilere fırlatması gerekirdi.

Daha da trajikomik olan ise, siyasetçilerin Abdulmehdi’nin yerine bağımsız aday diye önerdikleri kişinin koyu bir Nuri el-Maliki taraftarı olan son yılların en tartışmalı kişilerinden biri olmasıydı.

İran’a bağlılıkta birbiri ile rekabet halinde olan yöneticiler, milis güçlerin varlığının sürmesini istiyor, işin ilginç yanı; orduya ve polise talimatları verenlerin de aynı kişiler olması.

İki yıl önce seçimleri kazandıkları için yönetimin mutlak anlamda kendi hakları olduğunu düşünüyorlar, bu hakka istinaden protestocuları öldürecek birlikleri gönderebiliyorlar.

Utanmadan hükümet başkanını ve bakanlarını kim olduklarına bakmaksızın seçme hakkının da kendilerinde olduğunu düşünüyorlar.

General Kasım Süleymani’nin hükümetin oluşturulup oluşturulmayacağına karar vermesi de onlar için bir utanç kaynağı değil.   

Milyonlarca gencin öfkesine ve Necef'teki dini otoritenin (Ayetullah Sistani) hoşnutsuzluğuna rağmen, bunlar hala aynı fikirlerle Yeşil Bölge'de kayıtsız bir şekilde toplaşmayı sürdürüyorlar.

Milis güçler sokaklarda devriye atıp illegal eylemlerine devam ediyor. İlan edilmiş bir denklem söz konusu; bir yandan sokaklardaki barışçıl protestocuların baskısı, diğer yandan da anayasal düzenin korunması iddiası.

Göstericiler, Millet Meclisi’nde seçim kanunun düzenlenmesi, erken seçime gidilerek, bakanları ve başkanıyla bağımsız bir hükümetin kurulmasını istiyor.

Peki, yönetimdekiler bunu niçin kabul etsin? Vicdanları rahatsız olduğu için mi?

Ya da gençlerden veya Ayetullah Sistani’den korktukları için mi?

Bu iki etken de şimdiye kadar onlar üzerinde ciddi bir tesir bırakmamış gibi. Nitekim Irak halkının isteklerini dikkate alarak kendi toplumunun rızasını değil İran’ın rızasını önceliyorlar.

Konumlarını kaybetmemeleri ve servetlerine servet katmaları için gençlerin isteklerini dikkate alacak değiller ya, halkın isteği onları yönetimden çekilmeye zorluyor ancak buna hazır değiller.

Her zaman bağımsız olduğunu iddia eden Başbakan Abdulmehdi dahi gençlerin İran’ı kınayan sloganlar atmasını işte bu sebeple şiddetle eleştirmişti.

Lübnan'daki durum bundan çok farklı değil, hatta daha açık ve vahim. Lübnanlı yöneticilerin Iraklı muadillerinden az kalır yanı yok, hatta daha da beterler, zira Iraklıların 15 yılda yaptığı yolsuzluğu bunlar üç yıl içinde gerçekleştirdi.  

Bankalar iflas ilan edip kapanmak zorunda kaldığında Lübnan halkının duyduğu rahatsızlığı duymadılar çünkü zaten paraları başka ülkelerdeydi.

Lübnan’da Iraktan farklı olarak tezahür eden iki husus var, birincisi; "uzmanlar hükümeti mi, yoksa tekno-politik bir hükümet mi?" tartışması, yani meleklerin cinsiyetini tartışmayı sürdürerek göstericileri aşağılamak.

İkinci husus; silahlı güçlerin (Hizbullah ve Emel) göstericilere karşı şiddet uygulama hakkının olması.

Bu silahlı güçler geçtiğimiz günlerde olduğu gibi göz göre göre göstericilere, hatta ordu ve güvenlik güçlerine karşı şiddet uyguladı.

Irak’ta bu işler bir şekilde gizli yapılıyor, maskeler vesaire, ancak Lübnan’da şiddete aleni bir şekilde başvuruluyor, hatta kameralar önünde adeta emirleri ne kadar iyi uyguladıklarını gösterircesine.

Protesto eylemlerine geniş katılım gösteren Lübnan halkı, tanıdık simalardan değil de uzmanlardan oluşan bir hükümet kurulması yönünde baskı yapıyor.

Lübnan’a mali destek vermek isteyen Avrupa ve Arap ülkeleri ile ABD, "Sokağı memnun edecek bir hükümet oluşturulmadıkça destek yok" diyor, buna rağmen yöneticilerin acelesi yok, önce hükümetin mahiyetini tartışıyorlardı, şimdi de meclis müzakerelerinde en çok oyu alan kişinin atanıp atanmayacağını konuşuyorlar.

Lübnan halkı siyasi krizlere alışkındır, hatta iç savaşa bile alışkındır ancak politik krize ekonomik krizin eşlik etmesi tahammül sınırlarını zorluyor.

Daha önce dediğimiz gibi tüm bu kritik süreçlere rağmen ne cumhurbaşkanının ne de politikacıların hükümeti kurma noktasında aceleleri yok.

Peki, Lübnan’da Irak’ta olmayan bir şey mi yaşandı?

Demem o ki Irak’ta (İran tarafgirliği noktasında) aykırı sesler yok, sadece Mukteda es’Sadr bazen muhalif olup yükseklerden uçuyor sonra bir bakıyorsunuz İran’a konmuş.

Lübnan’da yöneticiler bölündü mü? Son üç yılda Özgür Yurtsever Hareketi lideri Cibran Basil ile Hariri arasında bir hükümet ortaklığı söz konusuydu, şimdi Basil diyor ki; ‘Eğer Hariri başbakan olacaksa ben de bakan olmalıyım’ göstericilerin en çok kendine sövdüğünü bilmiyormuş gibi bu cürette açıklama yapabiliyor.

Bu ihtilaf derinleşirken milis güçlerinin protestoculara gece saldırıları sürüyor. Hizbullah ve Emel hareketi yani ‘Şii ikilisi’ kendilerini kamuoyunun egemen güçleri olarak görüyor.

Iraklıların aksine Hasan Nasrallah son zamanlarda İran’dan fazla bahsetmiyor, her ne kadar son konuşmasında; (İsrail’i Lübnan topraklarından vuracaklarını açıklayan İranlı generali) eleştirmek zorunda kalmışsa da, generalin tam olarak öyle söylemediği, ya da sözlerinin bağlamından koparıldığı gibi birçok bahane öne sürdü.

Hariri ve Basil arasındaki ihtilaf göz önüne alınırsa Şii İkilisi dışında bir arabulucu ihtimali olmadığı açığa çıkıyor.

İki aydır mezhepçi anlayışı eleştiriyor yeni vatanseverliği savunuyoruz ancak yöneticiler bizi yine o eski günlere götürmekte ısrarlı.

Basil yeni hükümetten uzaklaştırılmasını (İç savaşı sona erdiren anlaşma) ‘Misak’ın’ ihlali olarak değerlendiriyor, Sünni ileri gelenleri ya Hariri ya da kimseyi kabul etmeyiz diyorlar, göstericiler ise umutsuzluğa kapılmak üzere.

Hasılı kelam; Irak’ta ve Lübnan’da değişim nasıl mümkün olacak? Bu ülkelerdeki yönetim meşru yollarla seçildi, Cibran Basil parlamentodaki en büyük bloğun başı keza Irak’taki hükümet seçimle başa geldi, iki hükümet de göstericilerin taleplerini meşru gördüğünü açıkladı, hak veriyorlar ama talepleri karşılamaya yanaşmıyorlar.

Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu göstericiler ise tüm yönetim tabakasını yozlaşma ve yolsuzlukla suçluyor, tümü yani hepsi, siyaset tıkanmış vaziyette, gençler vazgeçecek mi? 

Ya da bir patlama mı yaşanacak, Libya ve Suriye senaryosu acaba tekrar mı edecek?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Mustafa Yıldız

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU