Yılın en dokunaklı filmi: Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı

"Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi" (Portrait de la jeune fille en feu) adlı filmin afişinden bir kare

Lire isimli Fransız edebiyat dergisinin 21. yüzyılda edebiyat dünyasına damgasını vuracak elli isim arasında gösterdiği Aslı Erdoğan, Kabuk Adam isimli öykü kitabında şöyle yazmış:

Bazen insana hiçbir şey hatırlamak kadar acı veremez, özellikle de mutluluğu hatırlamak kadar. Unutamamak. Belleğin kaçınılmaz intikamı. Herhangi bir iz taşınıyorsa eğer, bu bir zamanlar bir yara açıldığındandır.


Her birimiz hayatımıza anlam katacak olanı ararken hatırlamak ve unutmak arasında geçen yaşam süremizde acılarımız, yaralarımız ve yalnızlığımızla ebedi bir sürgünde olan fanileriz.

Üstelik bu yolculukta son noktayı koyduğumuzda, elde kalan, gerçeğin tortusundan ibaret olacaksa da şunu kabul etmek gerekir ki; yaşadığımız mutlu anlar dışında başka hiçbir şeye sahip değiliz.


Yılın en dokunaklı filmi; “Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi”

Yönetmen: Céline Sciamma / Oyuncular: Noémie Merlant, Adèle Haenel, Luàna Bajrami, Valeria Golino / 121 dakika
 


Bu filmi 18. Filmekimi’nde, peşi sıra film seyretmenin verdiği yorgunluk ve mevsim geçişiyle üzerimdeki gribal bir halsizliğin had safhada olduğu bir festival gününde keşfetmiştim.

İyi ki yorgunluk ve hastalığın beni engellemesine izin vermemişim ve o an bu filmi seyretmişim.

Zira, zoraki film seyrediyormuşum gibi hissettiğim böylesi bir günde medidatif bir sinematografiye sahip olan film bana hem ilaç gibi gelmişti hem de derinden etkilemişti.
 


Erkekler tarafından yönetilen kadınlar arasındaki aşk hikayelerine kıyasla Fransız yönetmen Céline Sciamma’nın filmdeki duygu ve estetik başarısı açık ara önde olsa da yine de aralarında benzerlik olduğunu düşündüğüm bir diğer Fransız yönetmen Patrice Leconte’nin Köprüdeki Kız (La fille sur le pont, 1999) filminden bu yana aşkı, tutkuyu ve bağlılığı başka bir eylem üzerinden bu kadar etkili bir şekilde ele alan bir filme bugüne kadar denk gelmemiştim.

Böylesi bir çalışmaya rastlamak inanın her zaman mümkün değildir.
 


Bu yüzden Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi (Portrait de la jeune fille en feu) isimli filmin sadece bu yıl seyrettiğim en iyi film olmakla kalmayıp tüm zamanlar içinde duygusal olarak beni kalbimden vuran ender yapımlar arasına girdiğini de rahatlıkla söyleyebilirim.


Özetlemek gerekirse; anlatılmaz, yaşanır!

Filmi uzun uzun anlatmak istemiyorum. Çünkü böylesi bir film anlatılamaz, kesinlikle o sinemasal deneyimin yaşanması gerekiyor.

Ama yine de ana hatlarıyla özetlemek gerekirse; varlıklı ve dul bir kontesin kızlarından biri gizemli bir şekilde öldükten sonra Milano’daki asil bir adam ile evlendirmeye karar verdiği diğer kızının portresini yapma girişimleri hüsranla sonuçlanır.

Ve kontes son çare olarak tanınmış bir ressamın kızı olan Marianne’e bu görevi verir.
 


Babasından miras kalan bu işi başarıyla sürdüren ve profesyonel bir portre uzmanı olan Marianne zengin ve tanınmış ailelere yaptığı resimler ile hayatını sürdürmektedir.

Haliyle güçlü referanslara sahiptir. Fransa’nın Brittany kıyı şeridinin açıklarındaki bir adada yaşayan kontesin kendisine teklif ettiği bu işi kabul edip adaya gittiğinde kontesten bu işi farklı bir yöntemle yapması gerektiğini öğrenir.
 


Çünkü kız kardeşinin ölümünden sonra öfke ve üzüntü içinde olan genç kız annesinin planladığı bu evliliğe karşı olduğu gibi gelecekteki kocası İtalyan asilzadesine gönderilecek olan portresi için poz vermeyi de reddetmektedir.

Bu yüzden Marianne orada bulunma amacını gizleyecek ve kontesin içine kapanmış bu gizemli kızına kendisini yürüyüş arkadaşı olarak tanıtacaktır.
 


Böylelikle gündüz yürüyüşlerinde ona eşlik edecek, geceleri de belleğindeki görüntülerden yola çıkarak bu genç kızın portresini yapmaya çalışacaktır.


Keşfetmenin hazzı

Kontes, Marianne’ye tatmin edici bir porte hazırlaması için beş gün müddet verir ve onları yalnız bırakır.

İşte bu beş günlük süre iki kadının birbirlerini keşfettiği ve gerçekten tanıdığı tüm hayatlarını etkileyecek en kıymetli zamanlardır.
 


Bu beş günlük süre zarfında, Marianne çevredeki kayalıklarda ve kumsallarda gezinirken belleğinde kalanları tuvale aktarmadan önce gizlice yaptığı gözlemlerle Héloïse’un yüz ve vücut hatlarına dair detayları olabildiğince almak zorundadır.
 


Ayrıca portrede genç kızın kişiliğini doğru bir şekilde yansıtabilmek için onun, yürürken saçlarının nasıl hareket ettiğinden tutun da ruhsal olarak değişkenlik gösterdiği anlarda ellerini ve kollarını nasıl konumlandırdığına, kulaklarının şeklinden gözlerindeki delici bakışlara varana kadar tüm hareketlerinin en ince ayrıntısına ihtiyacı vardır.
 

Ancak böylesi bir yaklaşımla ve kaçamak bakışlarla bu detayları yakalayabilmesi neredeyse imkansız bir yöntemdir.
 


Başlarda birbirlerine karşı oldukça temkinli olan iki kadın kendi aralarında çok az konuşurlar. Ancak adadaki bu gezintiler sırasında müzikten ve kendileriyle ilgili şeylerden konuşmaya başladıkça genç kızı her geçen gün daha yakından tanımaya başlayan Marianne, kısa bir süre sonra ona giderek yakınlaştığını hisseder.

Böylece Marianne’nin profesyonel gözlemi sadece tuval üzerine taklit edeceği bir görsel hafıza oluşturmak yerine gözlemlediği kişiye karşı hissedilen daha derin ve hassas bir şeye dönüşür. 
 


Film, yanlış zamanda doğmuş, birbirlerini bulan iki kadının büyük bir romantizmi değil.

Aksine, zaman içinde birbirlerini keşfeden, anlayan, bir sonu olacağını bile bile arzularını ve duygularını paylaşmaktan kaçmayan iki kadın hakkında.


Sanatın görkemli ihtişamı

Film, taslak olarak bakıldığında hikayesi basit görünse de sinemasal aktarımı oldukça gizemli ve zengindir.

Zekice iç içe geçmiş yan hikayeleriyle kadın dünyasını kutsayan nitelikli bir anlatıma sahiptir.

Hayat ile sanatı birbirine zarafetle harmanlayan yönetmen düşünsel bir derinlikte, aşkın özünü yakalamış bir bilgelikle konusunu ustalıkla ele almıştır.
 


Hem yönetmen hem de senaryo yazarı olarak kameranın arkasında duran Céline Sciamma beyazperdeye taşıdığı bu iki kadının hikayesinde yalnız sanat ile sanatçı arasındaki ilişkiyi değil, aynı zamanda yaşamlarımızdaki kısacık anların sanata yansımalarıyla nasıl ebedi bir hale geleceğini de gösteriyor.

Başkalarının beklentileri kişinin hayatına yön verirken insanın kendi duygularının peşinden gitmesindeki o tadı alışılmadık bir gerçekçilikte irdeleyen yönetmen insanı derin düşüncelere sevk ediyor. 
 


Her iki oyuncu da neredeyse tamamen beden dili ve yüz ifadeleri üzerine kurulmuş oyunculuklarında harikulade bir performans sergiliyor.

Sciamma bu ikilinin performansında kelimelerin yerine, kadraja yerleştirdiği yüzlerdeki ayrıntılarla sözcüklerden ziyade duyguları ifade etmenin yollarını buluyor. 
 


Başlarda tuval üzerindeki bir nesneden ibaret olan karakterini filmin sonunda yaratıcı bir kaynak olarak sevginin amacını yeniden sorgulamamızı sağlayan ve diğer karakterin ondaki karşılığını eşsiz bir şekilde gösteren romantizmi yeniden tanımlayacak bir kadına dönüştürüyor.
 


Kendisi bile başlı başına zamansız bir sanat eseri olan film kostüm tasarımından görüntü yönetmenliğine kadar her detayında insanı büyülüyor.

Sanatın görkemli ihtişamıyla bir çiftin imkansız görünen aşk hikayesini anlatan film, ana karakterlerinin birbirini keşfetme ve tanıma sürecine eşlik eden kusursuz kompozisyonu her bir sahneyi kendi içinde potansiyel bir tabloya dönüştürüyor. 
 


Sinemayı terk ettikten sonra bile zihninizde ve kalbinizde yanmaya devam edecek bir alevin ortaya koyduğu bu görüntülerin gücünü unutmakta zorlanacağınız film, son ana kadar yavaş yavaş yanmayı sürdüren ve nihayetinde insanı ateşin içine atan hikayesinde kuşkusuz doruk noktası olan ve nefes kesen finali sayesinde yılın en dokunaklı filmi olmayı başarıyor. 
 


Haftanın diğer filmleri

Addams Ailesi

Karikatürist Charles Addams tarafından yaratılan, sinema ve televizyon tarihi boyunca birçok kez yeniden uyarlamayla izleyici karşısına çıkan ünlü Addams Ailesi’nin animasyon sinema filmi The Addams Family’nin yönetmen koltuğunu Conrad Vernon ve Greg Tiernan paylaşıyor.

Kocasına ve çocuklarına kendini adamış bir kadın olan Morticia, ailesini bir arada tutan soluk tutkaldır. Güler yüzlü, kötücül ve tutkulu bir şekilde karısına aşık olan aile babası Gomez, her zaman girişimci ruhunu korumaktadır.

Ailenin çocukları da oldukça şahsına münhasır bireylerdir. Uzun örgüleri ve iğneleyici mizahı ile zeki genç kız Wednesday ve bulabileceği en büyük tehdit ve tehlikelerin peşinden koşan 10 yaşındaki Pugsley. 

Ancak evin bireyleri bunlarla sınırlı değildir. Ailenin çılgın amcası Fester iyi huylu, neşeli ve her şekilde kargaşaya yol açabilirken, Büyükanne ise yarasalar ve kafatasları gibi şekiller vererek pişirdiği şekerli kurabiyeleri seven torunlarına tapar.

Aile yaklaşan kutlamaları için hazırlıkların ortasındayken, Margaux Needler ortaya çıkar. Margaux Needler sevilen bir reality-show programının kraliçesidir ve banliyö tipi pastel mükemmelliğe kendini adamıştır.

Bu iki farklı cephenin karşılaşması acaba nasıl sonuçlanacaktır?


Balon Pilotları

Oscar ödüllü Eddie Redmayne ile Oscar adayı Felicity Jones’u The Theory of Everything (2014) filminden sonra yeniden bir araya getiren The Aeronauts, gözü pek hava balonu pilotu Amelia Wren ile öncü meteorolog James Glaisher’in, insanlığın hava ve iklim konusunda bilgi menzilini genişletmek ve o döneme kadar kimsenin ulaşamadığı irtifalara erişebilmek adına çıktıkları zorlu sıcak hava balonu yolculuğunu anlatıyor.

Yönetmen koltuğunda İngiliz yönetmen Tom Harper’ın oturduğu, gerçek bir tutku ve kahramanlığın hikayesini anlatan filmde takvimler 1862 yılını gösterirken, pilot Amelia Wren ve bilim insanı James Glaisher, daha önce kimsenin yapmaya cesaret edemediği bir şeyi denemeye karar verir.

Göklerin sırlarını keşfetmek isteyen ikili sıcak hava balonu ile daha önce hiç çıkılmamış bir yüksekliğe çıkmaya çalışır. Gökyüzünde nefes kesici keşifler yapan Wren ve Glaisher, atmosferin en yüksek noktalarına ulaştıklarında hayatta kalmak için zorlu bir mücadele vermek zorunda kalır.


Kahraman Balık

Go Fish, yaşadıkları okyanusu kirlenmekten korumak için harekete geçen papağan balığı Alex ve arkadaşlarının hikayesini anlatıyor.

Bütün hayatı boyunca, alçak gönüllü bir papağan balığı olan Alex, süper kahraman olmayı hayal eder. Alex yaşam alanlarının ve evlerinin sebepsiz bir şekilde kirlendiğini fark ettiğinde bunun sebebini araştırmak ve evlerini kurtarmak için arkadaşları denizatı ve yılan balığı ile birlikte heyecan verici, tehlikeli ve eğlenceli maceralara yelken açar.


Mucize 2: Aşk

İlk filmiyle gişede çok büyük bir başarı yakalayan Mahsun Kırmızıgül’ün 2015 yapımı Mucize isimli filminin devamı olan Mucize 2: Aşk, Doğu’nun bir dağ köyünde yaşayan engelli bir genç olan Aziz ile görücü usulü evlenen Mızgin’in yaşama tutunma hikâyesini konu ediniyor.

Köylerinde yaşadıkları sorunlardan yorulan Aziz ve Mızgin çifti, batıda bir kasabaya yerleşir. Gittikleri kasabada hayat bu ikili için hiç kolay olmayacaktır.

Kötülerin ve önyargılı insanların her yerde var olduğu dünyamızda Aziz ve Mızgin kendi başlarına ayakta kalmayı, hayata tutunmayı, çabalamayı ve çalışmayı öğreneceklerdir.

Aziz deliler gibi aşık olduğu karısı Mızgin için, kusurlarından ve engellerinden kurtulmak için büyük bir azimle mücadeleye başlar.

Ve Aziz çok sevdiği dünyalar güzeli eşi için Mahir öğretmen ve sinemacı Bahattin yardımı ile mucizeleri bir bir gerçekleştirir.


Rahibenin Laneti

Aaron Mirtes’in yönettiği Curse of the Nun’ın başrollerinde Lacy Hartselle ve Kate Kilcoyne yer alıyor. 

Zarar görmüş genç bir kadın, güzel bir yeni eve taşınmayı dört gözle bekliyor. Ancak dengesiz bir rahibenin ruhu, olduğu yerde kalmasını istiyor.


Uzun Kız

Birçok festivalden ödülle ayrılan ve en son Rusya’nın 2020 Oscar adayı olarak seçilen film, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Leningard’da normal bir hayat kurmaya çabalayan iki genç kadının hikayesini anlatıyor.

İkinci Dünya Savaşı, sadece şehirdeki binaları değil, insanları da hem fiziksel hem de mental olarak paramparça etmiştir.

Tarihin en büyük kuşatmalarından biri sonunda bitmiş ama enkazın ardında kalan insanların ölüm kalım savaşı devam etmektedir.

Savaşın üzerinden ayların geçmesine rağmen, etkilerinin oldukça taze olduğu bu dönemde yaşayan Iya, cepheden dönen arkadaşı Masha ile birlikte hayatlarını yeniden inşa etmeye çalışır.

Görüntü itibari ile diğer insanlardan ayrılan Iya, Masha’nın otoritesi altında yaşamaya başlar ve bu durum iki kadının ilişkilerinin farklı boyuta taşınmasına neden olur.

Uzun Kız, hayatlarını sürdürebilmek için bir anlam ve umut bulma peşinde olan Iya ve Maşa adlı iki genç kadının mücadelesini anlatır.

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU