İstanbul’un betondan Jurassic Park’ı...

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Dünyanın en acayip coğrafi bölgelerinden birine kurulmuş İstanbul... Bir zamanlar tepelerinden Boğaz’a akan dereleri, o derelerin yanlarına kurulmuş köyleri, ‘Tarihi Yarımada’ diye anılan kent merkezinden sanki günlerce uzakmış gibi yaşarmış.

Mecidiyeköy, çok değil 60 sene önce köymüş. Abdülmecit döneminde yerleştirilen Balkan göçmenlerinin yaşadığı, dut ağaçlarıyla çevrili bir köy.

Hani, “Eskiden buralar hep dutluktu” derler ya, öyle bir yer işte...

1950’lerle beraber Mecidiyeköy gibi İstanbul’un türlü kırlık çevresini geniş ve büyük caddelerle birbirine bağlamaya, imara açmaya, biçimsiz biçimsiz binalar dikmeye başlamışlar.

İstanbul’un Avrupa yakasında, hani siyah-beyaz Yeşilçam filmlerinin ışık saçan Ayhan'larının ve küçük hanımefendilerin fink attığı o film seti mekanlarında akıl almaz bir hızla betonlaşma başlamış.

Eş zamanlı olarak montaj sanayii, bir kısmıyla Anadolu yakasına yayılan fabrikalar... Gecekondu göçleri...

Konumuz olan cadde uzun süre bu saçma, plansız, cehalet eseri ‘şehirleşme’nin etkisinden korunabilmiş.

Koşuyolu’ndan söz ediyorum.

İçinde hakiki Hababam Sınıfı serisinin çekildiği ve şimdi bir çeşit ‘Öğretmen Evi’ olan Adile Sultan Kasrı’nın da bulunduğu Validebağ Korusu’na teğet geçip giden cadde...

Bu cadde bir gidiş, bir geliş yönüne sahiptir.

Bundan birkaç sene evvel kimsenin gözüne batmazdı. Trafik bir gidiş, bir geliş akar, cadde kendi yağında kavrulurdu.

Ne var ki, yaklaşık beş sene önce koruya gözlerini diktiler.

Kimler mi?

Betonla beslenen uzaylılar!

Koru’yu sağından solundan tırtıklayıp beton dökme hesapları yapmaya başladılar. Validebağ Savunması büyük bir gürültü koparmasaydı, bir kısmını tırtıkladıkları Koru belki bugün sağından solundan eşelenmiş ve betonla kaplanmış olacaktı.

Peki, ne oldu Koru’nun çevresinde?

Kuzey tarafına devasa bir özel hastane için imar izni verildi. Hastane blok halinde betonu kondurdu. Ama sırf o kadar değil. Her biri devasa bloklardan oluşan sitelerle çevrildi kuzeyden ve doğudan.

Cadde Validebağ Korusu’nun batısından geçiyor. Cadde üstünde, bahçe içinde üç katlı evler, biraz kuzeyde boş araziler, eskiden yapılmış birkaç makul site bulunuyor.

Ama orada da yağmalanacak bir yer yarattı mevcut iktidar: Subay lojmanları vardı, geniş yeşil bir arazi içinde, birkaç katlı küçük apartmanlardan oluşan lojmanlar...

Ergenekon’du, Balyoz’du derken, arada hakiki balyozu inşaat için çakmış oldular. Bir yasayla, askeri arazilerin, binaların tasarrufu iktidara bırakılıverdi.

15 Temmuz’da da fırsattan istifade, “Kışlaların şehir içinde işi ne?” dediler, kimseye laf edecek alan bırakmadılar.

Sonra ne oldu?

Validebağ Korusu’nun karşısındaki sıska subay lojmanları boşaltıldı, binalar yıkıldı, arazi iktidara yakın bir inşaat şirketine peşkeş çekildi, o inşaat şirketi de, bulunan en büyük dinozor türüne verilen Titanozor lakabını hak edecek ucube binaları yan yana beton bloklar halinde güzelim korunun karşısına kondurup, caddeye cepheli ‘satış ofisi’ni faaliyete geçirdi!..

Dairelerin en ufağı petrol zengini ülkelerden gelip 250 bin dolara Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ‘satın almak’ isteyen zatı muhteremlerin ihtiyacını görecek fiyattan satılıyor.

Güzel para!..

Ne de olsa tam karşıda ‘koru’ var.

Ha, birkaç seneye o koru kalır mı? İşte işin o kısmı garanti kapsamında değil!..

İşin en saçma kısmını söyleyeyim mi?

Validebağ Korusu’nun etrafı betondan dinozor siluetleriyle kaplanırken, cadde yine aynı cadde; bir gidiş, bir geliş...

Caddeye yandan bağlanan yollar, yollara bağlanan siteler, oralarda yaşamaya başlayan binlerce insan, binlerce araç, eklenen iki trafik lambasıyla idare edilmeye çalışılıyor!

Peki n’oluyor?

Sabah ve akşam saatlerinde akıllıları delirtecek, delileri ayıltacak bir trafik saçmalığı yaşanıyor. Tek yön gidiş tek yön geliş o minyatür caddeden, bir gün Fethullahçıların nasıl ele geçirdiğini ayrıca anlatabileceğimiz Altunizade’ye ancak bir saat trafikte beklenerek çıkılabiliyor.

Bu cadde sadece bir örnek...

İşte böyle böyle İstanbul ‘trafikte israf edilen süre ve yakıt’ sıralamasında Jakarta’yı geride bırakarak şampiyonluk ipini göğüsledi. Milyarlarca dolar yakıt trafikte boşa geçirilen süre nedeniyle karbon olup havaya karışırken, anne babalar çocuklarına sarılmaları ve şefkat biriktirmeleri gereken vakitlerde kendilerini sıkıştıran kurnaz komşu şoförlere küfür ediyor ve nefret biriktiriyor.

Trafikte bu kadar zamanını geçiren bir kentin insanları akıl sağlığını koruyamaz. O yüzden İstanbul trafiğinde insanlar kendi kendine konuşmaya ve tuhaf hareketler yapmaya başladı.

Siz onları araç hoparlöründen telefonla konuşuyor zannediyorsunuz, ama aslında her gün biraz daha deliriyorlar... Sadece etraflarında olsa iyi, kafalarının içinde de dinozorlar dolaşıyor...

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU