Vizyonda bu hafta: Bir tükeniş hikayesi; "Küçük Şeyler"

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı

Kıvanç Sezer'in yazıp yönettiği "Küçük Şeyler" film afişinden bir kare

Kurumsal iş dünyasında olup da kariyer kaygısı olmayan, hedef baskısı yaşamayan, iş-özel hayat dengesini sağlamakta zorlanmayan kişi sayısı öyle sanıyorum ki yok denecek kadar azdır.

Bu yüzden vasıfsal, durumsal ve davranışsal olarak kendisini yetkin hissedebileceği, hayattaki varlık sebebi ile yaptığı iş arasında köprü kurabildiği bir iş ortamında çalışanlar eminim kendini çok şanslı hissetmektedir.

Madalyonun diğer yüzü; iş olanağı sağlayan kurumlar da stratejik hedefleri yakalayabilmenin yanı sıra, alınan ve verilen arasındaki ilişkiyi ölçerek işveren-çalışan arasındaki karşılıklı memnuniyeti sağlayabilmenin yollarını bulma peşindedir.

Hatta bir adım ötesi; her ne kadar özel sektördeki personel sirkülasyonu gerçeği ortadaysa da ve şirketler artık tecrübeden ziyade taze kan ve genç insan arayışında olduğunu saklamıyorsa da böylesi bir sirkülasyon ve ihtiyaçların gölgesinde artık bir efsaneye dönüşen “çalışan bağlılığı” masalını sürdürmek hatta bu sadakati güçlü temellerle inşa etmek istediğini beyan ederek insan kaynağına önem verdiğini göstermek niyetindedir. 

Ama günümüz gerçeğinde bu durum, güzellik yarışmasındaki adayların “elimde sihirli bir değnek olsa dünyaya barış getirmek isterdim” dedikleri gibi; kendilerinin bile inanmadığı kurumsal bir sorumluluk klişesinden öte bir şey değildir.

Bu yüzden de şirketlerin her halükarda en çok önem verdiği ama ne hikmetse bir türlü çözüme ulaştıramadığı konulardan biri olarak gündem başlıklarından hiç düşmemektedir.

Bu gündem kapsamında, özellikle beyaz yaka olarak adlandırılan çalışan kesimin yılda en az bir kere de olsa düşüncelerini aktarabilme olanağı bulduğu ve konunun takipçisi olanların iş planlarının olmazsa olmazı memnuniyet araştırmalarının yıllardır değişmeyen sonuçları ve hatta aksiyon planları bile eminim en başından bellidir.

Belki de onlarcasını okuduğunuz, duyduğunuz ya da şahit olduğunuz yönetici özetlerinin sonuçlarında değişmeyen belli başlı teşhisler “kurum içinde iletişimi artırmak”, “şirket içinde takdir kültürünü yaygınlaştırmak”, “yöneticilere liderlik, çalışanlara yöneticiyi yönetmek eğitimleri vermek” ve “ücret ve sosyal hakları iyileştirmek” gibi aksiyonlar kurumsal bir kısır döngünün devamlılığını sağlayan anahtar maddelerdir.


Bir tükeniş hikayesi; “Küçük Şeyler”

Yönetmen: Kıvanç Sezer / Oyuncular: Alican Yücesoy, Başak Özcan, Bülent Emrah Parlak, Seda Türkmen, Müfit Kayacan, Tuğçe Altuğ, Nihal Koldaş, Ece Dizdar, Zeynep Dinsel, Kubilay Tunçer / 94 dakika
 


Festivallerden ödüllerle döndüğü gibi vizyondaki ikinci haftasıyla da gösterimlerine devam eden Küçük Şeyler isimli film oldukça manidar bir şekilde, yukarıda özetlemeye çalıştığım bir dünyanın içinde yaşayan bir beyaz yaka çalışan grubunun çalışan etkinliklerinden biriyle başlıyor. 

Gözleri uyku bantlarıyla kapalı bir grup insanın orman içinde, bir yaşam koçunun sesini takip ederek doğaya dönüş faaliyeti en başından belli ki olan biten her şeye gözünü kapamış bu zümrenin tükeniş hikayesine dikkat çekiyor.
 


Bir üçlemenin ilk bölümü olan ve işçi ölümleri ile onların güvencesiz çalışma koşullarını anlatan Babamın Kanatları filminden iki yıl sonra gelen Küçük Şeyler isimli serinin ikinci filmiyle yine çalışan insanların hayatına bakan Kıvanç Sezer, bu defa günümüz beyaz yaka çalışanlarını kadrajına alarak modern Türkiye’nin yeni orta sınıf yaşantısına bir bakış atıyor.

Çemberin içi ve dışı

Babamın Kanatları’nda inşa edilen ve elbette inşaatta çalışan işçilerin daha sonra kapısından içeri girmeyi bile hayal edemeyeceği o nezih sitelerden birinin lüks apartman dairesinde oturan genç bir çifttir; Onur ve Bahar. 

İstanbul’da bir ilaç firmasında bölge müdürü olarak çalışan Onur, şirketteki yeni ekip yöneticisiyle karşılıklı yıldızları barışmayınca bir anda ekip içinde saf dışı kalır.
 


Bir süre sonra da kurumsal bir dille bu zamana kadar gösterdiği üstün başarılar takdir edilip kendisine bir paket verilerek işten çıkarılır.

Bu gelişmeyi eşi Bahar’a bir yemekte söyleyerek duruma bir kutlama havası katan Onur, artık ilerleme şansı olmayan işinden kurtulduğunu ve yeni fırsatlar için yelken açmanın zamanı geldiğini söyleyerek Bahar’ın tedirginliğini yatıştırmaya çalışır.
 


Bahar bu durumdan memnun olmasa da eşi için 'bir bildiği vardır' diyerek konuyu kapatır. Ta ki beklenen bu fırsatların bir türlü ortaya çıkmayacağını anlayana kadar…

Bir beyaz yaka yaşam tarzına ve standardına sahip olan çift bir süre Onur’un aldığı tazminat ile normal sosyal yaşamlarına ve zevk aldıkları şeyleri yapmaya devam ederler. Ancak hazıra dağ dayanmayınca çiftin düzeni altüst olur.
 


Bahar evin kredisini nasıl ödeyeceklerini kara kara düşünürken Onur, bu durumdan pek de şikayetçi değildir.

Ama onun bu kaygısızlığı ve vurdumduymazlığı bir noktadan sonra evi tek başına geçindirmeye çalışan Bahar’ın sinirlerini yıpratmaya başlar.
 


Bunun üzerine Bahar’ın baskıları karşısında Onur yeniden iş arayarak görüşmelere gitmeye başlar.

Fakat uzun süre çalıştığı kurumsal dünyaya her geçen gün daha çok yabancılaşan Onur, tüm iş tecrübesine rağmen gittiği iş görüşmelerinde istediği sonucu bir türlü alamaz.
 


Başlarda Bahar’ın baskılarını ve ona olan tavrını dikkate almayan Onur, bir süre sonra dev ilaç kutularında uyuduğu ve zebralarla konuşabildiği bir hayal dünyasında yaşamaya başlar.

Güzel aldırmazlık

Yaşadığı bu sürece ve etrafındakilerin verdiği gerilime o kadar kayıtsızdır ki artık tam anlamıyla histrionik kişilik bozukluğu sergilediği söylenebilecek düzeydedir.
 


Etrafındaki hiçbir şeye aldırmıyordur, ama o kadar güzel aldırmıyordur ki, herkesi kendisine hayran bırakıp “Vay be, nasıl da güzel aldırmadı” dedirtecek kadar ehli keyif takılıyordur. 

Ama gerçek tabii ki de tam tersidir. Onur’un hemen hemen etrafındaki normal görünen her şey dağılmakta olan zihinsel durumun birer birer yansıması olmaya başlamıştır.

Depresyon ve anksiyeteye doğru dönüşüm semptomları bir bir ortaya çıkmaktadır.
 


Onur’un dünyasında kendini göstermeye başlayan bu belirtiler iş ve özel hayatını bir arada tutan dikişlerin yavaş yavaş atmasıdır.

İşten çıkarılmasının sadece kendisi için değil, karısı için de ciddi bir varoluşsal krizi tetikleyebileceğini bilmesine rağmen ne yazık ki bunu itiraf ederek kabullenecek bir ruh halinde de değildir.
 


Kendisinin de kullandığı daha önce pazarladığı ilaçların yan etkisi olabileceğini düşündürten hayal ile gerçeğin birbirine girdiği anlar ruhsal ve bedensel değişimlere sebep olmaya başlar.

İlerleyen süreçte kaçınılmaz kavgalar, kabuslar, yer yer absürt ve sürrealist durumlar genç çiftin bir süre sonra evliliklerini de bir çıkmaza sokar.
 


Şehirli insanların hikayesi

Türk sinemasında özellikle tür ve içerik olarak birbirini tekrar eden son dönem yapımlarından ele aldığı şehirli insan hikayesi, trajikomik ve sürrealist anlatım diliyle farklılaşan ve ayrışan film; Onur ve Bahar çiftinin hayatlarındaki yeni bir noktanın eşiğinde yaşadıklarını çok güzel anlatıyor. 

Hikayesini yedi başlık altında anlatan, anarşik bir misyonu olmamakla birlikte iki genç çiftin hayatını markaja alarak çağdaş bir sistem eleştirisine imza atan film, özellikle her biri ayrı ayrı uzun planlardan oluşan taksi yolculuğu, eski iş arkadaşı ve onun eşiyle bir akşam yemeğindeki buluşmaları ve yeni iş arayışı sırasında görüştüğü insan kaynakları yöneticisiyle olan diyaloğu filmin vurgulamak istediği konuların altını çok başarılı bir şekilde çiziyor. 

Yer yer dramatik, yer yer absürt bir anlatının hakim olduğu, mizahınsa hiç eksilmediği, içinde yaşayarak kanıksadığımız ve hatta normalleştirdiğimiz ne varsa birçoğunu gözlerimizin önüne sererek hayatımızdan kesitler sunan bir film olarak izlenmeyi kesinlikle hak ediyor.


Haftanın diğer filmleri

Bir Şans Daha

Emilia Clarke’ın başrolünde yer aldığı Last Christmas, bir önceki Noel’de geçirdiği ciddi hastalıktan sonra şansı bir türlü yaver gitmeyen, biraz da vurdumduymaz olan Kate’in, yeni bir Noel yaklaşırken Tom ile tanışması sonrası gelişen olayları konu ediniyor.

Kate, yıl boyu açık olan bir Noel dükkanında Elf kılığına girdiği işinin bir başka sinir bozucu parçası olan ayakkabılarındaki çanların eşliğinde aldığı çok sayıda yanlış kararla birlikte Londra’da yaşamaktadır.

Tom’un hayatına girmesi gerçek olamayacak kadar iyi görünmektedir. Tom, Kate’in koyduğu engelleri görmeye başlar.

Ancak Londra yılın en muhteşem zamanına girerken, bu ikili için hiçbir şey işe yaramayacaktır. Ama bazen olayları akışına bırakmak, kalbinin sesini dinlemek ve inanmak gerekir.

Charlie'nin Melekleri

Elizabeth Banks’in yönetmenliğini üstlendiği, 1976 yapımı popüler dizinin yeni bir sinema uyarlaması olan Charlie’s Angels, uluslararası güvenlik birimi için çalışan birbirinden yetenekli kadın ajanların yeni hikayesini anlatıyor.

Aksiyon türündeki filmde meleklere BAFTA ödülünün yanı sıra César Ödülleri’nde En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü kazanan ilk Amerikalı oyuncu Kristen Stewart, yıldızı yeni parlamaya başlayan İngiliz güzel Ella Balinska ve yeni nesil Aladdin’de Disney prensesi Jasmine’i canlandıran Naomi Scott hayat veriyor.

Melekler, uluslararası boyuttaki güvenlik ve soruşturma bürosu gizemli Charles Townsend için çalışıyorlar. Artık gezegenin dört bir yanında en zorlu görevleri üstlenen, dünyanın en zeki, en cesur ve en iyi eğitilmiş kadınlarından oluşan Melek takımları ve her takımın ayrı bir Bosley’si vardır.

Filmin kadrosunda ayrıca Sam Claflin, Emmy ve Altın Küre ödüllü Patrick Stewart, Jonathan Tucker, iki Oscar adaylığı bulunan Djimon Hounsou, To All the Boys I’ve Loved Before ile genç kızların sevgilisi haline gelen Amerikalı oyuncu Noah Centineo ve Elizabeth Banks’in kendisi de yer alıyor.

Dilsiz

7. Kayseri Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda da yer alan ve En İyi Görüntü ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu kategorilerinde Altın Çınar Heykelciği’ni kazanan; Murat Pay’ın yönettiği Dilsiz, duvar ressamlığıyla hayatını idame ettiren Sami’nin, hat sanatıyla haşır neşir olan Selma ve bu sanatın eski kuşak ustalarından Eşref Efendi ile tanışması sonrası değişen hayatını konu ediniyor.

Küçük bir çatı katında hayatını yalnız sürdüren Sami maişetini duvar ressamlığı ile sağlamaktadır. Bir gün onu çok seven babaannesinin vefatını ve kendisine bir sandığı miras olarak bıraktığını öğrenir. Sandıkta hat sanatıyla ilgili malzemeler vardır.

Sami ilk başta sandıktaki malzemeleri pek umursamaz; hatta bu malzemelerden kurtulmayı bile düşünür. Fakat duvar resmi için gittiği bir kütüphanede tanıştığı Selma, onun için bir dönüm noktası olacaktır.

Selma eskiden hat sanatıyla ilgilenmiş, İstanbul hanımefendisi tavırlarıyla dikkat çeken alımlı ve oturaklı bir kadındır.

Sami, Selma’nın yönlendirmesiyle hat meşkine adım atar. Bir yandan da hat sanatının hâlihazırdaki durumundan hazzetmeyen, bir süredir öğrenci kabul etmeyen, eski kuşak, yetenekli ve zor bir hattat olan Eşref Efendi tarafından aşka yönlendirilir.

Selma ve Eşref Efendi arasında sıkışan Sami için meşk, hafızasıyla yüzleştiği zorlu bir serüvene dönüşecek ve esaslı bir soruyu gündeme getirecektir: Aşk olmadan meşk olmaz mı?

Hemen Döneriz

Haydar Işık’ın yönetmenliğini üstlendiği Hemen Döneriz, tesadüfi olaylarla başlarına büyük belalar açan Özkan ve arkadaşlarının hikâyesini anlatıyor.

Genç bir adam Özkan, bir süredir bir proje için saksıda bitki yetiştirmektedir. Özkan, eğer başarılı olursa üzerinde çalışma yaptığı çiçek sayesinde beyindeki stres hormonu salgılanmasının önleyebilecektir.

Sonunda amacına ulaşan Özkan, bu başarısını kutlamak için bir parti yapmaya karar verir. En yakın arkadaşlarını çağırıp, büyük bir parti hazırlığına girişen Özkan, bu sırada korkunç bir durumla karşı karşıya kalır.

Başının belası olan karga uzun süredir üzerinde çalışma yaptığı çiçeği yiyince Özkan’ın tüm çalışması boşa gider. Özkan zaman kaybetmeden başka bir çiçek bulmak için arkadaşları ile birlikte Keşan’a doğru yola koyulur.

Yolculuk sırasında farkında olmadan mafya lideri Reco’nun şebekesini çökerten Özkan ve arkadaşları, kendilerini türlü maceraların içinde bulur.

Korkunun Sesi

Echoes of Fear, büyükbabasından kalan evi satmaya karar veren ve bunun için evi restore etmeye başlayan Alisa ile ona yardım arkadaşı Steph’in, bu süreçte keşfettikleri gizemlerle başlarından geçenleri konu ediniyor.

Büyükbabasından oldukça görkemli bir ev miras kalan Alisa evi satmaya karar verir. Ama öncesinde erkek arkadaşı Brandon’la birlikte evi elden geçirecek ve bu arada büyükbabasının hatıralarını da toparlayacaktır.

Evin tek komşusu astım hastası yaşlı bir adamdır. Brandon, işi dolayısıyla Alisa’yı yalnız bırakmak zorunda kalır. Onun yokluğunda Alisa’ya en yakın kız arkadaşı Steph yardımcı olacaktır.

Eve vardıklarında evi kat kat dolaşmaya başlayan iki genç kadın, evde bazı tuhaflıklar fark eder. Kayıp ilanları, kafatasları, torba içinde insan parçaları bulan Alisa ve Steph büyük bir şoka uğrar. Yaklaşan tehlike iki genç kızı hedef almaktadır.

Midway

Roland Emmerich’in yönettiği Midway, Pearl Harbor’dan yaklaşık yedi ay sonra, II. Dünya Savaşı sırasında Amerikan ordusu ve Japon İmparatorluk Deniz Kuvvetleri’nin karşı karşıya geldiği Midway Muharebesi’ni savaşta çarpışan askerlerin gözünden anlatıyor.

Filmde, II. Dünya Savaşı için bir dönüm noktası kabul edilen ve savaşın seyrini değiştiren muharebedeki askerlerin kahramanlık hikayesine odaklanılıyor.

Üç ayrı hikayenin anlatıldığı film, savaşta birbiriyle harmanlanmış üç bakış açısını da gözler önüne seriyor. Bunlardan biri uçak gemisi USS Enterprise’daki pilotlar…

İkincisi Donanma İstihbarat Subayı olan şifre kırıcı Edwin Layton’ın, Joseph Rochefort’un ve Pearl Harbor Amirali Chester W. Nimitz’in önemli çalışmaların, üçüncü hikâye ise tarihsel şahsiyetler olan Japon Amiral Isoroku Yamamoto ve Japon Subaylar Tamon Yamaguchi, Kaku Tomeo ve Chūichi Nagumo’yu konu ediyor.

Liderlerin ve askerlerin, içgüdüleri ve cesaretleriyle verdikleri mücadele, Pasifik Cephesi’ndeki savaşın seyrinin değişmesine neden olur.

“Kurtuluş Günü”, “Yarından Sonra”, “2012”, “Beyaz Saray Düştü” gibi yapımların yönetmen koltuğuna geçen usta isim Roland Emmerich'in yönetmenliğini üstlendiği filmin kadrosunda Patrick Wilson, Ed Skrein, Luke Evans, Woody Harrelson gibi isimler yer alıyor.

Monos

Alejandro Landes’in Lord of the Flies ve Apocalypse Now gibi yapıtlarıyla anılan ve “masal dünyasında geçen bir kabus”, “Kolombiya usulü Sineklerin Tanrısı” denilen filmi Monos, Kolombiya’nın neredeyse erişilmez dağ ve ormanlarında Amerikalı bir kadını rehin tutan sekiz çocuk askerin hikayesini anlatıyor. 

Geçit vermeyen ormanın tehditkâr gölgeleri arasında, savaşçı lakapları takınmış sekiz çocuk asker, yaz kampını andıran bir yerde Amerikalı bir kadını rehin tutmaktadır.

Sürpriz bir baskına uğrayınca çocukların görece huzurlu günleri sona erer ve birbirlerine duydukları güvenle bağlılıkları sarsılan grup, üslerinden ayrılarak ormanın derinliklerine sığınmak zorunda kalır.

Kolombiya’nın Oscar adayı olan Monos, merkezine ideolojiden çok hormonlarının etkisi altındaki ergen kahramanları yerleştiren, her yönüyle alışılmadık, fantastik bir savaş ve hayatta mücadelesini ele alıyor.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU