Lübnan devrimi ve dört ejderha

Bugün Beyrut’un yaşadıkları, Beşşar Esed’in daha misyonunu tamamlayamadığını gösteriyor

Fotoğraf: AFP

Geçtiğimiz hafta sonundan bu yana Lübnan, 17 Ekim devriminin patlak vermesinden beri şahit olmadığı bir şiddete sahne oluyor.

Bazı gözlemciler ve aktivistler, ertelenen hükümeti kuracak başbakanı görevlendirme süreci öncesinde, sonrasında ve ondan bağımsız olarak bu yönelimin güçleneceğini ve baskının artacağını tahmin ediyorlar.

Rakamsal olarak Irak’taki bilançodan çok uzak olduğumuz doğru. Nitekim bütün umudumuz, ona yaklaşmamak.

Fakat öte yanda, Lübnan devriminin çabalarının, karmaşık ve bileşik girişimlerinin karşı karşıya kaldığı inat ve baskının boyutunun basit olmadığı da doğru.

Bunun için, Lübnanlı gençleri, 17 Ekim’de ayaklanmaya iten, onlara ve otoritelerine karşı birleşmelerini sağlayan dört temel düşmanı saymamız yeterlidir.

Gerçek şu ki, bunlar daha çok kökleri derin ve dallanıp budaklanmış dört ejderhadır.

Lübnan devrimcileri, bu ejderhaların sıralamasında ve önce hangisi ile yüzleşmek gerektiği konusunda aynı fikirde olmayabilirler ama büyük bir çoğunluğu, halkın çıkarları ve beklentileri ile çatıştıklarında hemfikirdirler.

İlk ejderha, bugün Lübnan Merkez Bankası ile sembolize edilen neo-liberal ekonomidir. Siyasi grupların ve bankacılık topluluğun müdahaleleriyle artan bir ivmeyle kamu malını yağmalayan Merkez Bankası, şimdi de hiçbir aracı veya engel olmadan tek tek kişilerin birikimlerini yağmalıyor.

Lübnan Merkez Bankası, Lübnan ekonomisinin yapısında, bu yapıyı açıklayan ve gerekçelendiren bilinçte ikincil öneme sahip bir ayrıntıdan ibaret değildir.

Birçoklarına göre, Lübnan uzun yıllar büyük bir banka gibi yaşamıştır. Birçokları tarafından Lübnan, şarkılar telif eden Rahbani Kardeşler gibi Michel Chiha’na kendisine düşünceler telif ettiği büyük bir banka şeklinde tanımlanmıştır.

Lübnan Merkez Bankası genel olarak gerçekten merkez banka ise, ekonomideki ağırlığının arttığı, egemen politikadaki rolünün kabul edildiği ve büyüdüğü son 30 yılda, özelde de gerçektir.

Bunun anlamı şu; mevcut haliyle Merkez Bankası’nın sorunu, Lübnan’ın yağmalanan ekonomisinin yapısını ve işleyiş yöntemlerini yeniden gözden geçirmeyi de kapsıyor.

Bu noktada, iktidardaki partiler arasında birçok konuda var olan çelişkilerin aksine istisnasız hepsinin arasında neo-liberalizmi benimsemede açık ve net bir oybirliği olduğunu görürüz.

İkincisi; 1860’daki “Küçük Lübnan”, Cebel-i Lübnan Sancağı ve 1920’deki “Büyük Lübnan”dan bugüne ülkenin bilincinin ve ideolojisinin temeli olan mezhepçiliktir.

Ancak mezhepçilik, bir bilinçten ibaret değildir. O olmadan politikalar ve ulusal ekonomi anlaşılamaz.

Ülkenin çokça yaşadığı savaşlar ve az yaşadığı barış anlaşılamaz. Lübnan’da mezhepçilik, entelektüeller arasında da yaygındı.

Bu konuda belki de en öne çıkan isim, Lübnan’ın dini topluluklarını ve güzelliklerini öven Kemal Yusuf el-Hacc’dır. Ama entelektüeller, hatalarını inkar eden ya da hafifletmeye çalışanlar dışında hatalı sayılmazlar.

Bugün yaşananlar ise, 1860’dan beri ilk kez, mezhepçilik ile halkın arasındaki en büyük ayrılıktır. Bir dağıtım ağı olarak mezhepçiliğin, daha önce sahip olduğu güç nedeniyle mümkün olan “aldatmaca” artık neredeyse imkansız hale geldi. Bir işe yaramaz oldu.

Üçüncüsü; mezhepçi yapının ikili ve zehirli bir uzantısını temsil eden Hizbullah’tır.

Hizbullah, “ulusal bir arada yaşam” içinde mezhepçi konumunu geliştirmek için minumum düzeyde şiddete başvurduğu birçok deneyimden sonra, ulusal bir arada yaşama boyun eğdirmek için maksimum düzeyde şiddet kullanma kabiliyetini somut bir biçimde kullanmaya başladı.

Önceleri dış güçler ile ilişkiler, içerideki herhangi bir dini topluluğun politikalarına destekten ibaret iken, Hizbullah ile birlikte ulusal olan, dış ve İranlı olanla birbirinden ayrılamayacak biçimde sıkıca birleşti. Hizbullah bugün, mezhepçiliğin keskin kılıcına dönüştü.

2005 yılında Lübnanlıların büyük bir çoğunluğu oybirliğiyle Refik Hariri suikastinde Beşşar Esed’i suçlarken, Hizbullah (o zaman daha kendisi suçlanmamıştı) buna karşı çıkarak Lübnanlıların tamamının ortak bir tutum benimsemesinin önüne geçmişti.

Şimdi de aynı şey tekrarlanıyor, Hizbullah büyük bir dini grubu devrimden ayırmaya çalışarak devrimin bütün Lübnanlıların devrimi olmasının önüne geçmeye çalışıyor.

Dördüncü ve sonuncu ejderha, Arap dünyasındaki karşı devrim atmosferidir. Bu atmosfer, rüzgarları daha sıcak ve zehirli Suriye’den Lübnan’a esen, karşısında da Lübnan devriminin rüzgarlarını bulan atmosferdir.

Bugün Beyrut’un yaşadıkları, Beşşar Esed’in daha misyonunu tamamlayamadığını gösteriyor.

Nitekim, Esed destekçilerinin Lübnan devrimine karşı düşmanlıklarının beslendiği kaynaklardan biri de budur. Çünkü onlar, İranlıların ve Rusların Şam’da kendileri  için yaptıklarını, Bağdat ve Beyrut’ta kaybedebileceklerini çok iyi biliyorlar.

Lübnan devriminin hedef aldığı dört ejderha, görevinin ne kadar zor ve aynı zamanda ne kadar kahraman olduğunu ortaya koyuyor.

İktidar gruplarının özellikle pazar- pazartesi gecesi açıkça görüldüğü gibi, güvenliği sağlamaktan başlayarak nasıl aralarındaki koordinasyon ve entegrasyon alanlarını genişletmeye çalıştıklarını da açıklıyor.

Devrim ve onunla birlikte Lübnan hezimete uğrayabilir mi? Belki. Fakat, dört ejderhayı hedef almanın uzun vadeli ve nesillerin ardı ardınca üstlenecekleri bir misyon olduğu da kesindir.

Bu da devrim güçlerine, kimi örgütsel kimi de düşünsel ertelenemez sorumluluklar yüklemektedir.

Buna ek olarak; bugünün yüzleşmeleri ile gelecekteki yüzleşmeleri birleştiren, ortasında alternatif ve saygın bir otoritenin şekillendiği sorumluluklar belirlemektedir.

Aksi takdirde, geçmiş bir daha dönmeyecek şekilde geride kalırken, gelecek özelliklerini ve şeklini belirleyecek olanı beklemeye devam edecek.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU