Dünya değiştiği sürece NATO da değişmeye devam edecektir

Dr. R. S. Savaş Biçer Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Bu sözlerin sahibi NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg olunca aslında ayrı bir anlam kazanıyor.

NATO’nun 70'nci kuruluş yıldönümünün de kutlandığı Londra’daki en son NATO devlet ve hükümet başkanları zirve toplantısı sonrasında konuşan Genel Sekreter; “Son icra ettiğimiz toplantı bir defa daha göstermiştir ki, NATO, ortak güvenlik kaygılarımızla ilgili stratejik konuların Avrupa ve Kuzey Amerika tarafından her gün tartışıldığı, karar verildiği ve hep birlikte harekete geçirildiği bir yer olmaya devam etmektedir” diyerek, NATO’nun geçmişte olduğu gibi gelecekte de önemli bir uluslararası güvenlik örgütü olma özelliğini koruduğunun altını çizmiştir.

Toplantıda NATO liderleri çok sayıda önemli karar almış ve bunlar arasında belki de en önemlisi uzayın; kara, deniz, hava ve siberden sonra beşinci harekat alanı olarak beyan edilmiş olmasıdır.

Terörle mücadeleden, NATO bütçesi katkı paylarının daha adil olarak düzenlenmesine kadar birçok konunun 29 ülkenin liderleri tarafından görüşüldüğü zirvede, savunma yatırımlarını artıran Avrupalı üyeler ve Kanada’nın ilk defa bu yönde bir gelişim gösterdiği de Genel Sekreter tarafından vurgulanmıştır.

Aslında NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini iddia eden Fransa devlet başkanı Emmanuel Macron’un dile getirmeye çalıştığı NATO’nun önemsizleştiği değil de, sanki NATO’nun alternatiflerinin de olabileceğinin, yani aslında Avrupa’nın kendi kendisine yeterli bir savunma gücü oluşturmasının mümkün olduğunun işaretlerini taşıyor.

Macron bütün sorunun ABD devlet başkanı Trump’ın “Avrupa Projesi” fikrini paylaşmaması olduğunu söylüyor ve ilave ediyor;

Gerek ABD’nin NATO müttefiklerine danışmadan ve işbirliği koşullarını çok dikkate almadan giriştiği askeri operasyonlar, gerekse Türkiye’nin Suriye’de savaşan taraf olması nedeniyle maruz kalabileceği bir saldırı karşısında 5'nci maddenin işletilip işletilmeyeceği sorusu, NATO’nun askeri bir ittifak olarak çok başarılı olduğu, ancak siyasi ve stratejik konulardaki sorunların tanımlanması gerektiğini gözler önüne sermektedir.


İşte son NATO devlet ve hükümet başkanları zirvesi, Macron’un bu iddialarının gölgesinde başlamasına rağmen, güç ve eylem birliği mesajları içeren bir sonuç bildirgesi ile tamamlandı.

Özellikle ittifakın hiçbir ülkeye tehdit oluşturmayan bir savunma örgütü olduğu vurgusu yanında, açık olarak, Rusya’nın konuşlandırdığı orta menzilli füzelerin Avrupa-Atlantik güvenliği için bir risk olduğu sonuç bildirgesinde ifade edildi.

ABD ve Avrupalı ittifak ülkelerinin üzerinde tam olarak görüş birliğine vardıkları belki de tek öncelik Rusya tehdidi denilebilir.

Rus dış politikası, Arktik bölgede ve Baltık bölgesinde ulusal çıkarlarına aykırı olarak oluşturulduğunu iddia ettiği kuşatmanın kırılmasına odaklanmış durumda.

Bu kuşatmanın NATO kanadını, özellikle de Baltık ülkelerinin hassasiyetlerini kendisine has yöntemlerle istismar ederek kullanma stratejisini yürütmekte de kararlı.

İttifak üyesi Baltık ülkeleri çok yakınlarında hatta içlerinde hissettikleri Rus tehdidine karşı 5'inci maddenin işletilip işletilmeyeceği, müttefiklerinin bir Rus saldırısında kendi güvenliklerini tehlikeye atıp yardımlarına gelip gelmeyeceği konusunda derin endişeler duymaya başladıkları bir süreç yaşarlarken, bir de Fransa gibi ittifakın önemli bir Avrupalı ortağının devlet başkanından, NATO’nun geleceğine yönelik oldukça ümitsiz bir tavır gördüklerinde neler düşündüklerini tahmin etmek çok zor değil. 


Avrupalıların kendi güvenliklerini kendilerine karşı bile koruyamadıklarını Avrupa siyasi tarihine baktığımızda zaten görebiliyoruz.

Uzun din ve mezhep savaşlarını büyük kayıplarla atlatan kıta Avrupa’sı, dünya savaşına kadar giden siyasi çatışmalar dönemlerindeki ve savaş sonrasındaki güvenlik ve istikrar arayışlarında, kıta dışından özellikle de  ABD’den hep destek istedi ve istediklerini de büyük oranda aldı.

Şimdi Macron’un, Avrupa’nın kendi kendisine yeterli bir askeri yapılanma ile güvenlik sorunlarını çözme yeteneğinde olduğu iddiası, Trump’ın müstehzi bakışlarına neden oluyor elbette.

Trump’a göre bu iddiaya Ruslar bile güler. Rusya, Arktik bölgedeki deniz ulaşım imkanlarının kendi lehine dönmesi ile önemli bir ekonomik avantaj sağlama ve bu avantajını koruyacak şekilde askeri tedbirlerini arttırmaya başlayalı uzun süre geçmedi; ama Avrupa ve ABD’nin mevcut yönetim kadroları ile birlikte bu tehdide çözüm üretme ihtimalleri giderek zayıflıyor.

Bu fikir ve eylem ayrılığı döneminde NATO bir çimento gibi. Londra’daki son zirve toplantısı da bu harcın tuttuğunu ve en azından bir süre daha böyle devam edileceğinin işaretlerini verdi, denilebilir.


NATO ile ilişkileri bazı dönemlerde gerginmiş izlenimi yaratılan Türkiye’nin, ittifak içerisindeki önemi ve etkisi ise her zamanki gibi güçlü.

Tam da son zirve sırasında Türkiye’nin NATO kuvvet yapısına tahsis ettiği İstanbul’daki NRDC-T (NATO Ani Müdahale Kolordusu-Türkiye) EURASIAN STAR-19 tatbikatına ev sahipliği yapmakta ve büyük bir başarı sağlanmaktaydı.

NATO’nun ihtiyaç duyduğu her dönemde, diğer üye ülkelerin çekincelerinin olduğu önemli alan dışı güvenlik ve istikrar görevlerinde, Türkiye tereddüt etmeksizin NATO liderliğinde teşkil edilen uluslararası yapılanmalarda her zaman ilk yer alan ülke olmuş ve bu hassasiyeti de ittifak içerisinde her zaman takdirle karşılanmıştır.

ABD Savunma Bakanı Esper, 2019 Aralık ayı ortalarında New York’ta yaptığı bir konuşmada, Türkiye’nin NATO’nun yörüngesinden çıkmaya başladığını ve tekrar eski konumuna getirmek için çok çalışmak gerektiğini söylediğinde, Türkiye’nin NATO’daki bazı müttefikleri ile ikili ilişkilerinde yaşadığı görüş farklılıklarını dikkate almaksızın, sanki NATO ile ilişkilerinde sorun varmış gibi göstermeye çalıştığını görüyoruz.

Bu yaklaşım, Türkiye’de gereksiz yere ortaya çıkan kasıtlı bir NATO karşıtlığı ve NATO’dan çıkma talepleri ile örtüşmektedir ki, böyle bir girişim sadece kazanılmış olan hak ve çıkarlarımızın kaybına sebep olacaktır.

Türkiye’nin, NATO’nun her yatırımında, her tuğlasında, her çimentosunda ödediği katkı payları ile hakkı vardır. Bu hak aslında her Türk vatandaşının cebinden çıkan paradır, yani bizlerin hakkıdır.

Batıda Türkiye’nin eşit oy hakkına sahip olduğu tek uluslararası siyasi bir örgütten ayrılma talebinin NATO Konseyinde aynı gün kabul edileceğini, alınacak bir kararla da ayrılan üyelerin ittifaka tekrar kabul edilmeyeceğinin açıklanabileceğini düşünmek, ittifak üyelerinin Türkiye’ye karşı ikili ilişkilerdeki tutumlarına bakıldığında çok şaşırtıcı olmayacaktır.

Bu oyuna gelmek, yani Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren yüzünü Batıya çeviren Türkiye’nin, bir anda sırtını dönmesini istemek en çok kimlerin işine yarayacaktır, çok iyi hesaplamak gerekir.

Süleyman Demirel’in 3 Kasım 1965 yılındaki hükümet programında yer alan; “Bir ittifaka ve bir ideolojiye bağlı olmak, başka bir ittifaka ve ideolojiye mensup olan veya bugün ekseriyeti teşkil eden tarafsız memleketlerle münasebetlerin geliştirilmesine mani değildir” ifadesi, dengeli ve milli menfaatlerimizi gözeten dış politika anlayışının partiler üstü devlet politikası olarak her dönemde sürdürülmesi gereğini vurgulayan önemli bir prensiptir.

Dünyada değişim yaşandığı sürece NATO da bu değişime ayak uydurarak değişecek, ittifak üyesi Türkiye de bu değişimin kendisine kazandıracağı fırsat ve avantajları kullanarak milli çıkarlarını korumaya devam edecektir. 

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU